İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
ÖZET
Çok eski zamanlara dayanmayan ABD-Çin ilişkilerinin gündeme gelişi yeni olsa da, dünya üzerinde bıraktığı tesir çok büyüktür. ABD’nin dünyanın en büyük ekonomisi olması, Çin’in ise büyüme olarak en hızlı sıçrayan ekonomiye sahip olması, ABD-Çin ticari ilişkilerini alevlendirmiştir. Bu sebeple ABD’nin Asya’daki en büyük rakibi olarak Çin’i gösterebiliriz.
ABD’nin Çin’i büyümesini engellemek adına yaptığı ilk çalışmalardan biri, Çin’in Dünya Ticaret Örgütüne girmesini desteklemesidir. Çünkü ABD, Çin’in neo-liberal koşullar ile gelişmesinin sonucu olarak daha dar bir ekonomiye sahip olacağını ve küçük bir rakip olarak kalacağını düşündü. Bunun sonucunda ise Sovyetler’den Soğuk Savaş’ta alamadığı intikamını almış alacak, onu uluslararası arenada yalnız bırakacaktı. Fakat durum beklenilen gibi olmadı Dünya Ticaret Örgütüne giren Çin, beklenilenin aksine devlet kapitalizminden ayrılmadı. İlerleyen dönemlerde de Devlet Ticaret Örgütü’nün üye olan ülkeler üzerindeki etkin olmayan gücünden yararlanıp her daim işleri kendi lehine çevirmeyi başardı. Bu ve bunun gibi birçok sebepten ötürü Batılı devletler ve ABD, Çin’e karşı cephe aldı. Çünkü Çin’in yaptığı hareketler doğrultusunda uluslararası denge Batı aleyhine bozuluyordu. Tabi olarak Çin’in uygulamalarından en fazla rahatsız olan ülke ABD oldu. Bunun en temel sebebi ise Çin ile arasında olan ticari açıktır. Bu ticari açık 2001 yılında 83 milyar dolar iken iken 2006’da 234 milyar dolara, 2017’de ise 375 milyar dolara yükseldi. Ticaret açığının gerçek değeri ne olursa olsun ABD, Çin’in devlet kapitalizmini kullanarak ABD açısından kritik değeri olan maddelerde küresel pazarı ele geçirmeye çalıştığını düşünüyordu. . Bu konuda en önemli iki örneği alüminyum ve çelik oluşturmaktadır. Çin’in dünya genelinde bu madenlerin yarısında fazlasını barındırmasından ötürü, ABD ile Çin’in ticaret savaşı daha da körüklenmiş oluyor ve bunun gibi sebeplerden ötürü bu ticari savaş gittikçe büyüyordu.
Anahtar Kelimeler: Çin Halk Cumhuriyeti, ABD, ticari ilişkiler, Dünya Ticaret Örgütü,
Giriş
ABD-ÇİN ilişkilerinin tarihi çok eki zamanlara uzandığını söyleyemeyiz. ABD Dünyanın birçok yerinde adını duyurmuş olan güçlü bir devlettir. Çin Halk Cumhuriyeti ise yükselen bir güç olmanın yanı sıra ekonomik olarak en hızlı büyüyen devlettir. ABD-Çin ticari ilişkileri her geçen gün uluslararası gündemi daha fazla meşgul etmektedir. Gelecek hakkında başarılı bir okuma yapabilmek için ABD-Çin ilişkileri (bilhassa ekonomik) üzerine çalışma yapmak çok önemlidir. Bu bağlamda Çin’in zamanında yapmış olduğu tercihler çok önemlidir.
