Bugün ruh halimde ve moralimde bir tuhaflık olduğunu hissediyorum. Ne neşe var içimde ne hüzün. “Birkaç gün içinde ne kadar değiştiğimi düşününce bugün bile şaşıyorum…. Hülasa yaşamak kabiliyetini veren bir şey içimden çekilip alınmış gibi[1]”. Şimdi biriyle konuşmak, film izlemek, şiir yazmak hepsini bana anlamsız geliyor. İçimdeki boşluğu dolduracak hiçbir şey yokmuş gibi hissediyorum. Kendimi toparlamak için mutfağa girdim, çay demledim. Ardından kahve pişirdim ama yeni kendime gelemedim. Bilgisayarı açtım yeni sıkıldım. Yaptığım sıcak içecekler yerine tutmadı. Bugün içimde eksik bir şey var. Şu an sessizliğe gömülmüş bir evdeyim, dört duvar arasındayım, kendimle baş başayım, içimdeki gayrimuayyen seslerle diyalog kurmaktayım.
Masamda kocaman bir dünya var. Masanın ortasında peçete kutusu var, benimle konuşmak ister gibi bir hali var. Yukarıda yanan çift lamba görünüyor, masanın üstüne düşen ışıklar, diğer gölgelerle öpüşüyor. Önümdeki boş sandalyeler birisinin gelmesini bekliyormuş gibi bir tavır gösteriyor ve neredesin? diye soruyor. Beklenen biriyle belki kısa bir sohbet, belki de uzun bir sohbet geçirmek istiyor. Masanın diğer kısmında bayram şekeri duruyor ama bana yabancı geliyor. Çünkü on yaşındayken, tattığım bayram şekeri değildir bu. Masanın sağ tarafında suyunu başlayıp, yarım bırakılmış bir bardak su yer alıyor. Sol tarafta temizlenmemiş, içine atıklar atılmış kokusuz bir küllük sıkılmış gibi görünüyor. O da canımı bir şekilde rahatsız ediyor.
Gece sakin, hava sakin, her şey sakin olmasına rağmen, büyük bir stres içimde dolaşıyor. Ara sıra böyle olur işte, gece çöker, sebepsiz bir gerilme üzerime basar ve beni ele geçirir. Bugün dünya bana çok garip geliyor, dar oluyor, benimle farklı davranıyor. Niye böyle diğer günler gibi rahat hissetmiyorum. “Senin diğer günlerinden ne farkı var sanki? Tabiat onu herhangi bir şekilde ayrılmış mı?[2]”.
Ne yapıyorum burada? bilmiyorum. Niye bu masadayım? Bilmiyorum. Ne yazıyorum? Bunu da bilmiyorum.
Şimdi İçimdeki Ben’le Konuşuyorum
Ben: Ne yapayım? Can sıkıntısı çekiyorum, adeta çile çekiyorum. Yalnızım, sigara külü gibiyim.
İçimdeki Ben: Kendinle barışman, yazılarla konuşman, cümlelerle anlaşılman, paragraflarla gülmen lazım. Unutma, sen yalnız değilsin. İçinde bir ben daha var.
Ben: Yalnızım, ama sen varsın, yoksa kiminle dertleşirdim? İnsanlarla konuşmaktan ziyade, kendimi sorgulamayı, seninle yaşlı masada oturarak, konuşmayı seviyorum.
İçimdeki Ben: Doğru söylüyorsun, yazdıkça gülebiliyorsun, üzülebiliyorsun, sevebiliyorsun, kendini teselli edebiliyorsun, öfkelenebiliyorsun hatta sövebiliyorsun. Ben seni anlıyorum. Seni iyileştiren, mutlu eden, yalnızlığını dolduran şey yazmaktır. Kalem ve mürekkep, sana huzur sağlamaktadır.
