ÖZET
Bu makalede İran tarihinin modern dönem en önemli olaylarından olan 1906 yılındaki meşrutiyet hareketi ele alınacaktır. İran’ın 19. Yüzyılda ekonomi, eğitim ve askeri olmak üzere birçok alanda zayıf düşmesi sonucu İngiliz ve Rusların bölgede etkinliğini artırması artık İran’da değişimin elzem olduğu düşüncesini yerleştiren nedenler arasındadır. İran Abbas Mirza zamanında başladığı değişim ve dönüşüm hareketlerine zamanla hız vermiş, zamanla tedricen hareket etmiş ve zamanla da hızlı dönüşümler geçirmiştir. Bu makale ise 1906 yılındaki meşrutiyet hareketinin tarihsel kökenlerini ele alacaktır.
Anahtar Kavramlar: 1906 Meşrutiyeti, Nasreddin Şah, Muzaffereddin Şah, Adalethane, Abbas Mirza, Emir Kebir
İran tarihinde modernleşme hareketi 19. Yüzyılda hız kazanmaktadır. Bu modernleşme hareketinin iç ve dış dinamikleri mevcuttur. Dış dinamikler İngilizler ve Ruslar vasıtasıyla olmuştur. Gülistan(1813) ve Türkmençay(1828) antlaşmaları İran’da büyük tesiri olan iki antlaşmadır. Akabinde ülkede Rus nüfuzu hızla artarken, Kaçar Şahları da Rus nüfuzundan kurtulmak için reform hareketlerine başvuracaklardır. [1]
İngilizler, Hindistan’daki sömürgelerini korumak için 1809 yılında İran ile anlaşmış ve Rusya ile yaptığı savaş boyunca İran’a destek olmuşsa da Ruslar karşısında kaybedilmiş ve 1813 yılında Gülistan antlaşması imzalanmıştır. Bu olaydan sonra İran’da İngiliz ve Rus nüfuzu giderek artmış ve ülke iki büyük güç arasında güçsüz bir konumda kalmıştır.[2] Ruslar ise Gülistan ve Türkmençay antlaşmaları ile elde ettiği bölgeler üzerinde ve İran’ın kuzeyinde kendi etkisinin hissedildiği bir yapının meydana gelmesi için uğraşıyordu. Ayrıca Ruslar sıcak denizlere ulaşmak istiyorlar ve bunun için Basra Körfezine ilerlemeye çalışıyorlardı. İngilizler ise Rusların ve diğer herhangi bir gücün Basra Körfezine ulaşmasına mani olmak istiyordu.[3] Bu tarihten sonra İran, İngiliz ve Ruslar arasında denge politikası izleyerek hayatta kalmaya çalışmıştır.
Dış tehditler sonucu Kaçar Şahları modernleşme yolunda bazı adımlar atmıştır. Bu adımı atan ilk kişi Abbas Mirza’dır. Ruslar karşısında kaybedilen itibarı geri kazanmak için güçlü olması gerekiyordu ve bunun için askeri reformlara çalıştı. Çünkü Gülistan ve Türkmençay gibi ağır şartları haiz bir antlaşmayı görmüştü. Ruslara karşı koyabilmek için 3. Selim’den etkilenerek nizam-ı cedid ordusunu kurdu. [4]
Lakin Abbas Mirza’nın dönemi sona ermeden nizam-ı cedid ordusu hayal olmuştu. Abbas Mirza geride Emir Kebir isminde Osmanlı’yı tanıyan bir reformcu şahsiyet bıraktı. Nasreddin Şah ile aynı düşünce de olan Emir Kebir bir dizi reforma imza attı. Bu dönemde Babi isyanlarının çıkması, Emir Kebir aleyhinde isyanların olması sonucu Nasreddin Şah Emir Kebir’i idam etmek zorunda kaldı. Artık hızlı bir modernleşmeden yavaş yavaş bir modernleşme sürecine girmek tercih edilecekti.[5]
