Zîrâ ‘âile mektebin küçüği, mekteb de mensûb oldığı hey’et-i ictimâ‘iyyenin bir nümûne-i asğarıdır. Hey’et-i ictimâiyye ne ise ‘âile de odur. Bunlar biri ibtidâ, diğeri intihâ olmak üzere iki tarafı irâe ider.
Ne mes‘ûdiyet! Bâ‘is-i şevk-i ‘âile olan Kerîme büyümüş, harekâtı, etvârı, evzâ‘ı, tatlı dili, feryâdı, figânı, teessürü, infi‘âli ile koca hâneyi işgâl itmeğe başlamış. Çocuk hânenin hayât-ı ictimâiyyesine delâlet itdiği cihetle peder ve maderinin her dürlü ihtimâmâtı o semere-i fuâdın ta‘lîm ve terbiyesine mahsûr kalır. Çocuk, tamâmiyyet-i ‘âileyi teşkil eylediği cihetle efrâd-ı ‘âilenin kâffesi ânın vücûdundan müstefîd olarak binâ-yı medeniyetin üssü’l-esâs-ı metîni olan tekessür-i ensâl kaziyyesini ânda görerek mesrûr olur. Çocuk zekâvet ve fetânet-i beşeriyyenin harekât-ı tedrîciyyesini isbât ider berâhîn-i tabî‘iyyeden olması hasebiyle efrâd-ı beşer ândaki tahavvülât-ı rûhiyye ve zihniyyeyi birer birer seyr iderek ahvâl-i hazıra-i medeniyyenin menâkıb-ı ciddiyye ve ‘ilmiyyesinden olan tergîb-i mesâ‘î ve teşvik-i a‘mâl mevâdd-ı mu‘tenâsının kendi nefsinde dahî tamamen husûline sâ‘î olur.
Kerîme büyümüş, henüz altı yaşında, sarı, kıvırcık saçları omuz başlarına henüz irmiş, küçük vücûdını beyaz bir fisto örterek serî‘, mini mini ayaklarını ‘üryân bırakmış. Fakat evdeki şemâteti, velvelesi, artık zevâl-pezîr olacak her gün neş’eler içinde kalamayacak. Zîrâ hayâtın ekdâr ve âlâmı pek kısa olan ‘âlem-i neş’eyi çabucak ta‘kîb ider. Binâen aleyh hazîne-i âmâli küçükden tüketmek revâ değildir. O küçük dimâğda bir takım mahfûzât-ı mesrûrâne bulunmalı. O küçük dimâğda bir takım hâtırât-ı beşeriyye bulunmalı. O küçük zihin, müktesebât-ı hazıra ve müstakbelesi ile kesb-i tevessü‘ iderek binâ-yı ‘âileyi tahkim idecek esbâb ve vesâiti istikmâle mücidd ve mukdim olmalı.
Kerîme büyümüş, artık sinn-i tahsîl dahî hulûl itmiş. Cem‘iyyât-ı beşeriyyenin en büyük, en mühüm mektebi olan ma‘ârif-i beytiyye dairesine girmiş. O ma‘ârif-i beytiyye ki şân-ı medeniyyetin levâzım-ı kat‘iyyesindendir. Vâlide ânı kendi yavrusuna ta‘lîm ve tedrise mecbûrdur. Cihânda ma‘ârif-i beytiyye kadar ezhân ve efkâr-ı beşeriyye üzerine teessürât-ı hasenesi olan hiçbir mekteb yokdur. Zîrâ henüz açılmış olan o dimâğ ahvâl-i medeniyyenin kâffesini evde görecekdir. O çocuk, vezâif-i ‘âile, sa‘y-i müşterek, taksîm-i a‘mâl, muhabbet-i tarafeyn, teşkil-i ‘âile, vezâif-i mütekâbile, terbiye-i zihniyye, medeniyye gibi binlerce senelerden beri ecdâd-ı beşerin birikdirdiği hazâin-i ‘irfânın orada bir enmûzec-i sağîrini görecek. Zîrâ ‘âile mektebin küçüği, mekteb de mensûb oldığı hey’et-i ictimâ‘iyyenin bir nümûne-i asğarıdır. Hey’et-i ictimâiyye ne ise ‘âile de odur. Bunlar biri ibtidâ, diğeri intihâ olmak üzere iki tarafı irâe ider.
Kerîme büyümüş. Vâlide bu terakkî-i sinni nazar-ı i‘tibâra alarak her dürlü mebâhis-i beşeriyyenin miftâh-u ‘umûmîsi olan okuyub yazmağa kızını terğîb idiyor. Hattâ bir gün dimiş ki:“Kızım! Senin oyuncaklarından, eğlencelerinden daha ziyâde tatlı bir eğlence buldum. Evvelce biraz sıkılırsın ammâ sonraları eğlenirsin” diyerek elifbaya başlamış.
Fakat Kerîme zekî, fatîn. Derhâl o miftâhı bitirmiş, tetebbu‘ât-ı tıflâneyi tahrik idecek bir kitâbı anasının delâletiyle okumağa başlamış. Bu çocuğun büyüklüğüni görmek ister misiniz? Yanındaki vücûd-ı muhabbet âlûdı dikkatle temâşâ idin.
Ahmet Rasim
Aktaran: Numan Aytaş