İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Giriş
Hindistan dış politikasında sert geçişler yaşayan bir devlettir. Bu geçişlerden en önemlisini 1962 Çin hezimetinin etkisiyle dış politikasında agresif bir tutum sergilemeye başlamasıyla görüyoruz. Bu değişimler ise Hindistan’ın silahlanmasını ve enerjide alternatif seçenekler aramasına itti. Biz bu makalede Hindistan’ın 1962 savaşından sonra değişen dış politikasını ve bununla beraber hızlı silahlanmasını inceledik.
Öncelikle çalışmamızın ilk bölümde Hindistan’ın 1962’ye kadar dış politikasını ele aldık. Bu bölümde Hindistan’ın barışçı bir politikaları ve uluslararası camiadaki barış söylemleri üzerinde durduk.
İkinci bölümde Çin ile Hindistan’ın giriştiği 1962 savaşının tarihini, nedenlerini ve sonuçlarını inceledik. Bu neden sonuçlar ile de Hindistan’ın o zamanki durumunu değerlendirdik.
Üçüncü bölümümüzde ise artık 1962 savaşından sonra Hindistan’ın değişen dış politikası üzerinde durduk. Değişen dış politika ile askeriye de ve enerji alanında giriştiği hamleleri açıkladık.
Çalışmamızın sonuç bölümünde ise genel bir değerlendirme yaptık ve Hindistan’ın 1962 öncesi ve sonrası dış politikaları değerlendirdik. Çalışmamızın genelinde ise Hindistan’ın 1962 savaşından sonra dış politikasını değiştirdiğini ve artık silahlanan, komşularını ulusal güvenliğine tehdit olarak algılayan bir Hindistan’ın var olduğunu göstermeye çalıştık.
KURULUŞUNDAN 1962 ÇİN SAVAŞINA KADAR HİNDİSTAN DIŞ POLİTİKASI
1947 yılında bağımsızlığını kazanan Hindistan bağımsızlık mücadelesi verirken Gandhi’nin önderliğinde uyguladığı pasif direniş1 bağımsızlıktan sonra da Hindistan’ın dış politikasını etkileyen önemli bir unsur olmuştur. Bunun yanında güçlü sömürge ve emperyalizm karşıtlığı ve bağımsızlığın şiddete başvurulmadan kazanılması gibi ilkelerden Hindistan’ın liderleri swadeshi (ekonomik açıdan kendi kendine yeterlilik), ahimsa (şiddetsizlik) ve ortaya çıkan soğuk savaş sonrasında ABD ile SSCB arasında pozitif tarafsızlık prensiplerine dayanan bir purma swaraj (tam bağımsızlık) dış politikası yürütmüşlerdir.2
Hindistan dış politikası geçmişten günümüze genellikle geçmişten ders çıkarımları ve yaşadığı travmaların etkisinde ilerlemiştir. 1940 ve 1950 yılları arasında Batı ile girdiği ilişkiler neticesinde Hindistan, bağımsızlığından sonra Batı’ya karşı bir güvensizlik duygusu beslemiştir. Bunun yanında II. Dünya savaşından sonra uluslararası sistemde oluşan çift kutuplu sisteme karşı tepkisel bir hareket olarak ortaya çıkan Bağlantısızlar Hareketi içerisinde Hindistan da bulunmuştur. Bağlantısızlar hareketinin içerisinde bulunmasının yanında ABD’nin öncülüğünde Kore’ye yapılan harekatı eleştirmiş ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulmasını olumlu karşılamıştır. Yine tekrar edilmesi gerekirse Hindistan dış politikasını geçmişteki edindiği tecrübelerine dayanarak şekillendirmiştir.
Nehru‘ya göre ise “Hindistan dünya ile barışık, kendi içinde bütünleşik bir ulus devlet bir yapısı altında konumlanmış laik ve demokratik bir toplum” olarak ifade edilmiştir.3 Nehru’nun bu ifadesinde ve 1962’ye kadar olan dış politika hamlelerinden de görüleceği üzere Hindistan’ın dış politikasında daha önce de dediğimiz gibi ahimsa yani şiddetsizlik prensibi ve bundan kaynaklanan ulusal çıkarını, gücünü muhafaza etme ve başka birinin ulusal çıkarına ve gücüne zarar vermeme ilkesi görülmektedir.