Nasreddin Şah tarafından 1848 yılında sadrazamlığa getirilen Emir Kebir (1807-1852) Osmanlı’da ve Rusya’da bulunduğu sırada orada yapılan ıslahatları gördü ve döndükten sonra merkezi bir hükümet oluşturmaya çalıştı. Bunu başarabilmek için önce ülkede baş gösteren Salari ve Babi isyanlarını bastırmakla uğraştı. Ulema’nın devlet üzerindeki kontrolünü azaltmaya çalıştı. Çünkü bu sayede reformların önünün açılacağını düşünüyordu.[6]
Emir Kebir reformlara başladığı sırada ülkenin hazinesi boştu. Hazineyi doldurmak için bir dizi reform hareketine başladı. Eyaletlerdeki vergilerin artırılmasını temin etmeye çalışmasının yanında, memurların maaşlarını azalttı ve emeklilere ödenen aylık maaşın önemli bir kısmında kesintiye gitti. Eyaletlere ulaşım kolay olmadığından vergi toplama işi de hiç kolay olmuyordu. Bunu bir nebze olsun çözebilmek için tüm eyaletlere vergi tahsildarları merkezden gönderilmeye başlandı. Lakin almış olduğu bu maddi tedbirler ona karşı bir grubun da oluşmasını sağladı. [7]
Askeri alanda Abbas Mirza’nın faaliyetlerini devam ettirmeye, onun nizam-ı cedid hayalini gerçekleştirmeye çalıştı. Ordudaki Rus ve İngiliz etkisini kırabilmek içinde ordu ihtiyaçları için fabrika açtı. Ayrıca Rusya ve İngiltere’den askeri danışmanlar getirmek yerine İtalya ve Avusturya’yı tercih etti. Emir Kebir’in yaptığı reformlar arasında iki tanesinin etkisi çok uzun sürdü. Bunlardan ilki Darü’l-fünun’un açılması ve diğeri İran’ın ilk resmi gazetesi Ruzname-i Takvim-i Vekayi’nin çıkarılması olmuştur. Bu ikisi İran’ın batı düşünceleriyle tanışmasına olanak sağlayacak ve modernleşme sürecine oldukça katkı sağlayacaktır. [8]
Emir Kebir’in yapmaya çalıştığı reformlar birçok kesim tarafından hoş karşılanmadı. İngiliz ve Rusların nefretini kazanmakla kalmayıp, saray içerisinde de düşmanları vardı. Nihayetinde İngiliz ve Rusların kışkırtmasıyla bizzat Nasreddin Şah’ın annesi Mehdi-i Ulya ve devlet ricalini Emir Kebir’e karşı harekete geçmeye zorladılar. Nasreddin Şah ise çözümü Emir Kebir’i ortadan kaldırmakta gördü. Emir Kebir’in 10 Ocak 1852’de öldürülmesinin ardından İran’da modernleşme çabaları uzun bir süre boyunca atıl kaldı.[9]