Ben: Haklısın, yazmaya başlamadan önce pek iyi değildim, mutlu da değildim. Şimdi ise mutlu oldum, huzura kavuştum. Stres uçup kayboldu. Şu an sanki birini başından okşadım, Afrika sıcaklığında uzanan bereketli ellerinden dokundum. Uzanan eller güldü, ben de güldüm, oturduğum masa da güldü. Artık stresi beni bıraktı, ben de onu unuttum, huzuru sımsıkı tuttum. Hatta sıcaklığını hissettim.
Demek ki ben kalabalıkken yalnızım, yalnızken de kalabalığım. Neyse devam edelim. Biraz önce trafikteydim, otobüste gülümseyen, mutlu görünen insanlar gördüm. Ben de şimdi onlar gibi gülüyorum. Mutlu muyum onlar gibi?
İçimdeki Ben: Hayır, değilsin. Ayrıca her gülen yüz mutlu değildir. Ama sen şimdi mutlusun, bunu biliyorum.
Ben: Beni kandırıyor musun?
İçimdeki Ben: Hayır, gerçekten mutlusun. Çünkü üzgünken, elin kalemi tutmaz. Yazı yazmaz. Farkında mısın? “Ben en çok şeyi, en kısa zamanda sana söyledim, yalnız sana[3]”
Ben: “Benim söylemek için çırpındığım gecelerde, siz yoktunuz[4]”. Yeni günahın değil hep mutlu ol içim, yazarak mutlu ol. “Muhakkak ki bütün insanların birer ruhu vardı, ama birçoğu bunun farkında değildi ve gene farkında olmadan, geldikleri yere gideceklerdir[5]”. Bak İçimdeki en bile olsan, dev ol git başımdan, “seninle bile konuşmak istemiyorum artık. Duvarlar daha sıcak, pencerem daha aydınlık senden[6]”
Üçüncü Şahıs: “Benim hayatta sizin kadar tecrübem yok, pek insanla tanışmadım ve daima kendimle yaşadım.[7]” Ama içinizdeki Benleri hayranım. Kendinizle yüzleşme ve duygularınızı keşfetme imkânı sağlıyorsunuz. Sessizliğiniz, yalnızlığınız bile bir güzelliği olduğunu şimdi anlıyorum. Yakından sizi tanıyorum Benler. Benler olarak kalem, kâğıt ve mürekkep sizin için çok önemlidir hatta bu yolculukta size en büyük destekçinizdir. Benler, siz yazdıkça neşeleniyorsunuz, kendinizi daha iyi tanıyor ve ifade ediyorsunuz. Bu da size tarifsiz bir huzur içinde yaşatıyor. Var olsun kalem, var olsun kâğıt, var olsun mürekkep, var olsun Benler.
Kaynakça
[1] Sabahattin Ali, Kürek Mantolu Madonna. (İstanbul: Yapı kredi Yayınları, 2020), S. 141
[2]Sabahattin Ali, Kürek Mantolu Madonna. (İstanbul: Yapı kredi Yayınları, 2020), S.106.
[3] Özdemir Asaf, Çiçek Senfonisi Toplu Şiirler, (İstanbul: Yapı Kardı Yayınları, Eylül 2012), S. 85.
[4] Özdemir Asaf, Çiçek Senfonisi Toplu Şiirler, (İstanbul: Yapı Kardı Yayınları, Eylül 2012), S.21.
[5] Sabahattin Ali, Kürek Mantolu Madonna. (İstanbul: Yapı kredi Yayınları, 2020), S. 83
[6] Muharrem Dayanç, Denemeyi Denemek, (Ankara: Ebabil Yayınları, 2006), S. 11.
[7] Sabahattin Ali, Kürek Mantolu Madonna. (İstanbul: Yapı kredi Yayınları, 2020), S. 95.
One comment
The Zahir
16 Nisan 2024 at 23:25
Khazin: “Unutma, sen yalnız değilsin. İçinde bir ben daha var”
The Zahir: ” Evet bir ben daha var içinde. Hayatta yalnız olduğunu sanıyorsun ama tek başına yenilmez bir ordu olduğunu unutuyorsun.”