ABD VE SURİYE KRİZİNİN DÖNÜŞÜMÜ KİTAP İNCELEMESİ

KİTAP

Veysel Kurt’a ait olan “ABD ve Suriye Krizinin Dönüşümü” adlı kitap 188 sayfa olup 2019 yılında Kadim Yayınları tarafından basılmıştır. Kitap temelde dört adet makaleden oluşmaktadır. Bu dört makale kendi içerisinde 26 başlıkta incelenerek ayrıntılı tasnif yapılmıştır. Bu başlıklardan sonra kitabın son kısmında sonuç, kronoloji ve kaynakça bölümü vardır. Kitap akademik nitelikte olup küresel siyasetin son yıllardaki en önemli gündem maddelerinden biri olan Suriye krizine karşı Amerika Birleşik Devletleri’nin çok yönlü yaklaşımına ve bölgedeki etkilerine ışık tutmaktadır.

Bölgeye dair tarihsel arka planın anlatıldığı “İkinci Dünya Savaşından Körfez Savaşına; ABD, Ortadoğu ve Suriye” adlı birinci bölümde, Birinci Dünya Savaşının en önemli sonucu olan imparatorlukların dağılması ve ulus devletlerin kurulmasından sonraki süreçte cereyan eden olaylar kısaca anlatılmıştır. Genelde dünya siyasetini özelde ise Ortadoğu bölgesinin kaderini belirleyen barış anlaşmaları, Wilson Prensiplerinin en önemli maddelerinden biri olan Self-Determinasyon ilkesi ve gizli anlaşmalarla yerel karar vericiler ile yürütülen müzakereler bu bölümde aktarılmıştır. Daha sonra İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesi ve Avrupalı devletlerin bu iki dünya savaşı arasında yıpranması, dünya sahnesine başat aktör olarak ABD’nin çıkmasına ve bölgede bağımsız devletlerin türemesine sebebiyet vermiştir.

Bahse konu Suriye toprakları 1921 ile 1946 yılları arasında Fransa tarafından manda yönetimine tabii tutulmuştur. Suriye’nin bağımsızlığını elde etmesi her ne kadar 1941 yılı da olsa Fransızların ülkeyi terk etmesi 1946 yılına tekabül eder. Bölgede yaşanan bir diğer gelişme ise İsrail devletinin kurulmuş olmasıdır. Ortadoğu’yu ABD için önemli yapan üç önemli sacayağı vardır. Bunlardan birincisi Ortadoğu’nun stratejik bir konumda bulunmasıdır. SSCB ile rekabetinden dolayı çevreleme politikası güden ABD Ortadoğu’yu küresel siyasetinin merkezine oturtmuştur. İkincisi bölgedeki enerji kaynaklarının güvenli bir şekilde ABD ve Avrupa’ya transferidir. Bölge petrol yatakları bakımından bir üs olması hasebiyle ABD için vazgeçilmez bir odak noktası olmuştur. Üçüncüsü ise bölgede kurulan İsrail devletinin güvenliğinin sağlanmasıdır. ABD bölgede yeni bir aktör olarak kendi güdümünde ve himayesinde olan bir İsrail devletini Ortadoğu ile arasındaki bir bağlantı güzergâhı olarak görmektedir.

Kitabın ikinci bölümü olan “11 Eylül’den Arap İsyanlarına; ABD, Ortadoğu ve Suriye” başlığında ise uluslararası siyasetin kırılma noktalarından biri olan SSCB’nin dağılması süreciyle oluşan yeni düzen konu edilmiştir. Kurt burada asıl kırılma noktasının 11 Eylül 2001’de yaşanan Dünya Ticaret Merkezi’ne yapılan uçaklı saldırı olduğunu söyler. Kurt’a göre ABD politikalarında SSCB’nin dağılımı sonrası Ortadoğu’ya dair gözle görünen bir değişim söz konusu değildir. Fakat 11 Eylül saldırıları sonrası ABD, uluslararası sistemi temelden sarsacak değişimlerin yaşanmasına zemin hazırlamıştır.

