26/10/2020
Halkalı
Oktay KAYMAK
Alper CANIGÜZ’e
BE-LÍ[1] Alper CANIGÜZ (BE-LÍ DINGIRMEŠ ′ TI-an ḫar-kán-du nu BE-LU pa-aḫ-ša-an-ta-ru)[2]
Selamunaleykum, direkt konuya gireceğim. Menteş’ten öğrendim. Mektubu, saatte 301 km. gidebilen bir spor araba gibi tasarlıyorum. Dileyen okur yavaş yol alabilir, fakat hızlı okunmaya elverişli bir anlatımı benimsiyorum.[3]
Gerçekten, bütün kitaplarını sayfaları doldurmak için mi yazdın?
Umberto ECO ile yapılmış bir mülakat[4] okudum geçenlerde. ECO der ki; “Dinle, yazmak bir kâğıdın üzerine ille de kelimeler dizmek değildir. Yürürken ya da yemek yerken de yazarsınız.” Bahsettiğin hayat kitabı yazmaksa evet sayfaları doldurmaya çalıştığımız doğru, yok eğer normal bir roman yazmaktan bahis ise sayfaları doldurmak için roman yazmak bana pek hoş gelmedi be BE-LÍ. Tamam, saygı duyarım ama kabul edemem.
-Şey diyorlar senin yazdıkların için…
-Şey diye başlıyorlar hani…
-Şey ya
“Kıvrak bir kalemden saçma-komik bir psikolojik serüven romanı. Gerçekten saçma, gerçekten komik, gerçekten psikolojik, gerçekten serüven, gerçekten roman.”
BE-LÍ biliyor musun? Her yerde namlular ateşimizi ölçüyor. Çok yavaş yaşıyoruz. Yaşlanınca öleceğiz. Cesedimiz yakışıklı olmayacak. Sonra;
-Şey diyorum ben
-Şey
– “Gerçekten saçma, çok komik değil, ‘psikolojik’ ne demek bilmiyorum(Psikoloji okuyunca oluyor galiba), bu nasıl serüven, şakacıktan roman.”
BE-LÍ, Bazı yargılar kurtarır belki bizi; “Güzel olan her şey doğrudur.” Ama bir sorun var. Mantıksal bir önerme sorunu.
Destructive Dilemma -Yıkıcı İkilem-
-Bir Canıgüz kitabı-
p → q: Eğer güzel olursa doğru olacak.
r → s: Eğer doğru olursa güzel olacak.
~r V ~s : Güzel olamaz veya Doğru olamaz.
∴ Sonuç olarak hem doğru hem de güzel olamaz.
Sözü nereden nereye getirdik. Hâlbuki başka şeyler anlatmak gerekiyordu. Bunca çelişki, acı, yılgı, öfke, umut, başkaldırı… Ahlaksız bir hukuk, gücün hukukudur. Büyük uydurukçu olmak istiyorsak eğer, bence biraz buradan uydurmalıyız. Bir “üst bakışımız” olmalı. Buradan uydurursak eğer mantık kurallarını alt-üst ederiz. Düşünsene, uydurma olduğu için doğru değil, yaşandığı için doğru. Uydurma olduğu için güzel, yaşandığı için güzel değil. Güzel olduğu için uydurulmuş, uydurulduğu için yaşanamıyor. Doğru olmadığı için güzel, güzel olduğu için doğru… Yani UYDURULMUŞ GERÇEKLİK
Kafan karışmış olabilir daha da açıklayayım. Kurgu hem gerçekliğe yakındır hem de gerçeklikten çok uzaktır. Kurgunun sınırları bazen belli, bazen muğlaktır. Kurgunun nerede başlayıp bittiği şüphesi aslında gerçekliğin nerede başlayıp nerede bittiği şüphesidir. İyi uydurukçular bu şüpheyi ayrıcalıklı kimliği ile oluşturur. Çünkü onlar, gerçek dünya ile kurgu dünyasının gerçekliğini kurguda birleştirebilen bir kişilerdir. Dolayısıyla okura da bu boz(dur)ulmuş, yapısı değiş(tiril)miş, doğası farklılaş(tırıl)mış gerçekliği verirler. Bu gerçeklik hem gerçekmiş hem de değilmiş gibi görünür. Çünkü kurgu bir ‘sahte-gerçek’ veya bir ‘gerçek-sahte’dir. Yani gerçeklik gerçekliğin bir yansımasıdır, gerçeklikten izler taşır ama bunu kendi gerçekliği ile yoğurur ve ortaya kurgusal, kurgu dünyasının kabullerine bulanmış bir gerçeklik çıkar.
SON TEKLİFİMDİR DÜNYAYA![5]
EY SOSYALBİLİMCİLER! BİRAZ ROMANBİLİM ALIR MIYDINIZ?
BE-LÍ, boş ver bunları sen doldur sayfaları! –zaten kitaplar onun için vardır.- Dindarlardan bahset biraz, bıyık bırakanlarından ya da. 28 Şubat mı diyorduk. Basit gerçekler şaşırtıcıdır. #Romantikİslam: 5 kuruş. 28 Şubat: #PahaBiçilemez[6] Neyse ya. He bak geçen ne oldu; Geçen hafta Vehbi Abinin oraya 4 tane genco geldi. Façan yansın kaaarşiim olanlardan. Vehbi Abi artık dünya malını terk etmiş biliyor musun? Uzaylılara çalışıyor! İnanmayacaksın ama Vallahi gözlerimle gördüm gençlere çay bardağında yeşil bir şeyler[7] verdi. Gençler o yeşil şeyi içtikten sonra “Dilara-Snapchat-Berkcan” diye bir anlam değer üçgenin girdabında dönüp durdu. Uzaylılar diyorum Uzaylılar! Vehbi Abiye gelmişler. Sen seversin Uzaylıları. Bir ara uğra sana yeşil şeyden ısmarlayayım.