1. Dünya Savaşı ertesinde, 1949 yılında, Çin yönetiminin komünizmi benimsemiş olmasıyla beraber, ilerleyen yıllarda Çin’in bu tercihinin sonucu olarak komünizmin hakim olması SSCB ve onun özelinde Doğu Bloku ülkeleriyle yakınlaşmasına neden olurken ABD ve Batı Bloku ülkeleri ile arasının açılmasına neden olmuştur. Hatta iş daha öteye gitmiş, Batı Bloku ülkeleri bu rejim değişikliklerini resmi olarak tanımamışlardır. ABD tarafından ambargo altına alınan Çin, aynı zamandan Birleşmiş Milletler’den çıkarılmıştır. İşte bu sebeplerden ötürü Çin hükümeti ile Batı Bloku ülkeleri arasında uzun bir dönem ticari ilişkiler yaşanmamıştır. Uluslararası arenada yalnız kalmak istemeyen Çin hükümeti, SSCB ile arayı sıkı tutmuş ve aralarındaki işbirliği üst düzeyde seyretmiştir. . Fakat 1960 yılına kadar ancak devam eden bu işbirliği, SSCB’nin Batı ülkeleri ile arasının yumuşamasının ardından zayıflamış, tek dostu ola SSCB’yi de kaybeden Çin yalnız kalmıştır. . Çin ile SSCB’nin arasının açılmasından faydalanmak isteyen Amerika Birleşik Devletleri tekrardan yaşanacak olası bir Çin-SSCB ittifakını önlemek adına Çin’e karşı daha yumuşak politikalar izlemeye başlamak zorunda kalmıştır. Çin hükümeti bu tutuma karşı kayıtsız kalmamıştır.
“1971 yılında Çin’e davet edilen Amerikan Ping Pong takımı 14 Nisan 1971 tarihinde Başbakan Chou-En-Lai tarafından kabul edilmiş ve bu davet sebebiyle Çin hükümeti 7 batılı gazeteciyi ilk defa olarak ülkeye kabul etmiştir. Bu jeste karşılık ise Amerikan Başkanı Nixon’da Çin’e yönelik olan ticari ambargoyu kaldırmıştır”[1]
Bu gelişmelerle birlikte araları iyice yumuşayan ABD ve Çin hükümetleri ilk olarak 27 Şubat 1972’de yayınlanan Şangay Ortak Bildirgesi’nin ikinci olarak 1 Ocak 1979’da yayınlanan 2. Ortak Bildirge ile ABD’nin diplomatik organlarını Taipei’den Pekin’e aktarmasıyla resmen başladı.
Bu olumlu gelişmelere rağmen Çin ve ABD hükümetleri arasında olumsuz gelişmelerde oluyordu. Mesela; 9 Nisan 1979’da ABD Kongresi’nin Tayvan’ı iç hukukunda tanıyan yasayı kabul etmesi ABD’ye tek taraflı olarak Tayvan’a müdahale etme yetkisini veriyor ve silah satışını da meşru kılıyordu. Tayvan’ı kendinden bir parça olarak gören Çin Hükümeti, ABD’nin bu hareketini kendi iç işlerine müdahale olarak görüyordu. Çin’in 1981 yılında ABD’nin Tayvan’a yaptığı silah ticaretine karşı çıkmasıyla birlikte iki ülke arasındaki ilişkiler gerilme noktasına gelmiştir.
17 Ağustos 1982 yılında ABD’nin silah ihracını kademeli olarak azaltmayı kabul etmesi ile beraber, Tayvan sorununun barışçıl yöntemlerle çözüme kavuşturulması kararlarını içeren 3. Ortak Bildirge ile ABD-Çin ilişkileri tekrar yumuşama dönemine girmiştir.
Bu uzun süreç içerisinde ABD-Çin ilişkiler zaman zaman iyiye seyretse de, aralarındaki ticari savaş hiçbir vakit durmak bilmemiştir.
