28 ŞUBAT DÖNEMİNDEN BİR KESİT

GEZİ - ANI

  1. Bacımın örtüsü batmışsa zalimin gözüne,

    Billah acırım tükürüğe,tükürsem yüzüne,

    M. Akif Ersoy

İrtica dediler, laiklik elden gidiyor dediler, kumpas kurdular, baskı yaptı ve postallar yeniden dışarı çıkmak için cilalanlandı. Ülkeyi bu kumpas ile birlikte yeniden karanlıklara hapsettiler. Zulüm, işkence, psikolojik baskı... Müslümanlar bu süreçten sonra ülkede bir azınlık gibi yaşamaya başladı. Fakat ben bu yazı da size 28 Şubat'ta yapılan zulümleri ve ödenen bedelleri değil ondan yıllar sonra yaşanmış ve her şeyden habersiz bir çocuğun başından geçen olayı anlatacağım...

Ak parti döneminin henüz başlarıydı. 1000 yıl sürecek denilen 28 Şubat’ın etkileri devam etmekte onların deyişle din ve devlet işleri hatta ülke ve din birbirinden ayrılmış durumda idi.

Dedem mahalle camisinin müdavimlerindendi. Bir yaz günü bizim eve gelmiş ve benim yaz tatili boyunca camide ki kur’an kursuna gideceğimi söylemişti. Bunu duyunca ben hem merak hem de heyecan ile kur’an kursunun başlayacağı ilk pazartesiyi bekler olmuştum.

Ve ilk pazartesi gelip çatmıştı. Sabahın 9’unda gözlerimde uyku, elimde elif cüzüm cami yolunu tutmuştum. Daha evdekiler beni tek başıma bakkala göndermezken ben kur’an için cami yolundaydım. Camiden içeri girdiğimde beni bir korku sarmıştı. Çünkü kursta benim yaşıtım çocuk yok denecek kadar az ve diğerleri benim iki katım gibiydiler.

Bunun yanında kurs hocamız beni görünce şaşırmış ve yüzünü bir endişe kaplamıştı. Ben ise bozuntuya vermeden geçip bir yere oturmuştum. İlk gün harf talimi ve peygamber efendimizin ahlakından konuşularak geçirilmişti. Ama ders çıkışında hocamız bizden kimlik fotokopisi istemiş ve herkesin 12 yaşından büyük ve 5. Sınıfta olması gerektiğini ve bunun resmi işlemler için gerekliliğinden söz etmişti. Sözde devletimiz bizi düşünerek, benim gibi çocukların erken yaşta din eğitimi almasının onları yanlış ve kötü etkileyeceğinden endişe ederek böyle bir karar çıkarmış. Kursu çok sevmeme rağmen bu ortamdan ayrı düşeceğimden içimi bir korku sarmıştı. Çünkü ben okula bile daha yeni başlamıştım. Ben kim 12 yaş kim diye düşüne düşüne evin yoluna düşmüştüm. Durumu akşam dedeme anlatmış ve gitmek istediğimi bildirmiştim. Dedem camide cemaat sayısının da az olması hasebiyle hatırı sayılır kişilerindendi. Caminin imamı ile konuşarak beni kuran kursuna göndermek istediklerini ve bunun için bir şeylerin yapılması gerektiğini anlatmış ve imamda yapılan bu ısrara karşı daha önceki senelerde de yapıldığı gibi meşru olmayan kaçak durumda derslere katılabileceğini söylemişti.

Bu olayın ardından hayatımın en güzel ve eğlenceli günleri başlamıştı. Sabahları kur’an kursuna gidiyor ezber yapıyor, kur’an okuyor, koşuyor, güreşiyordum. Cami ortamı bir çocuk için adeta huzur ortamıydı. Tabi arada sırada yaptığımız yaramazlıklar ( filmler de gösterildiği gibi rahleyi devirmek gibi nedenlerden olmasa da) sonucu hocalarımızdan birkaç fiske yediğimiz oluyordu. Bunlara şimdilerde o ortamın tuzu biberi diyorum.

Zaman bzim için böyle eğlenceli ve dolu dolu geçerken bir gün hocamız dersi durdurmuş ve bizimle önemli bir şey konuşacağını söylemişti.  Konuşmasında sesi endişe dolu bir şekilde bize şunları söylemişti; yakın zamanda çevre kur’an kursları teftiş edilmeye başlanmış ve sıra bizim kur’an kursuna yaklaşmış durumdaymış. Gelen kişiler sınıfta bulunan çocukların yaşlarını kontol ediyor, hocanın işlediği konular içinde cihad, şeriat vb. müslümanlar da namaz, oruç, zekat gibi ibadetlerden ayrı toplumsal bir hareketlilik ve bilinçlenme doğuracak konular işleniyor mu diye teftiş ediyorlarmış.

Konuşmasının sonucunda hocamız 12 yaşından küçüklere iki seçenek sunmuştu. Bu seçenekler şu şeklideydi, bizim ya belli bir süre gelmemiz ya da bu teftiş sırasında kendi yaşının 12 olduğunu ve 5. Sınıfa gittiğini söylememiz olduğuydu. Ben kendi hocamdan bu söylediklerini duyduğuma şaşırmıştım. Çünkü bize yalan söylemenin yanlış bir şey olduğundan bahseden adam şimdi bizden yalan söylememizi istiyordu ve bunu hem bizim hemde ülkemizin geleceği için istiyordu.

Bu endişe dolu günlerden bir gün o çocukluğumuzun korkulu canavarları bizi teftiş etmeye gelmişti. Her şey yolunda gitmiş, herkes 12 yaş ve üzeri olduğunu söylemiş hocamız ise her zaman oluğu gibi(!) bize güzel ahlak, çevreyi temiz tutmak gibi meselelerden bahsetmişti ve bir sıkıntı çıkmamıştı. Ama bu yaşanan olay bizim aklımıza bir çivi gibi kazınmıştı.

İşte benimde 28 Şubat ile ilk tanışmam ve kaynaşmam bu olay ile başlamıştı. Daha sonrası ise malum 1000 yıl sürecek olan 28 Şubat dönemi daha 10 yıl sürmeden bitmişti.

Tarihe dönüp bakacak olursak, kendi halkının ahlakını bozduğu için dansı yasaklatan durumdan, 300 yıl sonra artık gavura gavur dememizin yasakladığını ve yaklaşık 150 yıl sonra ise kendi dinimizi öğrenmek için yalan söylemek zorunda kaldığımız bir duruma geldiğimizi görüyoruz. Yere düşen İslam sancağını düştüğü yerden kaldırmadığımız sürece müslümanlar olarak bu vatanda sayıca çok, görüş olarak azınlık kalacağımızı gösteriyor.

Son olarak bu yaşadığım olay 28 Şubat’ta bedel ödeyen müslümanların yaşadıkları zulümlerin yanında deve pire kaldığını çok iyi biliyorum. Lakin bu olaya tanıklık ettiğim için şükrediyor ve bu vatanın hangi dönemlerden geçtiğini ve nereye nasıl geldiğini bu olay sayesinde çok iyi idrak edebiliyorum.

Rabbim bu din için bedel ödeyen herkesten razı olsun…

Mehmet AYAYDIN
Mehmet AYAYDIN

Politics and South Asian Studies [email protected]

Yorum Yaz