- ADALET
- ADALET KAVRAMI VE DEVLET
- ADALET NASIL İŞİLER
- ADALET NEDİR
- ADALET VE DEVLET İLİŞKİSİ
- ADALET VE MEŞVERET
- ADALETİN TESİSİ
- ADL
- ALİ
- BİR DEVLET NASIL GÜÇLENİR
- DEVLET
- DEVLET NASIL KURULUR
- DEVLET NSAIL AYAKTA KALIR
- DEVLETÇİLİK
- DEVLETTE ADALETİN ÖNEMİ
- EHLİYET
- HZ. ALİ
- HZ. ÖMER
- İLMİN KAPISI KİMDİR
- İSLAM DEVLETLERİNDE ADALET
- İSLAM DEVLETLERİNDE ADALET ANLAYIŞI
- İSLAM'DA ADALET
- KUDÜS
- KUDÜS FATİHİ
- KUDÜS-Ü ŞERİF
- KUDÜSÜ ŞERİF
- KUDÜSÜN FETHİ
- LİYAKAT
- MEŞVERET
- MEŞVERET NEDİR
- MEŞVERETİN ÖNEMİ
- ÖMER
- OSMANLI'DA ADALET
- OSMANLI'DA DEVLET
- SELAHADDİN EYYÜBİ
- SULTAN SELİM
- YAVUS SULTAN SELİM
- YAVUZ SELİM
Devletler için adalet çok önemli bir müessesedir. Din şahıslar için ne kadar önemli ise devletler için de adalet bir o kadar önemlidir. Adaleti anlamak için ise hak ve hukuk kavramlarına ve adaleti uygulayacak olan devlet müesseselerine haiz olmak gerekmektedir.
Hak, kişinin hukuken korunan ve sahibine bu korumadan yararlanma imkanı veren bir menfaattir. Hukuk ise kelime karşılığı olarak hak kavramının çoğulu, bir kavram olarak ise toplumsal düzenleyici kurallar olarak tanımlanmaktadır. Bir diğer ifadeyle hukuk, toplumların oluşturduğu devlet tarafından desteklenen ve uyulmadığı zaman da yaptırımı olan toplumsal düzenleyici kuralların bütünüdür.
Genel olarak hukukun ortaya çıkış şeklini ifade etmek gerekirse hukuk, toplum içerisinde farklılık gösteren anlayışlı- anlayışsız, akıllı-akılsız, çirkin-güzel, zengin-fakir, güçlü-zayıf gibi karşıtlıkların oluşturduğu kaosu bir düzene sokmak amacıyla ortaya çıkan müessesedir. İşte adalet de bu hukuk yapısının içinden çıkmaktadır. Yani ortaya çıkan düzensizliği ayrımcılık yapmadan ortadan kaldırabilmenin yolu adaleti ikame etmekle mümkün olmaktadır.
Adalet kavramını tanımlama ya da algılama toplumdan topluma, ideolojiden ideolojiye değişkenlik arz etmektedir. Örneğin, rasyonalist ya da seküler bilim ve düşünce adamlarının adalet yorumu ile İslam âlimlerinin adalet yorumu önemli ölçüde değişkenlik arz etmektedir. Bu bilim ve düşünce adamları “faydacılık” ilkesinden hareket ederek her bireyin faydasını en yükseğe çıkarmasıyla tüm toplumun faydasının en yüksek düzeye çıkmış olacağını ve böylece adaletin tesis edilmiş olacağını savunurlar. Müslümanlar ise zayıf ve güçsüzün, yıkıcı rekabet ve çatışma şartları altında ezileceği, dolayısıyla adaleti ikame için belirlenen politikalarda bazı kesimlere ayrı bir önemin verilmesi gerektiğini beyan ederler. Kitleler arasındaki hassas dengenin gözetilmesiyle adaletin temin edileceğine inanırlar. Yani bir tür pozitif ayrımcılık söz konusudur. Özetlemek gerekirse batı zihniyeti adaleti eşitlik olarak görürken, İslam düşüncesi adaleti ancak herkese hak ettiği şekilde muamele etmenin adalet olduğunu söyler. Batı menşeli düşüncelerde genellikle belli bir kesimin sözcülüğü yapılırken, İslam düşüncesinde toplumun çoğunluğunun menfaati göz önünde tutulmaktadır. Nitekim olması gereken de budur. Uzun süre hükümranlık süren imparatorlukların, devletlerin en önemli ilkesi bu olmuştur.