ABD-ÇİN TİCARİ SAVAŞI
ABD, Soğuk Savaş sonrası kendisinin baskın etkisindeki uluslararası politik ekonomik sistemin nimetlerinden faydalanmaya devam ederken Sovyetler Birliğinden kopan ve etkisinden kurtulan ülkelerin ve Çin’in Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ)’ne üyeliklerini destekleyerek uluslararası serbest piyasa ekonomisine reformlar yaparak dâhil olmalarını amaçladı. Çin, 2001’de DTÖ üyeliğine kabul edilirken, sonraki yıllarda gerekli reformları gerçekleştirerek serbest piyasa kurallarına uyum sağlayacağı varsayıldı. ABD, Çin’in katılım protokolünde yer alan düzenlemeleri yaptığında devletin ekonomideki kontrolünün zamanla zayıflayacağını ve Çin’in diğer üye ülkelerde olduğu gibi neo-liberal koşullara göre değişeceğini bekledi. Bu değişim, Çin’in siyasi sisteminde dönüşümü zorlayacak, Çin devleti küçülecek, ekonomik alandan kısmen çekilecek ve liberalleşecekti. Bunlar gerçekleştiğinde Çin ekonomik olarak büyüse bile ortaya ABD ile ciddi ideolojik ve kültürel çatışması olmayan; AB, Japonya, Kanada ve İngiltere gibi idaresi nispeten kolay bir rakip, devasa bir pazar ve faydalı bir ortak çıkacak, ABD şirketleri Çin şirketlerini kontrol edecekti. Bu tür bir gelişme ABD’ye jeopolitik avantajlar da sağlayacak, Soğuk Savaş sonrası etki kaybeden ancak henüz diz çökmeyen Avrasya’nın asıl aktörü Rusya da tamamen yalnız bırakılarak dönüşüme zorlanacaktı.
2001’den bugüne bu varsayımlar gerçekleşmedi. Çin büyük ölçüde, tek parti kontrolündeki devlet kapitalizmi sistemini değiştirmedi aksine tek parti yönetimi ve devlet kapitalizmi güç kazandı. Sadece ABD değil AB ülkeleri de Çin’in DTÖ’ye uyum göstermeyen uygulamalarından endişe duydular ancak Çin’in serbest ticaretin faydalarını gördükçe ve pazar ekonomisine bağlandıkça bunun değişeceğini beklediler. Çin ise DTÖ üyeliğinin fırsatlarını kullanarak büyümeye ve ticaretini artırmaya devam etti. DTÖ’nün üye ülkelerin politikaları ve uygulamaları üzerinde etkisiz kalması da Çin’in işine yaradı. Kuruluş felsefesi “devlet kontrolündeki ekonomi” olgusunu dışlayarak serbest piyasa kuralları işleyen ekonomilere göre tasarlanan DTÖ, yapısal ve doğal olarak “Çin işi” bir politik ekonomiye karşı hazırlıksız ve çaresiz kaldı.[2]
Batı ve ABD’nin gözünde Çin, DTÖ üyeliğinden bugüne kadar geçmiş olan 17 yıllık süreç içinde DTÖ kurallarına uymaktan sıyrılıp, kendine göre akıllıca, aslında ise sinsice ve yanıltıcı bir yaklaşımla ele aldığı kurallarla iç pazarına diğer ülkelerin girişini sınırlarken, küresel olarak gittikçe serbestleşen dış pazarlara kolayca girip ihracatını büyük oranda arttırmakta ve diğer ülkelerin aleyhine bir dengesizlik oluşturmaktadır.
Batının Çin’in ticari politikalarından şikayetlerinin birden fazla boyutu vardır. İlk olarak Çin’in merkantilist sanayileşme politikalarında ithal sanayi mallarının girişinin sınırlandırılması, yabancı mal ve hizmet sektörüne getirmek, Çin devlet ve özel sektörünün kayrılması gibi etkenler gelmektedir. Bilhassa devlet şirketlerinin fazla ilgiye maruz bırakılması haksız bir rekabet ortamına zemin oluşturuyor.
Çin Halk Cumhuriyeti bugün yaklaşık 1.350.000.000 nüfusuyla dünyanın en kalabalık ülkesi, yüz ölçümü olarak ise dünyanın en büyük üçüncü ülkesidir. Amerika Birleşik Devletleri ise bugün 310.000.000 nüfusuyla dünyanın en kalabalık üçüncü ülkesi, yüz ölçümü olarak ise dünyanın en büyük dördüncü ülkesidir.