Hindistan’ın Gandhi’den etkilenerek uyguladığı dış politikası ve dış politikasındaki şiddetsizlik prensibi 1950’li yıllarda uluslararası camiada dış politikada ahlakilik ilkesi olarak bilinmiş ve Hindistan’ın dışarıdan yardım almasını kolaylaştırmıştır.
Hindistan bu dönemde güvenlik algılaması kapsamında 2 ana yol çizmiştir. Bunlardan ilki komşuları olan Pakistan ve Çin’den gelebilecek herhangi bir saldırı karşısında kendini savunma algısıdır. Bu algı ile Hindistan, saldırı pozisyonunda değil tamamıyla kendini savunma ve ulusal güvenliğini koruma politikası ile hareket etmiştir.
Aslına bakılacak olursa bu algı İngiliz sömürge döneminde Hindistan coğrafyası için İngilizlerin de sahip olduğu bir güvenlik algısıydı. İngilizler Hindistan bölgesine özellikle kuzeyden gelebilecek herhangi bir saldırıya karşı her an savunma modunda kalıp fakat hiçbir zaman saldırı moduna geçmeyecek bir güvenlik algısına sahiptiler. Hindistan’ın İngilizlerin bölgedeki bu güvenlik algısını miras olarak aldıklarını söyleyebiliriz.
İkinci güvenlik algısı ise bölgeye dışarıdan komşu bir ülkenin daveti üzerine yahut başka bir yolla gelen yabancı bir ülkenin bölgede kuracağı baskınlığı kendi güvenliğine tehdit olarak algılamasıdır. İleride göreceğimiz üzere Hindistan bölgeye ne ABD’nin ne de SSCB’nin gelmesini veyahut bölgede etkin olmasını istemiyor.
Genel hatlarıyla Hindistan’ın 1962 yılına kadar olan dış politikasının ana unsurları bu şekildedir. 1962 yılında Çin’e karşı savaşta aldığı mağlubiyet sonrası Hindistan hem kendi içerisinde hem de dış politikasında önemli değişikliklere gidecektir.
ÇİN VE HİNDİSTAN İLİŞKİLERİ
Çin ve Hindistan ilişkileri ilk olarak dostane bir şekilde başladı. Yeni kurulan bu iki Asya ülkesinden Hindistan, Çin’i ilk tanıyan devletler arasında yer aldı.
Çin ve Hindistan’ın bu dönemde belirlemiş oldukları dış politika ilkeleri 1954 yılında imzaladıkları Panchsheel Antlaşması ile somutlaşmış ve Bandung Konferansı ile pekişmiştir.4
Çin’in 1950 yılında Tibet sorununa yaklaşım tarzı dolayısıyla Hindistan tarafından eleştirilmesi ve 1962 yılına kadar Çin ve Hindistan arasında giderek artan bir çatışma ortamı oluşmuştur.
Aynı zamanda SSCB’nin lideri Stalin’in 1953 yılında ölmesi ve Çin’in siyasi arenada yalnızlaşması Çin’i dış politikada agresif bir tutum sergilemeye itmiştir. Bununla beraber Çin’e karşı tavır takınan SSCB ve ABD, Çin- Hindistan gerginliği sırasında Hindistan’ın yanında durmuş ve desteklerini esirgememişlerdir.
Çin ve Hindistan Arasındaki Gerginlikler
Çin ve Hindistan arasındaki gerginlik asıl olarak 1951 yılında başladı. Bu gerginliklerin temel 3 nedeni var. Bunlar Tibet sorunu, Çin ve Hindistan arasındaki sınır sorunları ve Çin’in inşa etmeye çalıştığı otoyol projesidir.