ABD’nin önce 2001 Afganistan işgali, sonra 2003 Irak işgali, 11 Eylül saldırılarının Ortadoğu’ya bir yansıması olarak seyretmiştir. ABD, Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olduğu iddiasıyla 2003-2011 yılları arasında Irak’ı işgal eder. Fakat hiçbir kitle imha silahına rastlanmaz. İşgalin faturası hem Irak ve ABD’ye hem de bölge ülkelerine pahalıya mal olur. ABD’nin Irak işgali, yaşanan tahribat dışında Kürt milliyetçiliğinin ivme kazanmasına, devlet dışı aktörlerin ve radikal grupların alan bulmasına, bölgede fay hattı diyebileceğimiz etnik mezhepsel çatışmalara ve vekâlet savaşlarına zemin hazırladı. Yaşananlar sadece Irak’la sınırlı kalmamış çevre ülkelere de sıçrayarak ileride daha büyük gruplaşmaların önünü açmıştır. ABD’nin Irak işgaline karşı çıkan devletlerden biri de Suriye yönetimi olmuştur. ABD ise Suriye yönetimini terör örgütlerine yardım etmekle suçlamıştır. Yaşanan bu gelişmeler ve daha sonrasında İsrail’in Lübnan işgali Suriye, İran ve Hizbullah arasındaki işbirliğinin güçlenmesiyle sonuçlanmıştır. Irak işgali ile başlayan süreç sonuçları bakımından, bahse konu olan Suriye krizinin ve Arap isyanlarının ilk semptomlarını oluşturmaktadır. Dolayısıyla Suriye krizinin ve Arap isyanlarının izini 11 Eylül sonrası değişen ABD politikalarında ve Irak işgalinin sonuçlarında aramak gerekir.

Kitabın üçüncü bölümü “Obama’nın Eklektik Stratejisi ve Suriye Krizinin Dönüşümü” üzerinedir. Bu bölümde Obama’nın başkan seçildikten sonra Bush döneminden farklı olarak izlediği Suriye ve Ortadoğu politikası ele alınmıştır. Obama’nın dış politikadaki tavrı Bush’un önleyici müdahalesinin aksine tek taraflılık yerine çok taraflılığı, müdahale yerine müzakereyi tercih eden bir imaj çizmekteydi. Obama Mart 2011’de başlayan Suriye krizinde de Irak işgaline benzer durumların cereyan etmemesi için daha ihtiyatlı davranmıştır. Suriye’de başlayan ayaklanmalara karşı Suriye yönetimi muhaliflere ılımlı yaklaşarak dünya kamuoyuna reformist bir devlet imajı vermiştir. Fakat muhalif kanadın taleplerinin yerine getirilmemesi ve Esed güçlerinin ayaklanmalara karşı müdahalesinin sert olması toplumsal bir krizin yaşanmasına sebebiyet vermiştir.

Gittikçe sorunsallaşan Suriye rejimine karşı Obama dönemi ABD’si üç dönemde incelenir. Birinci dönem ABD’nin, Esed rejiminden muhaliflerin taleplerine yanıt vermesini beklediği dönemdir. Esed rejimi reform yapmak bir yana muhalif söylemleri şiddetle bastırma ve sindirme yoluna gitmiştir. Bu da ABD’nin tavrını sertleştirerek değiştirmesine sebebiyet verdi. İkinci dönemde ise ABD’nin kimyasal silahların kullanımı üzerinden bir politika ürettiğini görüyoruz. Esed rejiminin etkisini arttıran devlet terörü karşısında askeri müdahale etmekten kaçınan ABD bu dönemde kimyasal silah kullanımının karşılıksız bırakılmayacağını ifade etmiştir. Fakat rejim güçlerinin kimyasal silah kullanımına devam etmesi ve buna rağmen ABD’nin müdahale etmemesi Suriye krizinin derinleşmesine, çok taraflı ve çok aktörlü kaotik bir döneme girilmesiyle sonuçlanmıştır. Üçüncü dönem bölgedeki kontrolsüz ortamdan, devlet zafiyetinden istifade eden ve gün geçtikçe büyüyen terör örgütleriyle mücadele etmekle geçirilen dönemdir. Bu dönemde Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) veya diğer adıyla DAEŞ’in küresel çaptaki tehditlerine karşı harekete geçildiği bir dönem olmuştur.