Öte yandan Çin’de iş yapan yabancı firmaların Çin hükümeti tarafından teknoloji transferine zorlanması AB ve ABD’yi rahatsız ediyor. Hatta Çin yönetimi yabancı firmaların fikri mülkiyet haklarını ve gelişmiş teknolojilerini çalmakla suçlanıyor. “Tersine Mühendislik” kavramının Çin’in kalkınma süreci ile birlikte dünya gündemine geldiği dikkate alındığında bu iddia çok da mesnetsiz kalmıyor. Teknoloji hırsızlığı ve fikri mülkiye haklarında Çin devlet kurumları ve devlet destekli siber suç örgütleri hakkında şikâyetler artıyor. Çin yönetiminin yabancı teknolojiye ayrımcı davranarak yabancı ortaklarla iş yapan milli firmaları Çin’de yazılmış ve patenti alınmış teknolojiye zorlaması da anlaşmazlık konularından birini oluşturuyor. Çin’in özellikle iletişim sektöründe yatırım ve ithalata siber güvenlik gerekçesiyle kısıtlamalar getirmesi ve siber güvenlik düzenlemelerini ticari avantaj sağlamak maksadıyla kullanması hem ABD hem de AB devletlerinin yıllardır şikâyet ettikleri bir konu. Çin’deki batılı firmaların yüz yüze kaldığı konuların başında Çin’de marka sahteciliği geliyor. Marka sahteciliğinin batılı firmalardan fidye ve rüşvet almak için kullanılması yıllardır düzelmemiş derinleşen ve yaygınlaşan bir sorun olarak görülüyor.
Yukarıdaki uygulamalardan en fazla şikâyetçi olan ise doğal olarak Çin ile ticareti ve ticaret açığı en fazla olan ABD. ABD’nin 2001’de Çin ile ticaret açığı 83 milyar dolar iken 2006’da 234 milyar dolara, 2017’de ise 375 milyar dolara yükseldi.[3]
ABD ve Çin’in ticaret açığındaki büyük rakamlara şüpheyle bakılarak gerçek dış ticaret açığının bu rakamların oldukça altında olabileceği belirtilmektedir. 1990 ve 2000’lerden itibaren küresel değer zincirinin gittikçe hâkim olması ve bir ürünün değişik parçalarının farklı ülkelerde üretilmesine karşı Çin’de birleştirilip (montaj) tam ürün haline gelmesi ve “Çin malı-Çin’de üretilmiştir” şeklinde nitelenmesi Çin’in ihracatını büyük gösterirken gerçekte farklı ülkelerde parçaları üretenler de yaratılan değerden pay almaktadır. Örneğin bir Iphone’nun parçaları ABD, Güney Kore, Tayland, Singapur’da üretilip Çin’deki fabrikalarda tam ürün haline geldiği için “Çin malı” olmaktadır. Bu ürün ABD’ye ihraç edildiğinde değer zinciri dikkate alınmadan yapılan hesapta Çin’in ihracatı ABD’nin ithalatı olarak işlem görmektedir. Gerçekte Çin’in değer zinciri payı yüzde 20’lerdedir. Dolayısıyla ABD’nin günümüzde çok uluslu şirketlerin üretim biçimi dikkate alındığında Çin ile dış ticaret açığının ifade edilen rakamların yarısı kadar olabileceği de kabul görmektedir.