1872 yılında çok önemli bir olay meydana geldi. İran, Ruslar ve İngilizler’e karşı güçlü bir ordu kurmakta başarısız olmasının yanında, ekonomik olarak oldukça zayıf bir durumdaydı. İran, Almak istediği kararları alamayan, ekonomisi zayıf, askeri gücü olmayan yarı-sömürge bir durumdan kurtulmak için, sonuçsuz kalan vergi gelirlerini artırmak yerine imtiyaz karşılığında borç almayı düşündü. Bu bağlamda Baron de Reuter’a imtiyaz verildi.[10] Bu İran’ın ilk büyük çaptaki imtiyazıydı. Bu imtiyaz daha sonra Şah tarafından iptal edilse de bu imtiyazın akabinde birçok imtiyaz meydana gelecekti. Reuter bu imtiyaz ile 7 yıllık süre içerisinde maden çıkarma, baraj, demir ve tramvay yolları, sanayi tesisleri yapma imtiyazını ele etti. İngilizlerin ilginç bir şekilde bu antlaşmayı desteklememesi ve Rusların kışkırtmasıyla bu antlaşma iptal edildi.[11]
Verilen ilk büyük çapta imtiyazdan sonra imtiyazlar verilmeye devam etti. İmtiyazlar sonucu İran’da yollar inşasıyla ulaşım kolaylaştı, İngiliz ve Rus desteğiyle bankalar kuruldu, telgraf hattı çekildi, Karun nehri üzerinde buharlı gemiler işlemeye başladı ve nihai olarak İran ülkesinin çehresi değişti. Bu süreç aynı zamanda İran’ın kapitalist dünya ekonomisine entegre olmasını da beraberinde getirdi.[12] Bu sürecin iyi ve kötü etkileri oldu. Şehir içerisinde ulaşım kolaylaştığından Meşhet’de üretilen bir mal Şiraz’a kolaylıkla gelebiliyordu. Coğrafya olarak çok sapa ve geçilmesi zor olan İran coğrafyası bu hamlelerle daha yaşanılabilir hale geldi. Ama aynı zamanda ekonomik olarak zayıf bir durumda olan İran geleneksel usullerle hayatta kalmaya çalışıyordu. Ekonomisi tarıma ve el ürünlerine dayanıyordu. Kapitalist dünya ticaretine entegre olmalarıyla İngilizlerin ucuz ve az emek mahsulü ürünleri İran ekonomisini alt üst etti.[13] Safeviler döneminde kendi üretim politikasını belirleyen, kendi istediği ürünü ekebilen İran artık Batı’nın yarı kolonisi olarak onların dediklerini ekmek zorunda kalmıştı. Bu dış baskılar sonucu ve içte de Nasreddin Şah ve Muhammed Rıza Şah’ın ekonomi politikaları halkı rahatsız etmekteydi.[14] İran’ın ekonomisinin temel taşlarından olan “Pazar” esnafı bu durumdan kötü etkilendi. Büyük bir ekonomik güç olan Pazar esnafının kötü etkilenmesi demek Şah’ın merkezi otoritesinin zayıflaması ve meşrutiyete zemin hazırlayan düşüncelerin pekişmesi ile özdeştir.
Meşrutiyet Hareketine Doğru Giderken İki Önemli Aktör; Cemaleddin Afgani ve Mirza Malkom Han
İran’da ve İslam coğrafyasında görüşleriyle, eserleriyle ve hayatıyla ses getiren bir isim olan Cemaleddin Afgani’ni hakkında çok fazla spekülatif bilgi mevcuttur. Sünni ve Şii olup olmadığından tutun da nerede doğduğuna kadar ucu bucağı olmayan tartışmalar mevcuttur.[15] Ama an itibarıyla biz İranica’nın bir kurum olması hasebiyle onun dediğini baz alarak ona göre Cemaleddin Afgani’yi tasvir edecek ve üzerinde fazla ihtilaf bulunan konulardan kaçınacağız.