-Rıza, Rızaa
– 1 Çay, Uzaylı BE-LÍ için de yeşil şeyden…
Ah, ne çok yazmak isterdim! Ama gurub etti güneş, dünya karardı. Artık vakit çok geç.
Not: Mektubun dipnotlusu olur mu deme. Ben yaptım oldu. Senin için anadilde bir şeyler bırakıyorum. (Anadilde olmasına ilişkin kanaatlerimi şöyle paylaşabilirim[8]; Bediüzzaman Said Nursi Divan-ı Harb-i Örfî isimli eserinin hatimesinde, ‘İnsanda kaderin sikkesi lisandır. İnsaniyetin sureti ise sahife-i lisanda nakş-ı beyan tersim ediyor. Lisan-ı maderzade ise tabii olduğundan, elfaz davet etmeksizin zihne geliyor.’ Yani şunu söylüyor, Senin 5 yaşındaki Alper Kamu’yu ele alırsak, 5 yaşındaki bir çocuk sadece kendi kalbindeki manayı düşünmek mecburiyetinde kalır. Manayı düşündükten sonra, onun hafızasında tahayyül etmek suretiyle anasından aldığı elfazlar hazır paket olarak mevcut olduğundan o kelimeler ve elfazlar kalbine düşer ve böylece kendini ifade ederken sıkıntı çekmez. Ama anadilde getirilecek bir yasakta durum şöylece işleyecek Alper Kamu bir taraftan manaları düşünecek –kalbindeki mana- diğer taraftan hafızında elfaz bulunmadığı için, anasından almadığı için, ithal etme yoluna gitmek suretiyle o elfazları bulma girişimi olacak. Sadece bulmakla kalmayıp bulduğu elfazları ölçüp biçmek suretiyle kendi kalbindeki manaya uydurarak adeta 5 yaşında bir mütercim görevi üstlenecek. Senin Alper Kamu için bu pek olağan üstü sayılmaz. –sonuçta roman- Ancak normal bir çocuğu ele alırsak hiçbir insaf[9] hiçbir şefkat ve merhametle ile açıklanmayacak bir durum olduğu görülecektir.)[10]
Çok afili değil ama olsun;
Îstambûl’ê ûcê dunê
Ke’ezî be te re namêya bişînim, nizanim şunê
li min, li min, li min, li min
gotin yara te dane xelkê
ez çi’r bikim malê dunê
li min, li min, li min, li min[11]
Sevgiler…
É-imzalı sayılır
[1] Hitit Mektuplarında kullanılana bir hitap şekli “BEY” anlamına gelir. Bkz. http://sosbilder.igdir.edu.tr/Makaleler/2084769459_08_Aslanturk_(139-155).pdf
[2] (Hititçe) Beyimi, tanrılar hayatta tutsunlar ve beyimi korusunlar!
[3] Romanlarını 3oo km/h yazan Murat Menteş yani
[4] http://www.lacivertdergisi.com/soylesi-umberto-eco-sayi67/
[5] Uslu çocukları çarmıha geren bir Güven ADIGÜZEL şiirine atıftır.
[6] MasterCard Reklamcılarının paha biçemediği bazı şeylere atıf.
[7] Oralet: 1960’larda Eczacıbaşı‘nın piyasaya sunduğu bir üründür. Kavanozlarda sadece turuncu renkli portakal aroması olarak pazara sunulmuştur. Daha sonra 1980’li yıllarda rakip olarak Lezzo gibi başka markalar da pazara girince Oralet pazar payını oldukça yitirmiş, 1995 yılında piyasadan çekilmiştir. 2007 yılında Eczacıbaşı grubu tekrar üretim kararı almıştır. Türkiye’de hazır gıda tüketiminin az olduğu dönemde tam isim karşılığı bulunamamış bu nedenle Eczacıbaşı’nın diğer bir markası Selpak gibi markası isim olmuş bir içecektir. Piyasaya sürüldüğü dönemlerde buzdolabının yaygın olmaması nedeniyle soğuk içme alışkanlığı gelişmediğinden, özellikle sıcak içilen, çay ve Türk kahvesine alternatif olmuştur.
[8] Molla Feyzi düştü hatırıma, ne güzel anlatırdı.
[9] İnsaf: Arapça nṣf kökünden gelen inṣāf إنصاف “ılımlılık, merhamet” sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça niṣf نصف “yarım” sözcüğünün ifˁāl vezni (IV) masdarıdır. ( Derdimi seninle bölüşmek istediğim için “yarım” manasındaki bu sözcüğe özellikle dipnot düştüm)
[10] İstisnasız her peygamberi kendi kavminin diliyle gönderdik ki onlara açık açık anlatsın; bundan sonra Allah dilediğini sapkınlık içerisinde bırakır, dilediğini de doğru yola iletir. O, güçlüdür, hikmet sahibidir. (İbrahim,4)
[11] İstanbul dünyanın ucu
Kimsem yok ki sana mektup göndereyim bilmem nereye
Li Min Li Min Li Min Li Min (vay bana)
Dediler yarini ele vermişler
Ben nedeyim dünya malını
Li Min Li Min Li Min Li Min (vay bana)