Tibet Sorunu:
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Hindistan ve Çin’in arasında ilk çatışma kıvılcımı Tibet sorunu ile başladı. Çin’in belirlemiş olduğu “ülkenin bütünleştirilmesi ve sınırların savunulması” hedefi kapsamında, Tibet üzerinde kontrol kurma girişimi Çin-Hindistan çatışmalarının belirdiği ilk nokta olmuştur.5
Çin ülkenin bütünleştirilmesi ve sınırların savunulması gayesiyle Tibet’e askeri operasyon başlattı. Bu askeri operasyonla beraber Hindistan Çin’i eleştiren açıklamalarda bulundu. Fakat 1951 yılında tarafların anlaşmasıyla Hindistan geri adım atmak zorunda kaldı.
Tibet Hindistan ile Çin arasında sadece bu kadarlık bir sorun oluşturmamaktadır. Hindistan Tibet üzerinde herhangi bir toprak iddiasında bulunmasa bile Çin’in Tibet’e askeri operasyonundan sonra Hindistan sömürge döneminde elde ettiği ayrıcalıklarının devam etmesi isteği üzerine Çin ile Hindistan arasında oluşan çatışma ortamını bir kat daha arttırmıştır.
Tüm bunların yanında Tibet’te 1959 yılında çıkan ayaklanmada Tibet halkının dini lideri Dalay Lama’nın Hindistan’a sığınması ve Hindistan’ın Dalay Lama’yı Çin’e geri teslim etmemesi iki ülke arasındaki ilişkilerin artık kopma noktasına gelmesine sebep oldu.
Sınır Sorunları:
Hindistan bağımsızlığını ilan ettikten sonra bir takım sınır sorunları yaşamaya başladı. Bu sorunlar özellikle Çin ve Pakistan ile yaşandı. Sorunların asıl sebebi Hindistan’ın İngiliz sömürge döneminde sömürge altına aldığı bölgeleri üzerindeki hak iddiasından kaynaklanıyor. 1914 yılında Sir MacMohan tarafından çizilen sınır hattını kendine esas alan Hindistan’a karşı Çin ise 1914 yılında bu hattı kabul etmediklerini ve hala kabul etmiyor oluşlarını öne sürüyor. Fakat Çin her ne kadar kabul etmediğini söylese de 1914 yılında MacMohan sınır hattını da içeren Simla Antlaşması’nın düzenlemesi sırasında Çinli bir delegenin de komisyonda yer almış olması Hindistan’ın MacMohan sınır hattının her iki taraf için de geçerli olduğunu savunurken dayandığı önemli bir dipnottur.
Çin, Hindistan’a MacMohan hattını kabul etmediğini ve kullandığı haritaların kendisine ait olan bölgeleri de içerdiğini söylemiştir. 1962 yılında yaşanan savaş nedeninin asıl görünen nedeni de bu hat olmuştur. 20 Ekim 1962 yılında askerlerini Assam eyaletinin kuzey kısmından Hindistan içlerine sokan Çin, savaşı da başlatmış oldu.
Çin’in Otoyol İnşası:
Genel olarak geniş coğrafyalara hakim olan devletlerin hakim olduğu bölgeler arasındaki bağlantı sorunu Çin’inde başını ağrıtmaktadır. Çin bu sorunu aşmak için tüm Çin coğrafyasını çevreleyen bir otoyol inşa etme girişiminde bulundu. Fakat inşa edilmek istenen otoyol Hindistan’ın yönetimi altında bulunan ve Keşmir bölgesinin bir kısmı olan Aksai Çin topraklarından da geçmek zorundaydı. Çünkü Aksai’de Çin’in arkasında büyük bir engel, korkunç bir çöl Taklamakan vardı.6 Çin, otoyolunu ya Hindistan yönetimi altındaki bölgeden geçirecekti ya da aşılması hayli güç Taklamakan çölünden geçirecekti. Çin de bu iki seçenek arasında otoyolu Hindistan yönetimi altındaki Aksai Çin bölgesinden geçirmeye karar verdi. Ve bu karar savaşın temel nedenlerinden birini oluşturdu.