2014 sonrası Suriye’de gün geçtikçe etkisini arttıran DAEŞ tehdidi karşısında ABD bölgeye askeri bir müdahalede bulunmak yerine muhalif gruplara silah ve mühimmat yardımı yaparak DAEŞ’le mücadele etmiştir. ABD’nin bu yardımları PYD gibi bölgede devlet reaksiyonu gösteren yapıların güçlenmesine ve alan bulmasına neden olmuştur. Bir yanda terörle mücadele edilirken diğer yanda Suriye krizine dair siyasi yol haritası izlenmesine karşın başarılı bir süreç yürütüldüğü söylenemez. Muhalif grupların birbirleri ile olan çatışması ve ABD’nin terörle mücadelesi Esed güçlerinin kendisine alan bulmasıyla sonuçlanmıştır. Üstüne üstlük terörle mücadele kapsamında Rusya ve İran’ın rejim lehine sürece müdahil olması olayları anlaşılması güç bir bağlama sürüklemiştir.

Kitabın dördüncü ve son makalesi olan “Trump’ın Suriye Politikası: Obama Karşıtı Söylemle Obama Stratejisini Sürdürmek” başlıklı yazıda Obama’dan sonra ABD başkanı seçilen Donald Trump’ın Suriye’ye yönelik politikaları ele alınmıştır. Henüz başkan seçilmeden evvel dış politikaya dair hemen hemen bütün konularda anti-Obamacı bir tavır sergileyen Trump, başkan seçildikten sonraki iki yıl içerisinde bu söylemlerini eyleme geçirememiştir. Bunun iç politika sorunlarından ve azil meselesiyle uğraşmaktan vakit bulunamamasından mı, yoksa bilinçli bir şekilde mi cereyan ettiği pek bilinmemektedir. Ama bir gerçektir ki Trump dönemi dış politikası, iç meselelerden kaynaklı normal zeminde ilerleyememiştir. Ortadoğu politikalarında sürekli yaşanan söylem değişikliği Trump döneminin bir Ortadoğu politikasının var olup olmadığı hakkında da kesin bir analizde bulunmamıza engel olmaktadır. Birkaç sansasyonel karar dışında Trump döneminin dış politikada çok fazla varlık gösteremediğini söyleyebiliriz.

Trump’ın Ortadoğu’daki askeri güçlerini geri çekeceğine dair söylemi ise şimdilik muammasını korumakta ve bu durumun bölgede yaşanabilecek farklı krizlere yol açabileceği düşünülmektedir. ABD askerlerinin olası çekilmesi durumunda ortaya üç senaryo çıkmaktadır. Birincisi arkasına bakmadan ve geride neler olup olmayacağını önemsemeden çekilmesidir. Ki bunun büyük bir insani drama sebebiyet vermesi düşünülmekte. İkicisi ortaya çıkan otorite boşluğunda muadil bir askeri gücün yerine geçmesidir. İkame bir askeri güç bölgesel dinamikleri çok sarsmayacaktır. Üçüncüsü ise çekilme meselesini zamana bırakmasıdır. Bölgenin sükûnete kavuşması, iç karışıkların dinmesi, terörle mücadelenin başarıya ulaşması, demokratik taleplerin yerine getirilmesi ve totaliter rejimlerin son bulması, ABD’nin geri çekilme sürecini hızlandıracak etmenlerden sadece birkaçıdır.

Kitabın “Sonuç” bölümünde Suriye’de rejim değişim talepleri ile başlayan krize karşı küresel aktörlerin güç mücadelesinden bahsedilmiştir. Kitabın başından itibaren aktarılan ABD’nin genelde Ortadoğu, özelde ise Suriye üzerinde uyguladığı dış politikanın dönemsel değişimi bu bölümde gözler önüne serilmiştir. Son olarak “Kronoloji” bölümünde ise Suriye krizinin yaşandığı 2011 - 2019 tarihleri arasındaki 8 yıllık süreç kronolojik bir şekilde aktarılmıştır. Kitabın sonunda “Kaynakça” verilip kitap sonlandırılmıştır.

M. Fatih Özmen

M. Fatih ÖZMEN
M. Fatih ÖZMEN

Siyasal Bilimler | Uluslararası İlişkiler | Edebiyat [email protected]

Yorum Yaz