İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
1947 yılında bağımsızlığını kazanan Hindistan bağımsızlık mücadelesi verirken Gandhi’nin önderliğinde uyguladığı pasif direniş bağımsızlıktan sonra da Hindistan’ın dış politikasını etkileyen önemli bir unsur olmuştur.
Bunun yanında güçlü sömürge ve emperyalizm karşıtlığı ve bağımsızlığın şiddete başvurulmadan kazanılması gibi ilkelerden Hindistan’ın liderleri swadeshi (ekonomik açıdan kendi kendine yeterlilik), ahimsa (şiddetsizlik) ve ortaya çıkan soğuk savaş sonrasında ABD ile SSCB arasında pozitif tarafsızlık prensiplerine dayanan bir purma swaraj (tam bağımsızlık) dış politikası yürütmüşlerdir
Hindistan dış politikası geçmişten günümüze genellikle geçmişten ders çıkarımları ve yaşadığı travmaların etkisinde ilerlemiştir. 1940 ve 1950 yılları arasında Batı ile girdiği ilişkiler neticesinde Hindistan, bağımsızlığından sonra Batı’ya karşı bir güvensizlik duygusu beslemiştir. Bunun yanında II. Dünya savaşından sonra uluslararası sistemde oluşan çift kutuplu sisteme karşı tepkisel bir hareket olarak ortaya çıkan Bağlantısızlar Hareketi içerisinde Hindistan da bulunmuştur. Bağlantısızlar hareketinin içerisinde bulunmasının yanında ABD’nin öncülüğünde Kore’ye yapılan harekatı eleştirmiş ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulmasını olumlu karşılamıştır. Yine tekrar edilmesi gerekirse Hindistan dış politikasını geçmişteki edindiği tecrübelerine dayanarak şekillendirmiştir.
Nehru‘ya göre ise “Hindistan dünya ile barışık, kendi içinde bütünleşik bir ulus devlet bir yapısı altında konumlanmış laik ve demokratik bir toplum” olarak ifade edilmiştir. Nehru’nun bu ifadesinde ve 1962’ye kadar olan dış politika hamlelerinden de görüleceği üzere Hindistan’ın dış politikasında daha önce de dediğimiz gibi ahimsa yani şiddetsizlik prensibi ve bundan kaynaklanan ulusal çıkarını, gücünü muhafaza etme ve başka birinin ulusal çıkarına ve gücüne zarar vermeme ilkesi görülmektedir.
Hindistan’ın Gandhi’den etkilenerek uyguladığı dış politikası ve dış politikasındaki şiddetsizlik prensibi 1950’li yıllarda uluslararası camiada dış politikada ahlakilik ilkesi olarak bilinmiş ve Hindistan’ın dışarıdan yardım almasını kolaylaştırmıştır.
Hindistan bu dönemde güvenlik algılaması kapsamında 2 ana yol çizmiştir. Bunlardan ilki komşuları olan Pakistan ve Çin’den gelebilecek herhangi bir saldırı karşısında kendini savunma algısıdır. Bu algı ile Hindistan, saldırı pozisyonunda değil tamamıyla kendini savunma ve ulusal güvenliğini koruma politikası ile hareket etmiştir.
Aslına bakılacak olursa bu algı İngiliz sömürge döneminde Hindistan coğrafyası için İngilizlerin de sahip olduğu bir güvenlik algısıydı. İngilizler Hindistan bölgesine özellikle kuzeyden gelebilecek herhangi bir saldırıya karşı her an savunma modunda kalıp fakat hiçbir zaman saldırı moduna geçmeyecek bir güvenlik algısına sahiptiler. Hindistan’ın İngilizlerin bölgedeki bu güvenlik algısını miras olarak aldıklarını söyleyebiliriz.
İkinci güvenlik algısı ise bölgeye dışarıdan komşu bir ülkenin daveti üzerine yahut başka bir yolla gelen yabancı bir ülkenin bölgede kuracağı baskınlığı kendi güvenliğine tehdit olarak algılamasıdır. İleride göreceğimiz üzere Hindistan bölgeye ne ABD’nin ne de SSCB’nin gelmesini veyahut bölgede etkin olmasını istemiyor.
Genel hatlarıyla Hindistan’ın 1962 yılına kadar olan dış politikasının ana unsurları bu şekildedir. 1962 yılında Çin’e karşı savaşta aldığı mağlubiyet sonrası Hindistan hem kendi içerisinde hem de dış politikasında önemli değişikliklere gidecektir.
Yorum Yaz