Ticaret açığının gerçek değeri ne olursa olsun ABD, Çin’in devlet kapitalizmini kullanarak ABD açısından kritik değeri olan maddelerde küresel pazarı ele geçirmeye çalıştığını düşünüyor. Bu konuda iki örneği çelik ve alüminyum oluşturmaktadır. Çin 2000-2014 yılları arasında küresel çelik üretimindeki artışın yüzde 75’ini gerçekleştirdi. 2017 itibariyle dünya çelik üretiminin yarısından fazlasını yapıyor. Bu haliyle Çin’in çelik üretimi ABD, Rusya, AB ve Japonya’nın toplam üretimden fazla. Alüminyumda da benzer tablo görülüyor. Çin 2011-2015 arasında alüminyum üretimini yüzde 50 artırdı ve dünya üretiminin yarısına ulaştı. İki temel üründeki bu tablo doğal olarak ABD’nin Çin’e bağımlı hale gelmesine ve bu ürünlerin yerli üretiminin ciddi olarak azalmasına yol açarak ABD yönetimini bir süredir ciddi olarak endişelendirmeye başladı.[4]
ABD yönetimi diğer taraftan ileri hassas teknoloji şirketlerinin, çok ulusluluğun ve ulus aşan karakterlerinin sonucunda üretimlerini ABD dışına kaydırmış olmasından ciddi tehdit algılamaya başladı. Apple, Amazon, Mcsof, Google, IBM vb şirketlerin ucuz iş gücü avantajına dayalı değer zincirinden faydalanmak için üretimlerinin önemli bir kısmını az gelişmiş/gelişmekte olan ülkelere kaydırması başlangıçta önemli artı değer sağlarken, ileri teknolojinin ofset, satış, zorlama ve hırsızlık yoluyla diğerlerinin eline geçmesi ABD’yi ciddi olarak endişelendirmeye başladı. Endişenin bir diğer nedenini ABD’nin son on yıla kadar tartışmasız üstün olduğu ileri teknolojinin Çin’e kaptırılması ve gelecekteki (2030-2050) teknolojik yarışın (yapay zekâ ve 5G vb.) kaybedilme riski oluşturuyor. ABD yönetimleri kendi şirketlerinin öngörülenin dışında küreselleşmesini ve ulus ötürü olmasını, Çin gibi ülkelerin merkantilist eğilimlerinin devam ettiği bir ortamda ABD kimliği, markası, imajı ve ABD yumuşak gücünün kaybolması ve ulusal güvenliğin tehlikeye girmesi olarak görüyor.
ABD-ÇİN TİCARİ İLİŞKİLERİNİN GELECEĞİ
Çin Halk Cumhuriyeti son yıllarda ekonomik gelişimine dayanarak askeri modernizasyona hız vermektedir. Çin Halk Cumhuriyeti ekonomik gelişimine paralel olarak siyasi olarak da güçlenmiştir. Bu gelişmeler ile beraber Çin Halk Cumhuriyeti, ABD için ciddi bir tehdit haline gelmiştir. ABD’nin bugün Asya Kıtasındaki en büyük büyük rakibi şüphesiz Çin Halk Cumhuriyetidir. Bu sebeple 2012 yılında ABD güvenlik ağırlığını Asya Pasifiğe kaydırmıştır. Obama, Bush’un aksine Asya’yı dış politikasında önemli bir yere koymuştur. Obama bu bölgede sert güç değil, yumuşak güç kullanmıştır. Bu politikanın en temel nedeni işbirliği ve çevreleme yönetimini ön planda tutmak anlayışı yatmaktadır. ABD bu politikalar sonucunda Çin Halk Cumhuriyeti’nin rakipleri ile Asya’da yakın ilişkiler kuracaktır. [5] Fakat ABD, Çin Halk Cumhuriyeti’ni önce frenlemeyi daha sonra durdurmayı deneyecektir. Çünkü Çin hala ABD’nin yatırım yapabileceği en uygun ülkelerden biridir.[6] Yani ABD bir yandan Çin Halk Cumhuriyeti’ne karşı önlem alıp Çin’in rakipleri ile işbirliği yaparken bir yandan da Çin Halk Cumhuriyeti ile işbirliği yapacaktır. Örneğin ÇHC başkanı Hu’nun Washington ziyaretinden sonra Hu ve Obama birlikte açıklama yaptı. İki taraf da pozitif işbirliğine dayalı ve kapsamlı ABD-ÇHC ilişkisine bağlılıklarını bildirdiler.[7]Bir yanda bu gelişmeler yaşanırken bir yanda ABD, Tayvan’a silah satmaya devam etmiştir.