Afgani, Hemedan’a yakın Esedabat’da doğmuştur. İran’da geleneksel eğitimini aldıktan sonra Atabat’a giderek eğitimine devam etmiştir. Burada ve diğer birçok İslam dünyasında görüşlerinden dolayı kendisi ayrılmış veya sürgün edilmiştir. Atabat’dan sonra gittiği Hindistan’da, Hintlilerin İngilizlere karşı olan isyanından etkilenerek İngiliz karşıtı bir siyaset gütmeye başlamıştır. Mekke ve Bağdat gibi yerlerde bulunduktan sonra İstanbul’a da gelmiş ve İstanbul’da yaptığı bir konuşmadan dolayı ülkeden gönderilmiştir.[16]
Şah karşıtı olmasıyla ve İngiliz sömürgesi karşısında olmasıyla İran’da dikkat çekmeye başladı. Şah ise Cemaleddin Afgani’den haklı olara çekinmekteydi. 1890 yılında Şah’ın kendisini İran’dan göndereceğinin haberini alan Afgani Abdülazim türbesine sığındı. Lakin Afgani burada fazla uzun duramazdı ve Irak’a geçiş yaptı. Cemaleddin Afgani’nin bu dönemde İran’da tütün isyanını desteklemesi bu harekete farklı bir boyut kazandırdı. Onun desteklemesi ve akıl vermesi sonucu Mirza Hasan Şirazi’nin tütün imtiyazı aleyhinde fetva yayınlaması sonucu ilerde inceleyeceğimiz üzere işler sarpa sarmaya başladı. [17]
1891-92 yıllarında İngiltere’de bulunduğu sırada Şah aleyhine yazılarına Malkom han ile birlikte devam etti. Malkom Han’ın kurmuş olduğu Kanun gazetesinde bir süre yazılar yazdı. Davet üzerine Osmanlı’ya geldi ve İran tarihinde meydana gelen çok önemli bir olaya adı karıştı. Mirza Ağa Han Kirmani’ye Nasreddin Şah’ı öldürmesini söyledi. Nasreddin Şah Abdülazim türbesinde saltanatta bulunuşunun ellinci yılını kutlayacağı sırada Mirza Ağa Han Kirmani tarafından öldürülmüştür. Bu konunun tartışmalı olduğunu belirtmekte fayda vardır.[18] İran bu durumdan Afgani’yi suçlu bulmuş onu ve üç arkadaşının iadesini talep etmiştir. Osmanlı onun üç arkadaşını vermiş ama Afgani’nin Afganlı olduğunu söyleyerek vermekten vazgeçmiştir. Afgani daha sonra bir süre daha yaşamış ve 1897 yılında kanserden vefat etmiştir.[19]
Osman Karacan 1906 İran Meşrutiyeti isimli doktora tezinde Malkom Han ve Cemaleddin Afgani’yi karşılaştırmış ve genel olarak şu sonuca ulaşmıştır. Afgani Batı kültürünün ve değerlerinin İran’a taşınması gibi bir gayesi olmayan, İslam birliği, İngiliz ve Sömürge karşıtlığına vurgu yapan, İran Şahını çokça eleştiren milli şuurun artmasında etkili olmuş bir figür olarak karşımıza çıkmaktadır. Meşrutiyeti desteklemediğini söyleyenlerin yanında meşrutiyetin savunucusu olduğunu söyleyenlerin olduğunu da belirtmemiz gerekmektedir. [20]Ama şurası açıktır ki onun faaliyetleri İran’da geniş yankı uyandırmış ve Meşrutiyete giden yolu kolaylaştırmıştır.
Mirza Malkom Han ise 1833 yılında İsfahan’da Ermeni bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. 1843 yılında Fransa’ya eğitim için gitmiş ve ülkesine döndükten sonra reform çalışmalarına başlamıştır. Bu bağlamda 1858 yılında Kitapçe-i Gaybi ya Defter-i Tanzimat adlı eseri yazmıştır. Aynı yıl İran tarihinde çok büyük bir etkiye sahip olacak Feramuşhane’yi kurmuştur.[21] Unutulmuşlar evi olarak Türkçeye tercüme edebileceğimiz bu kurum İran’daki ilk mason teşkilatıdır. Bu mason teşkilatı kendisinden sonra kurulacak olan Loc-i Bidar-i İran’dan (İranı uyandırma locası) bazı açılardan farklıdır. Feramuşhane Avrupa’daki herhangi bir mason teşkilatı ile aktif görüşmelerde bulunmamış onların himayesinde kurulmamıştır. Ama İran’ı uyandırma locası Fransız ekolüne göre ve Fransız dahilinde kurulduğu söylenebilir.[22]
İran dışına çıkan diplomatlar, aydınlar ve diğer sınıftan insanlar Londra’da, Paris’te ve İstanbul gibi büyük şehirlerde Masonlar ile tanışıyor ve Masonluğa giriş yapıyorlardı. Masonluğun özellikle İran’da elitler arasında oldukça yaygın olduğunu belirttikten sonra Feramuşhane’nin yaklaşık 30 bin üyesi olduğu söylenmektedir.[23]