1962 Çin-Hindistan Savaşı
Savaştan önce yaşanan gerginliklerin giderilmesi ve sınır sorunlarının çözülmesi için Çin Zhou Enlai 1960 yılında Hindistan’a ziyarette bulundu. Bunun ardından Çin tarafı Hindistan’dan da aynı ziyareti bekledi ve sınır sorunlarını çözmek için ikili görüşmelere başlamak istedi. Fakat Hindistan tarafı müzakere tekliflerini reddetti. Hindistan sözcüsü bir beyanatında “Komünistler şimdiye kadar işgal etmiş oldukları toprakları muhafaza ederek ele geçirmek istedikleri için müzakerelere girişmek istemektedirler” açıklaması yapmıştı.
13 Ekim 1962 yılına kadar taraflar arasında bazı çatışmalar yaşansa da 13 Ekim’de Cedong ve Citung’da yaşanan çatışmalardan sonra Çin tazminat hakkını saklı tutacağını belirtmiş, Hindistan Savunma Bakanı Krishna Menon ise “Son insana, son silaha kadar çarpışmaya hazırız” diyerek hiçbir şekilde yılmayacaklarını ifade etmişti.7
Diplomatik yolların kapanmasıyla beraber 20 Ekim 1962’de Çin Himalayalar üzerindeki iki koldan Hindistan’a saldırarak Çin-Hindistan savaşını başlatmış oldu.
Devam eden savaşta Hindistan üzerinde yoğun bir baskı kuran Çin birçok karakolu ele geçirdi ve savaş boyunca Hindistan’a karşı üstünlük sağladı. Hindistan Başbakanı Nehru ise ABD ve İngiltere’den yardım istemediklerini ama lazım olan şeyleri satın alabileceklerini belirtti. Böylelikle yardım alma konusunda açık bir kapı bıraktı. Çeşitli ülkelerden silah yardımında bulunulacağı açıklandı.
Savaş öncelikle 21 Kasım’da Çin tarafından ateşkes ilan edilmesi ile duraksadı. Ardından 23 Kasım’da Hindistan’ın da ateşkes ilanıyla sona erdi. Ateşkes sonrasında Başbakan Nehru parlamentoda yaptığı bir konuşmada şu anlık Çin ile savaşın bittiğini ama her daim Çin ile bir savaşa hazır olunması gerektiğini vurguladı. Bunun yanında Çin Hindistan topraklarında ele geçirdiği yerlerin doğu kısmını Hindistan’a geri bıraktı.
1962 SAVAŞINDAN SONRA DEĞİŞEN HİNDİSTAN DIŞ POLİTİKASI
Hindistan’ın 1962 savaşında Çin karşısında yaşadığı hezimet ve kurulduğundan beri yaşadığı sorunlar sebebiyle Pakistan ve Çin’in ortak hareket etme yönelimleri Hindistan’ı dış politikasında daha sert ve agresif bir yol tutmaya itti. Özellikle de silahlanma konusunda Hindistan 1962 savaşı öncesine göre daha hızlı bir yönelim gösterdi.
1954 yılında nükleer silahların yasaklanması hususunda dünyaya çağrı yapan Hindistan’ın 1962 yenilgisisin ardından Homi J. Bhabha gibi önderler sayesinde dünyadaki nükleer enerji edinme furyasına Hindistan’ın da katılması gerektiği ve en yakın zamanda Hindistan’ın da nükleer enerjiye sahip olması gerektiğini vurgulandı.
Dış Politika’da Değişen Silahlanma ve Nükleer Enerji
Soğuk savaşın çetin bir şekilde hissedildiği 60’lı yıllarda Hindistan, 1962’de aldığı Çin yenilgisi ve komşularının kendi arasında artan güvenlik işbirliklerinden endişelenerek nükleer enerjiye sahip olması gerektiğine karar verdi. 1964 yılında Hindistan Başbakanı Shastri de Hindistan’ı altı ay içinde silah kapasitesine ulaştıracak bir program başlattı.8
Hindistan’ın nükleer silaha sahip olma isteği bölgesel bir güç olarak Çin’i tehdit olarak algılamasından kaynaklandı. Bunun yanında çift kutuplu bir uluslararası sistemde bağlantısızlık hareketini seçen Hindistan, kendini bu sistem içerisinde yalnız hissetti. Bu da etrafındaki ülkeleri ulusal güvenliğine bir tehdit olarak algılamasına neden oldu.