İlişkilere ekonomik açıdan bakacak olursak OECD’de yapılan analizler satın alma gücü paritesine göre Çin Halk Cumhuriyeti’nin dünyanın ikinci büyük ekonomik gücü olduğunu göstermektedir. Bu analizlere göre Çin Halk Cumhuriyeti 2020’ye kadar bir ekonomik süper güç olabilir. Goldman çalışmasına göre ise Çin Halk Cumhuriyeti 2050 yılında 44 trilyon dolarlık GSMH büyüklüğüne ulaşarak ABD’yi geride bırakacaktır.[8] ABD bu öngörüleri değerlendirerek Çin Halk Cumhuriyeti’ne bir önlem almaya çalışmıştır. ABD senatosu düşük değerli para birimlerinin yükseltilme-si konusunu görüşmüştür. Çin Halk Cumhuriyeti buna sert bir şekilde karşı çıksa da Yuan’ın değeri yükseltilmiştir. ABD’nin bu planına göre bu girişimler Çin Halk Cumhuriyeti’ne ek maliyetler getirecektir. Bu da Çin reel sektörünün daha kaliteli ürünler üretmesini ve bu nedenle daha iyi bir teknolojik alt yapıya sahip olmasını gerektirmektedir. Çin’in böyle bir alt yapıya sahip olmaması yeni bir alt yapı ihtiyacı doğurmaktadır. Yeni alt yapı sistemiyle beraber iş gücüne ihtiyaç azalacak ve Çin’de işsizlik ortaya çıkacaktır. Eğer gelişmeler bu şekilde olursa ABD-ÇHC arasında bir ekonomik kriz olabilir. Ekonomik kriz devamında siyasi bir krize neden olabilir.[9]
Gelecekte ikili ilişkilerin en önemli konularından biri enerji olacaktır. Çin Halk Cumhuriyeti enerji ihtiyacının büyük çoğunluğunu ithal etmektedir. İki tarafın da enerji ihtiyacı büyüktür. ABD ve Çin Halk Cumhuriyeti bugün olduğu gibi gelecekte de Orta Asya’da enerji kaynakları için birbirine rakip olacaktır[10] Ayrıca ABD Afrika’da kaybetmeye devam etmektedir. Buna karşın Afrika’da yükselen güç Çin Halk Cumhuriyeti’dir.[11]
Sonuç
Çin Halk Cumhuriyetinin amacı güçlenerek dünyada çok kutupluluğu sağlamaktır. Buna göre Çin Halk Cumhuriyeti bu sistemdeki büyük güçlerden biri olacaktır. Bu aşamada ABD ise Çin’in gelişimini engellemek adına Çin’i dengelemeye ve çevrelemeye çalışıp önüne set gibi çekilecektir. Bu aşamada ABD için büyük bir tehdit oluşturan Çin Halk Cumhuriyeti dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisine sahip olmakla beraber, ABD’nin de halihazırda dünyanın en büyük ekonomisi olduğu unutulmamalıdır.
Belirttiğimiz gibi bugün için ticari arenada Çin elinden geleni ardına koymamaktadır. Fakat yarın için ne olacağını tam kestiremiyoruz. Bir yandan Afrika’daki madde ve mana sömürüsü ile birlikte Çin’in 50 yıl sonra dünya devi olacağı söylenirken, öte yandan Çin’de dahil olmak üzere hiçbir devletin ABD ekonomisine 100 yıllık süreç içinde ulaşamayacağı dillenmekte. Yarının ne olacağını kuvvetle ihtimal gerek siyasi temelde gerek sosyal gerekse ekonomik temelde Endüstri 4.0 ve yapay zeka belirleyecektir diyebiliriz. Çünkü günümüzde henüz sanayi devrimini dahi yapamamış ülkeler bulunurken, ABD-Çin özelinde sayabileceğimiz birkaç ülke yapay zekayı her geçen gün insan fıtratına bir adım daha yaklaştırıyor. Son olarak; teknolojinin her alanı etkilediği 21. yy’da ekonomilerinde yükselip sıçrayışa geçişi teknoloji ile olacaktır.
KAYNAKÇA
Kitap
İnternet Sitesi
Dipnot
Yorum Yaz