Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilk anayasası 1921 Anayasası olan Teşkilat-ı Esasi, Osmanlı Devleti’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne geçişten hemen sonra ortaya çıkması ve dar zamanlı aceleye getirilmiş bir anayasa olmasından ötürü günümüzdeki anayasa tanımını tam karşılamamaktadır. 1921 Anayasası Türkiye Cumhuriyeti’nin tek yumuşak anayasasıdır. Bu anayasanın en büyük eksiklerinden biri ise; bireylerin hak ve ödevlerine yer verilmemesidir. 1921 Anayasası’nı takip eden 1924 Anayasası daha kapsamlı bir şekilde düzenlenmiş ve sert anayasa modeli benimsenmiştir. 1924 Anayasası bireylerin hak ve ödevlerine yer vermekle beraber sosyal haklara değinmemiştir. Yine 1924 Anayasası’nda çoğunlukçu demokrasi anlayışın benimsenmiştir. Bununla birlikte 1924 Anayasası için Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratikleşme sürecindeki en önemli ilk adımlarından biri olduğunu söyleyebiliriz.
1924 Anayasasında 68-88. Maddeleri arasında “Türklerin Kamu Hakları” olarak düzenlenen temel hak ve hürriyetlerde yalnızca yasakların adının sayıldığını ve bu yasakların tam olarak ne şekillerde gerçekleşebileceğine dair bir açıklama bulunmamaktaydı. Yani, 1924 Anayasası yasakların yalnızca isimlerini saymakla yetinmiş ve bu yasakların sınırlarının da kanunla düzenlenebileceğini öngörmüştür. Haklarının sınırlarının kanunla belirlenmesi yani meclisin temel haklar ve hürriyet üzerinde tam bir takdir yetkisine sahip olması, dönemin siyasal ve sosyal şartları açısından bir çok sorun yaratabilecektir. Osmanlı Devletinin çok uluslu bir yapıya sahip olması ve Türkiye sınırları içerisinde de bunun devam ettiğini kolaylıkla söyleyebiliriz. Meclis içerisinde çıkarılan haklar bakımından sınırlandırıcı kanunların azınlığa yönelik sıkıntıları ortaya çıkarabileceğini de kabul etmek gerekir. Türkiye Cumhuriyeti içerisinde yaşayan halkın temel hak ve hürriyetlerine yönelik düzenlenen ilgili maddelerin yan başlığının “Türklerin Kamu Hakları” olması da çoklu etnik yapısı bulunan bir devlet için isabetli bir başlık olmamıştır. Bunların en önemli sonucu olarak, 1924 Anayasası döneminde herhangi bir hukuk ihlali açısından kanunların anayasaya uygunluğunu denetleyecek bir yargı mekanizması bulunmaması ve herhangi bir yaptırıma maruz kalınamaması da azınlığın haklarının kolayca sınırlandırılabileceğinin bir kanıtıdır. 1924 Anayasası döneminde 1945’e kadar henüz çok partili hayata geçilmemiş olmaması, meclise CHP hükümetinin tek başına sahip olması, herhangi bir muhalefetin meclis içerisinde bulunmaması hak ve hürriyetleri kendi isteklerine göre sınırlandırabileceklerini ve bunu denetleyecek herhangi bir yargı mekanizmasının bulunmaması açısından ülkede tam olarak bir demokrasi anlayışının değil de daha çok çoğunlukçu bir demokrasi anlayışının hakim olduğunu söyleyebiliriz.