Defter-i Tanzimat adlı eseri İran’da yazılan “ilk sistematik reform” talebini içeren yazıdır. Risalesinde ivedi bir şekilde reform yapılmasını eğer yapılmazsa İran’ın büyük güçler tarafından işgal edileceğini dile getirmesinin yanında halkın refahının artırılması ve tüm vatandaşların eşit kabul edilmesi gerektiğini belirtiyordu. Sonrasında ulema onun görüşlerine karşı çıktılar. Ayrıca Feramuşhane’nin Avrupa’daki Masonlarla iş birliği içerisinde olduğu iddiaları gelmeye başlayınca Nasreddin Şah buranın kapatma emrini verdi.[24]
İran’da masonluk ile alakalı elde ettiğim bir bilgiyi ayrıca paylaşmak istiyorum. İran’da bulunan önemli tarihçilerden İsmail Rain bir gün Hukuk fakültesine gittiğinde kitapçı ile öğrenci arasında geçen bir konuşma onu etkiler. Öğrenci kitapçıya neden günümüzde hala İran’da masonluğa dair bir kitap ya da bir makale ne İran’da yazıldı ve nede dünya da yazıldı diye sormaktadır. Tabi kitapçının vereceği cevap yoktur. Bunun üzerine İsmail Rain 17 yıl sürecek olan ateşli bir çalışmaya başlar. 17 yıl sonra birkaç ciltten müteşekkil devasa bir yapı ortaya çıkarır.[25] Ayrıntılı olarak inceleme fırsatım olmadı bu eseri. Lakin eserin başında yazar masonluk hakkında söylediği sözler de ayrıca önemlidir. Çalışmada karşılaştığı sıkıntıları belirtirken masonların hareketleri gizli olduğundan ve belgelerine ulaşabilmek ya mason olmayı gerektirdiğinden veya diğer türlü başka bir şekilde o belgelere ulaşmak gerektiğinden oldukça zorlanmıştır.[26] 17 yıl süren bu çalışmanın incelenmesi ve tahkik edilmesi ise dönemi anlamlandırmamız açısından bize katkı sağlayacaktır.
Avrupa’da İran’ın geri kalmasının dine ve ırka dayandırılması İran’da Malkom Han tarafından reddedildi. O İran’ın geri kalmasının sebebinin “dar görüşlülük” ve “siyasi despotizm” olarak görüyordu. İran’da faaliyetlerini rahat devam ettiremediğinden Londra’da Kanun isimli gazete ile görüşlerini yaymaya devam etti. Gazetenin dağıtımı yasaklansa da meşrutiyet hareketi engellenemedi. Meşrutiyetin meydana gelmesine aktif rol alan bu şahıs ileri yaşından dolayı meşrutiyet hareketinde fiziksel destek sağlayamadı ve 1908 yılında sürgünde iken öldü. [27]
Meşrutiyet Öncesi Prova: Tütün Boykotu
1891-92 yılında verilen Nasreddin Şah’ın Major Talbot’a tütün imtiyazı vermesi ülke genelinde büyük bir tepkiye yol açtı. Bu imtiyaza Şiraz tüccarlar Hacı Abbas önderliğinde pazarı kapatarak protesto ettiler. Kısa süre de bu protesto ülkedeki birçok pazara yansıdı. Hacı Seyyid Ali Ekber minberden eğer yabancı temsilcileri tütün için Şiraz’a gelecek olurlarsa cihat ilan edeceğini bildirdi. Daha sonra Hacı Seyyid Ali Ekber ülkeden sürülse de tütün aleyhine isyan ülkeyi kasıp kavurmaya başlamıştı.[28]
Tüccarların diğer şehirlerde de pazarları kapatması ekonomiyi kötü etkiliyordu. Tüccarlara bir destek de ulemadan geldi. Ulemada artan batı nüfuzundan ve Şah’ın politikalarından rahatsızdı. İlk fetva Mirza Hasan Şirazi’den geldi. Onun Cemaleddin Afgani’den etkilenerek tütün aleyhinde yazması tüccarlara güç vermiş ve adeta harekete meşruiyet kazandırmıştır denilebilir. İlerleyen süreçte Tahran’da da her ne şekilde olursa olsun tütün kullanımın haram olduğunu bildiren fetva yayınlandı. Bu fetva ülke içerisinde büyük etki oluşturdu. Yayınlanan malum fetvanın kime ait olduğu meselesi tartışmalıdır. Ama fetva yayınlandıktan kısa bir süre sonra çoğaltılarak ülkenin tamamına ulaştırıldı.[29] Bu olayı Ervand Abrahamian meşrutiyet hareketinin bir provası olarak değerlendiriyordu.[30] Çünkü toplumun birçok kesiminden insanlar bir hedef etrafında birleştiler ve artık halkın olmazsa olmaz addettiği istekleri vardı. Şah da bu istekleri görmezden geldiği sürece saltanatı tehlikede demekti.