Pek tabii bireyin diğer tüm bireyler için adaleti ikame etmesi olanaksızdır. Bu sebepledir ki Adaleti ikame görevi, var oluş sebebi, adalet ve hukukun saygınlığı, tarafsızlığı, herkese ve her kesime eşit oluşuyla doğru orantılı olmak zorunda olan devlete ve onun müesseselerine aittir. Adalet, devletin temelidir. Mahkeme salonlarında; “Adalet mülkün temelidir” yazmasının sebebi de aslında budur. Bu nedenle adaleti siyasallaştırmaktan kaçınmak gerekmektedir. Zira aksi durumda zıt sonuçlar meydana gelmektedir. Çünkü dünyada her şey zıddıyla kaimdir. Nasıl gündüz geceyle, karanlık aydınlıkla iyi kötüyle zıt ise adalet de zulüm ile kaimdir. Adaletin olmadığı yerde zulüm hüküm sürer.
Hak din İslam’ın, özellikle insanlar arası ilişkileri tanzim etmede en çok üzerinde durduğu kavram, hiç şüphesiz adalet kavramıdır. İslam için adalet, insanların haklarına saygı göstermek, herkese layık olduğu ve hak ettiğinin karşılığını vermek gibi erdemleri içeren ahlaki, hukuki, felsefi, dini ve aynı zamanda evrensel bir değerdir. Bu nedenle adalet, İslam medeniyetinde toplumsal hayatın esası ve mülkün/yönetim temeli sayılmıştır. Kur’an ve hadislerde, Allah’ın adaletle hükmettiği, adaleti emrettiği ve adaletle davranmak gerektiğine dair çok sayıda ilahî mesaj bulunmaktadır. Genel mahiyetiyle bir ayetle açıklamak gerekirse Allah(cc) şöyle emretmektedir. ‘’Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğütler veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi işitmekte, her şeyi görmektedir.’’ (Nisa Suresi 58. Ayet)Ayette önce, emaneti ehline vermek gerektiğini sonra emanet verilen ehliyet ve liyakat sahibi kişiden adalet beklememiz gerektiğini anlıyoruz. Yine bu ayetten; devletin dininin adalet olduğunu, tüm makam, mevki ve rütbelerin birer emanet olduğunu, emanetlerin adil bir şekilde ehliyet ve liyakat sahibi kişilere verilmesi gerektiğini ve yine devlet işlerinin istişare ile yürütülmesi gerektiğini anlıyoruz. Yani İslam devlete ve devlet erbabına 3 önemli görev yüklemiştir: tevhid, adalet, meşveret!
Demek ki, devleti devlet yapan temel unsur: adaletmiş. adalet yoksa devlet de yoktur. Adaleti tesis edemeyen devletlerde ancak diktatörlükten bahsedilebilir. Devletten bahsedilemez. Osmanlı İmparatorluğu, en verimli dönemlerini adalete verdiği dönemlerde yaşamıştır. Ne zaman ki yöneticiler adaletten uzak kalmış ne zaman ki yönetime liyakat ve ehliyet eksikliği olan kişiler geçmiş veya geçirilmiş, toprak kayıpları yaşanmaya, dünya nezdindeki saygınlık yitirilmeye, halk isyan etmeye başlamıştır. Kısacası adaletten uzak duran devlet zor durumda kalmıştır. İslam bunu tesis ettiği için asırlardır var olmuştur. Bunun en açık örneği Filistin topraklarıdır. Osmanlı, asırlarca Filistin bölgesinde egemen güç olmuş, bu bölgelere, özellikle Kudüs ve Mescid-i Aksâ’ya büyük hizmetler yapmıştır. Batı tarihi dahi buna şahittir. Haçlılar o bölgelere girdiğinde kan gövdeyi götürmüş kendi zihniyetlerinin dışında kalan birçok insan katledilmiş, birçok mabet yerle bir edilmiştir. Oysaki gerek Hz. Ömer (r.a) gerek, Selahaddin Eyyubî ve gerek Yavuz Sultan Selim, Kudüs’ü fethettiklerinde bir damla dahi kan dökmemiştir. Aksine din, dil ya da ırk ayrımı yapmaksızın bütün insanlara adaletle hükmetmiştir. Böylece bugün dahi izleri takip edilebilen bu bölgede sekinet ve huzur hâkim olmuştur.
Yazımızı aslında en başta söylememiz gereken ve her devletin, yöneticinin prensip edinmesi gereken Hz. Ali’nin şu kıssası ile nihayete erdirelim…
Peygamber Efendimizin ilmin kapısı olarak nitelendirdiği Hazreti Ali’ye sormuşlar: Devletin dini var mıdır? Hazret Ali (r.a) şu cevabı ile olması gerekeni özetlemiştir.:
Devletin dini adalettir. Adaleti olmayan devlet zaten dinsizdir!