Hindistan nükleer silaha sahip olma çabalarını sürdürürken 1954’te başlattığı nükleer silahların yasaklanması yine çağrısını devam ettirdi. Fakat bu çağrıyı nükleer silah edinmeye çalışırken yaptığı için uluslararası kamuoyunda bu çağrısı samimi bulunmadı. Hindistan’da bu çelişkiyi “herkes nükleer kapısını kapatmazsa, Hindistan’ın bunu yapması çıkarına uygun olmayacaktır”9 şeklindeki cümlelerle açıklamaya çalıştılar.
Hindistan 1974’te gerçekleştirdiği ilk nükleer denemesine “barış amaçlı nükleer patlama” adını vermiş ve 15 kilotonluk bir atom bombası patlatarak bu denemeyi başarıyla gerçekleştirmiştir.10 Bu denemeden sonra birçok defa nükleer deneme yapan Hindistan 1998 yılında yaptığı son 6 deneme ile artık nükleer güce sahip bir ülke olduğunu uluslararası camiaya kanıtlamış oldu.
Nükleer güce kavuşan Hindistan’ın aynı çabayı kimyasal silah üretiminde de gösterdiği bilinse de Hindistan kendisinde kimyasal silah bulunduğu iddialarını reddetmektedir. Çinli uzmanların 90’lı yıllarda Hindistan’da tonlarca “Hardal gazı” olduğunu öne sürmüş, Hindistan da 2007 yılına kadar elindeki kimyasal silahları imza attığı Kimyasal Silahlar Sözleşmesinden ötürü imha edeceği sözünü vermişti.
SONUÇ
1947’de kurulan Hindistan, ilk başlarda dış politikasında barışçı politikalar izledi. Çift kutuplu sistemde Mısır ve Yugoslavya ile birlikte öncülüğünü yaptığı Bağlantısızlar hareketini kurarak üçüncü bir kutupta yer alarak SSCB- ABD savaşında tarafsız kaldı. Aynı zamanda dış politikasının ana hattını oluşturan komşularla iyi ilişki kurma ideali yolunda da çaba gösterdi.
Hindistan uluslararası camiada popülerlik kazanan nükleer güç edinme hareketlerine de karşı çıktı. Barışçıl bir uluslararası sistem için nükleer enerjinin yasaklanması çağrısı yapan Hindistan bu konuda belli bir süre kararlılık gösterdi.
Fakat öncelikle Pakistan ve Çin ile başlayan çekişmeler ve savaşlar Hindistan’ı bir zaman sonra daha sert ve barışçıl olmayan bir dış politika sergilemeye itmiştir. Çin ile 1950’lilerde başlayan sınır anlaşmazlıkları ve diğer sorunlar 1962 yılında savaşa dönüştü. Savaşta çok fazla bir varlık gösteremeyen Hindistan, Çin karşısında ağır bir yenilgi aldı. Bu yenilgi Hindistan’ı barışçıl dış politika idealinden koparmış sonrasında da 1965 Pakistan savaşında Çin’in Pakistan’la yakınlaşması ve iki devletin artan iyi ilişkilerinden epey ürken Hindistan, ulusal güvenliği açısından bu iki devleti bir numaralı düşman olarak algılamıştır. Barış yanlısı politika güden Hindistan yaşanan bu iki savaştan sonra ki politikalarını nasıl çizeceğini Başbakan Nehru’nun bir bakıma şu sözü ile açıklamıştır; “Pakistan bizi büyük bir rüyadan uyandırdı”
Hindistan’ın bu tehdit algısı 1962 yılından sonra barışçıl dış politikasını değiştirerek daha agresif bir tutum sergilemesine sebep olmuştur. Diğer taraftan uluslararası sistemde artan nükleer enerjinin önemi ve ulusal güvenlikte bir numaralı çözüm olarak görülmesi Hindistan’ı nükleer güce sahip olmaya itmiştir. Netice itibari ile 1964 yılında nükleer enerji için çalışmalara başlayan Hindistan, 1974’te ilk nükleer denemesini gerçekleştirmesinin yanında kimyasal silah ve diğer konvansiyonel silahlarını geliştirmeye yönelik üretim çabalarını artırmıştır.