Elbirliğiyle Gelen Meşrutiyet
Feridun Ademiyet Meşrutiyetin 4 farklı sınıfın ortak hareketi sonucu olduğunu eserinde dile getirmiştir. Ona göre bu dört grup, ulema, tüccarlar, aydınlar ve avamdır. Ekonomik olarak destekleyenler tüccarlar, meşruiyet kazandıranlar ulema, ilmi alandaki etkisini artıranlar aydınlar ve son olarak araç olmaktan öteye gidemeyen avamlar olarak tanımlar.[31]
Meşrutiyet tdk sözlüğünde şu şekilde tanımlanmıştır: “Hükümdarlıkla yöneltilen bir ülkede hükümdarın başkanlığı altında parlamento yönetimine dayanan hükümet etme biçimi”[32]
İslam dünyasında meşrutiyet kelimesi ilk Osmanlı’da kullanıldı. İran ise Osmanlı’dan meşrutiyet kelimesini öğrenmiştir. İlk olarak Osmanlı’da bulunan Mirza Hüseyin Han Sipehsalar’ın raporlarıyla İran’a meşrutiyet kelimesi girmiştir. [33] İran, özellikle Osmanlı’da olan gelişmeleri yakından takip ediyordu.
1905 yılında ekonomik kriz şiddetlendi. Halk bunun müsebbibi olarak gördüğü Belçikalı danışman Naus’un kovulmasını talep ettiler. Şah bu sırada yurt dışında olduğundan isyan edenlerin taleplerini kabul edeceğini bildirdi. Daha sonra Naus’u bir din adamı kıyafetinde gösteren resmi sokaklara astılar. Bu halkın Naus’a olan nefretini daha da artırdı. “Şii mezhebinin şiarına” ihanet etmekle suçlandı ve tüm Müslümanlar Naus’u öldürmeye davet edildi. Bunun üzerine Naus Şah’tan istifasını istedi. Şah ise onun bu söylemlere aldırmamasını söyledi ve onu güzel sözlerle taltif etti. Lakin Naus aleyhine yapılan isyanlar son bulmak bilmiyordu. Naus’un görevden alınmaması üzerine Tabatai ve Behbehani önderliğinde halk Abdülazim türbesine gittiler. [34]
Bu dönemde ayrıca Rus-Japon savaşı patlak vermiş ve Japonlar savaşı kazanmışlardır. Asıl önemli mesele Rusların kaybetmesinin sebebi ise onların istibdat rejimi ile yönetildiğinden dolayı olduğunun düşünülmesiydi. [35] Yani bu görüş şunu da ifade etmektedir. İstibdat rejimi olduğu sürece kaybetmeye mahkumuz.