1961 Anayasası temel haklar ve ödevler kısmında 1924 Anayasasına kıyasen daha ayrıntılı bir şekilde düzenlemiştir. 1961 Anayasası kişilerin sosyal ve siyasal ödevlerine de yer vermiş ve bunları ayrıntılı bir şekide düzenlemiştir. 1924 Anayasasında sınırları ancak kanunla belirlenen bu hak ve ödevler, 1961 Anayasasında kanunla hakların ne şekillerde sınırlandırılabileceğini ve ne şekillerde sınırlandırılamayacağını göstermiştir. 1961 Anayasası m.11 e göre temel hak ve hürriyetlerin hangi ölçütlere göre kanunla sınırlandırılabileceği hükme bağlanmıştır. Yani, 1924 Anayasasında yasama organının temel hak ve görevler üzerinde tam olan takdir yetkisini 1961 Anayasası sınırlandırmıştır. Buna göre, 1961 Anayasası döneminde yasama organı anayasanın belirlediği ölçütlerde ancak bir sınırlandırma getirebilecektir. Yine 1924 Anayasası döneminde sahip olmadığımız yargı mekanizmasına, 1961 Anayasası döneminde yer verilmiş ve bununla da anayasanın üstünlüğü sağlanmıştır.
Toparlamak gerekirse, 1924 Anayasası döneminde temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması açısından yasama organı daha serbestken, yasama organının 1961 Anayasasında yer alan sınırlandırmaların dışına çıkamaması ve geniş bir şekilde düzenlenmesi, bunun yanı sıra 1924 Anayasasında sahip olmadığımız denetleme mekanizması olan yargı merciine 1961 Anayasasında yer verilmesi ve yine yargının bağımsızlığı ilkesinin getirilmesi yasama organının vatandaşlar üzerindeki sınırlayıcı yetkisini sınırlandırmıştır.
1924 Anayasası ve 1961 Anayasasında temel hak ve özgürlükler bakımından ortaya çıkan farklılıklara bir örnek olarak basın hürriyetini düzenleyen 1924 Anayasası m.77 ve 1961 Anayasası m.22 verilebilir. 1924 Anayasasında basın hürriyetinin hangi durumlarda kısıtlanabileceğinin belirtilmemesi basını tamamı ile özgür kılmıştır. Halbuki, küllerinden yeniden doğan ve toparlanmaya çalışan bu ülke sınırları içerisinde, o dönemin şartlarına göre basın gibi halkın ülke hakkında bilgi alabildiği tek ve en önemli iletişim kaynağının bu denli serbest bırakılması çok fazla soruna yol açabilirdi. Sınırlarının kanun ile belirlenmesinin bir sonucu olarak iktidar partisi kendisine muhalif olan basın organlarını bir kanun çıkartarak kolaylıkla kapatabilirdi. Bunun aksi olaraki 1961 Anayasası m.22’ye baktığımız zaman basın hürriyetinin hangi şekillerde kısıtlanabileceği açıkça yer almaktadır. Bu durum ise milletin bölünmezliği ve ülkenin iç güvenliği açısından önemli bir adımdır.
Kanunların yine herhangi bir kanunla değiştirilebilmesi ve ortadan kaldırılabilmesi sebebiyle, hakların ve hürriyetlerin hangi durumlarda sınırlanabileceğinin kanun ile belirlenmesi hukuk devletine ters düşer. Böyle bir ortamda bireylerin kendilerini güvende hissetmemeleri oldukça doğaldır. Hele ki bu durumun 1924 Anayasası döneminde olduğu gibi uzun süre tek partili bir sistem içerisinde olması durumu daha da kötüleştirmiştir. Haklarının iktidarın keyfine göre kısıtlandığını düşünen insanların kendisini yönetmesi için seçebileceği herhangi bir alternatif de yoktur. Bu durumda ise iktidarın tüm gücü kendisinde hissetmesinden daha doğal başka bir şey yoktur, çünkü iktidarın bir sonraki seçimlerde tekrar hükümetin başında olamama korkusu yoktur. Anayasanın üstünlüğü ilkesinin de henüz yerleşmediği, yargı mekanizmasının bulunmadığı, üstüne bir de herhangi bir muhalefet partisinin bulunmadığı 1924 Anayasası döneminde, insanların iktidarın iyi niyetli olmasını ummaktan başka bir çareleri yoktur.
Gülşah MİCAN