DİPNOTLAR
1 Gandhi pasif direnişi; kendileri bizzat şiddet kullanmasalar bile şiddete maruz kalma riskini göze alabilen toplulukların gösterdiği mücadele şekli olarak tanımlamıştır.
2 Chris Ogden, Hindistan Dış Politikası, İstanbul, 2016, s. 21
3 Vrajendra Raj Mehta, Thomas Pantham,Political ideas in modern India: Thematic ExplorationsProject of History of Indian Science, Philosophy and Culture, SAGE 2006 s. 200.
4 Müge Yüce, “Çin-Hindistan İlişkilerinin Çatışma Ve İş Birliği Teorileri Açısından Analizi”, İstanbul, 2014, s. 34
5 Doç. Dr. R.Kutay Karaca, Arş. Gör, Müge Yüce, “ Asya’da Barış ve Güvenliğin Yeni Parametleri Işığında Çin- Hindistan İlişkileri”, V. Uludağ Uluslararası İlişkiler Konferansı Tam Metin Kitabı, Bursa, 2013, s.492
6 Helman Kulke, Dietmar Rothermund, Hindistan Tarihi, Ankara, 2001 s. 485
7 Milliyet Gazetesi, 16 Ekim 1962
8 Chris Ogden, Hindistan Dış Politikası, İstanbul, 2016, s. 78
9 Rajesh M. Basrur, Nuclear Weapons and Indian Strategic Culture, 2001, s. 195 10 Tolga Barış Kılıçkap, Bölgesel Güçten Küresel Güce Hindistan, 2007, s. 116
KAYNAKÇA
[1]. Kılıçkap B. K. (2007), Bölgesel Güçten Küresel Güce, İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık
[2]. Ogden C. (2016), Hindistan Dış Politikası, İstanbul: İyi Düşün Yayınları
[3]. Kulke H., Rothermund D.(2001), Hindistan Tarihi, Ankara: İmge Yayınları
[4]. Yıldırım Y. (2016) Dış Politikada Yumuşak Güç Ve Seçili Örnek Hindistan, Yüksek Lisans Tezi, Ufuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
[5]. Sarıalioğlu İ. (2007), Hindistan Çin İlişkilerinde Tibet Sorunu, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü
[6]. Akyüz A. (2007), Soğuk Savaş Sonrası Hindistan’ın Avrasya Jeopolitiği’ndeki Yeri, Yüksek Lisans Tezi,
Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
[7]. Yüce M. (2014), Çin-Hindistan İlişkilerinin Çatışma Ve İş Birliği Teorileri Açısından Analizi (1990-
2013), Yüksek Lisans Tezi, Harp Akademileri Stratejik Araştırmalar Enstitüsü
[8]. Yüce M. (11-12 Aralık 2013), V. Uludağ Uluslararası İlişkiler Konferansı “Barış ve Güvenliğin Yeniden İnşası”, Asya’da Barış ve Güvenliğin Yeni Parametrleri Işığında Çin-Hindistan İlişkileri, Konferans Tam
Metin Kitabı, Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Bursa
[9]. Yılmaz S., Hindistan ve Soğuk Savaş
[10]. Çelebi S. (2009), Güney Asya’nın Güncel Jeopolitiği Bağlamında Uluslararası Politikada
Mevcut Ve Muhtemel Yeri, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
[11]. Şimşek A. (2011), Soğuk Savaştan Günümüze Yükselen Hindistan ve Dış Politikası, Yüksek
Lisans Tezi Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Yorum Yaz