Halkı galeyana getiren diğer bir olay Tahran valisinin muteber iki tüccarı falakaya yatırmasıdır. Bunlardan birisi oldukça yaşlı ve saygı duyulan birisiydi. Tahran valisi şeker fiyatlarının azaltılması bağlamında bu hareketi gerçekleştirmişti. Lakin büyük bir tepki ile karşılaştı. Halkın ulemanın ve diğer sınıftan insanların Abdülazim türbesine gitmelerinin sebeplerinden birisi de bu olaydır. Burada Şah’tan 4 istekte bulundular. Naus’un gönderilmesi, Şeriatın uygulanması, Adalet-hane’nin kurulması ve mezkur valinin değiştirilmesi. Şah ilk başta bu talepleri kabul etmediyse de sonrasında kabul etmek mecburiyetinde kaldı. Abdülazim türbesindekiler ise bu sayede Tahran’a geri geldiler. [36]
Adalet isteme hareketi Meşrutiyet istemeye dönüşünce karşılarında ulemadan Şeyh Fazlullah Nuri’yi buldular. Şeyh Fazlullah Nuri Adalethane fikrini savunuyordu ve şeriata dayalı bir yönetim istiyordu. Meşrutiyet hareketini ise batılı bir hareket ve İslami olmadığını düşünüyordu.[37] Feridun Ademiyet de aydınların ise Adalet-hane’ye itimat etmediklerini, parlamento ve meclis istediklerini dile getirmiştir.[38] Evet, aydınlar artık adalet-hane ile yetinemezlerdi. Çünkü kurtuluşu meşrutiyette ve istibdatın olabildiğinde ortadan kaldırılmasında görüyorlardı. Bu bağlamda Şeyh Fazlullah Nuri ve diğer ulema karşı karşıya geldi. Şeyh Fazlullah Nuri Meşrutiyetçilerin istediği düzene karşı çıkmaya ve diğer ulemanın karşısında yer almaya başlamıştı. Tartışma sonunda Fazlullah Nuri idam edilecekti.
Bu karışık dönemde İhtişamü’s-saltana Almanya’dan yeni dönmüştü ve Şah ondan devletin durumunun ıslahı için bir rapor istedi. O ıslah için elzem olarak mecliste bazı konulardan bahsetti ve bu durum ateşli tartışmalara sebep de verdi. Maliyenin ıslahı ve milli meclisin kurulması gerektiğinden bahsetti. Şah’ı da gerçekten ülkenin düzelmesini istiyorsa meclise uyması gerektiğini söyledi. Bu şahın yetkilerinin sınırlandırılması anlamına geliyordu. Veziriazam Aynü’d-devle bunu padişaha iletirken amaçlarının Kaçar hanedanını yıkmak olduğunu ve meclisin ise bahane olduğunu ileri sürdü. Lakin padişah ona şu cevabı verdi. “Batının hükümdarları milli meclisleriyle devleti yönetmektedirler, onların devletlerinin kudret ve istiklalleri bizimkinden fazladır.” Daha sonra bu beyan şehir de yayınlandı. [39] Daha sonra 5 Ağustos 1906 yılında Şah meclisin açılmasını emretti ve meşrutiyet hareketi bu sayede başarıya ulaşmış oldu.
Sonuç:
Bu konuyu ele alırken İran’ın coğrafya olarak bize yakın olmasının ne kadar önemli olduğunu fark ettim. Eskiden fikirlerin yayılması günümüzün şartlarında olduğu gibi hızlı ve ani bir şekilde olmadığından coğrafi olarak yakınlık oldukça önemliydi. İran coğrafya olarak yakın olduğu Osmanlı’dan oldukça etkilenmiştir ve karşılıklı etkileşim olmuştur. Osmanlı’da yapılan reform hareketlerinin raporlar vasıtasıyla dikkatle takip edildiğini görmekteyiz. Osmanlı’da İran’a ve İran’da olan gelişmelere kayıtsız kalmadı. Aynı zamanda görülen diğer bir husus olayların ve durumların benzerliğidir. Bizde Tanzimat ilan edildikten kısa bir süre sonra İran’da basılan ilk sistemli reform layihası Defter-i Tanzimat adını taşıyor. Bunun bir etkileşim sonucu olduğunu düşünüyorum.
[1] Ervand Abrahamian, Iran Between Two Revolution (New Jersey: Princeton, 1982) , s. 52.
[2] Orhan Doğan ve Aysel Erdoğan, “XIX. Yüzyılda İngiliz Sömürgeciliğinde Hindistan’ın Yeri ve Önemi,” Journal of Social Science 16:3 (2017), s. 843-844, http://dergipark.gov.tr/download/article-file/331711 (erişim 15.12.2017).
[3] Peter Avery, The Cambridge History of Iran (İngiltere, Cambridge, 2008), s. 180.
[4] DİA, 1. Cilt, “Abbas Mirza” s. 27.
[5] Abrahamian, Two Revolution, s. 54.
[6] Gökhan Bolat, 158-161 Mirza Taki Han (Emir Kebir) ve Reformları, Belleten 278 (2013): s. 158-161
[7] Encyclopaedia İranica, “Amir Kabir, Mirza Taqi Khan.”
[8] Encyclopedia İranica, “Amir Kabir, Mirza Taqi Khan.”
[9] Bolat, Mirza Taki Han ve reformları, s. 174-175.
[10] Arvand Abrahamian, Modern İran Tarihi, çev. Dilek Şendil( İstanbul: Türkiye İş Bankası, 2014), s. 52-53.
[11] Encyclopedia İranica, “Consession.”
[12] Abrahamian, Modern İran, s. 49-52.
[13] Abrahamian, Two Revolution, s. 58-59.
[14] John Foran, Janat Afary, A century Of Social Democracy and The Iranian Constitunal Revolution, ed. Janat Afary(ABD: Minnesota Press, 1994) s. 22-23.
[15] Hayreddin Karaman, “Cemaleddin Afgani,” DİA, s. 456-466.
[16] Encycylopedia Iranica, “Jamal-al-din Afgani.”
[17] Encyclopedia Iranica, “Jamal-al-din Afgani.”
[18] Osman Karacan, “1906 İran meşrutiyeti” (Yüksek Lisans Tezi, İnönü Üniversitesi, 2013), s. 139.
[19] Karacan, “İran Meşrutiyeti” s. 139.
[20] Karacan, “İran Meşrutiyeti” s. 139-140.
[21] Karacan, “İran Meşrutiyeti” s. 144.
[22] Encyclopedi Iranica, “Freemasonry In The Qajar Period.”
[23] Ozan Dur, “Muhammed Ali Furuği’nin Hayatı ve Eserleri” (Lisans Tezi, 29 Mayıs Üniversitesi, 2017) s. 20.
[24] Abrahamian, “ Two Revolution” s. 65-66.
[25] İsmail Rain, Feramuşhane ve Feramasonri Der İran, 1.cilt (Tahran: Emir Kebir, 1987) s. 3- 4.
[26] Ozan, “Muhammed Ali Furuği,” s. 20.
[27] Abrahamian, “Two Revolution,” s. 67-69.
[28] Hamid Algar, Din ve Devlet Der İran, çev. Ebu’l-Kasım Seri (Tahran: İntişarat-ı Tus, 1990) s. 309.
[29] Algar, Din ve devlet, s. 315-317.
[30] Abrahamian, “Two Revolution” s. 73.
[31] Feridun Ademiyet, İdeoloji-i Nohzet-i Meşrutiyet-i İran (Tahran, Kanun Kitap, 1940) s. 147-150.
[32] (Erişim: http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5a371ef23fdd66.37507673)
[33] Kaan dilek, “İran’da Meşrutiyet Hareketi ve Dönemin Siyasi Gelişmeleri” Akademik Ortadoğu 2 (2007): s. 51.
[34] Ademiyet, Meşrutiyet-i İran, s. 152-155.
[35] Kaan dilek, “Meşrutiyet Hareketi” s. 55-56.
[36] Abrahamian, Two Revolution, s. 80-83.
[37] Mehdi ensari, Şeyh Fazlullah Nuri (Tanran, Emir Kebir, 1990) s. 19.
[38] Ademiyet, Meşrutiyet-i İran, s. 158.
[39] Ademiyet, Meşrutiyet-i İran, s. 159-160.