İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Makalede ABD’nin Ortadoğu’da attığı adımlar, kurduğu ilişkiler(özelliklede İsrail ile) ve politikalarını açıklamaya çalıştım. ABD’nin neden işgaller gerçekleştirdiğini, politikalarını etkileyen faktörlerin neler olduğuna değinmeye çalıştım.
İlk bölümde ABD için Ortadoğu neden önemli, Ortadoğu’daki çıkarları nedir ve belirlemiş olduğu politikaların neler olduğunu geniş bir şekilde anlatmaya çalıştım. Ortadoğu’da ABD’nin beklentilerinin neler olduğuna değinmeye çalıştım. Soğuk Savaş öncesi, Soğuk Savaş zamanı ve sonrası ayrı ayrı değerlendirmeye ve her başkanı da ayrı ayrı ele almaya çalıştım. İkinci bölümde ise Yahudi insanların hangi şartlarda hayatta kalmaya çalıştıklarını, bir Yahudi Devleti fikrinin nasıl ortaya çıktığını anlatmaya çalıştım. Siyonist hareketin ortaya çıktığını ve neler yaptığını da anlatmaya çalıştım. Üçüncü bölümde ise Arap-İsrail Savaşlarını tek tek ele aldım. Bu savaşların hangi devletlerarasında yaşandığı, hangi sonuçları doğurduğu ve ABD’nin etkisinin nasıl olduğuna da değinmeye çalıştım. Son bölümde ise ABD ile İsrail arasındaki sıkı dostluğun sebeplerini, ABD’nin İsrail’i neden bu kadar çok önemsediğini ve ABD’nin politikalarını etkileyen faktörlerin neler olduğunu da tek tek ele almaya çalıştım.
ABD’nin Ortadoğu’daki Politikalarının Temel Unsurları ve Olayları
Amerika Birleşik Devletleri, Ortadoğu’daki çıkarlarını korumak için yıllardır birçok politika geliştirmiştir. Bu politikalar anlık gelişen veya tahmin edilen olaylar karşısında farklılıklar göstermiştir. Özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında bölge üzerinde oldukça etkin olmuştur. Bu durumun iki önemli sebebi bulunmaktadır; birincisi Komünist yayılmasının önüne geçmek, ikincisi de İsrail’i destekleyip güvenliğini sağlayarak Arap devletlerinde etkin olan Sovyet etkisini azaltmak olmuştur. ABD için en temel iki konu dışında yıllardır değişmeyen üçüncü politikada Basra Körfezi’nin kendi hayati çıkarını oluşturması olmuştur. Çünkü petrol ABD için hayati önem taşımaktadır.
Dünya Savaşı’ndan önce ABD’nin Ortadoğu ile ilişkisi sınırlıydı Umman ile bağı olmuştur. 1857 yılında da ABD ile İran arasında ticari ilişkilerin önü açılmıştır. I. Dünya Savaşı sonrasında İngiltere ve Fransa’nın bölge üzerindeki sömürge anlayışına ABD pek sıcak bakmamıştır. Bu bakış açısı sayesinde ABD popülarite ve saygınlık kazanmıştır.[1] Gerçekten de Amerikalılar, Avrupalılar gibi bencil ve ikiyüzlü olarak görülmemiştir. Amerikalı Hristiyan misyonerler bölgede etkili hale gelmişlerdir. Petrol gibi doğal kaynaklar için ABD donanımlı insanlar bölgeye sevk etmiştir.[2] Böylece ABD’nin II. Dünya Savaşı öncesi Ortadoğu’yla bağlantısı kurulmuştur. 1928 Kırmızı Hat Anlaşması ve 1944 İngiliz-Amerikan Petrol Anlaşması ile imzalar atılmış ve işbirlikleri de kurulmuştur. Bu anlaşmaların her ikisi de ABD’nin Ortadoğu’daki petrole olan ilgisini yansıtmıştır.[3] 1944 yılındaki anlaşma ile ABD’nin yetkileri oldukça artmıştır. Irvine Anderson “Dönemin en önemli olayı ABD’nin net ihracatçı pozisyonundan birine geçişi oldu” demiştir.[4]
İkinci Dünya Savaşı sonunda Birleşik Devletler, Ortadoğu bölgesini dünyanın en önemli stratejik noktası olarak görmeye başlamışlardır.[5] O zamanla bölge büyük sosyal, ekonomik ve politik değişimler geçirmiş, Ortadoğu’nun içinde kargaşanın hâkim olduğu zamanlar olmuştur. Siyasi olarak da Ortadoğu’daki devletlerde milliyetçi düşünceler giderek ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu durumda İngiliz ve Fransız güçlerine büyük sıkıntılar çıkarmıştır.
Dünya Savaşı’ndan sonra dünya üzerinde iki süper güç ortaya çıkmış ve birbirlerine karşı güç mücadelesi sergilemiştir. ABD ile SSCB Soğuk Savaş zamanında İngilizlerin bölge üzerinde azalan gücünün yerini doldurmak istemişlerdir.[6] ABD, stratejik adımlarına Truman’ın Çevreleme Politikası ile başlangıç yaparken 1957 yılında Başkan Eisenhower’ın Doktrini ile bölge üzerine yoğunlaştığını göstermiştir.
Eisenhower Doktrini ile ABD, bölge üzerinde SSCB yayılmasını önlemeyi amaçlamış ve bölge üzerindeki ülkelere yardımlar sağlanması yolunda adımlar atmıştır.[7] ABD, bu sayede hem SSCB’nin etki alanını kısmayı sağlamış hem de Ortadoğu’daki ülkelerle ilişkilerini geliştirmiştir. Bu adımdan sonra yaşanan sıcak temas da yani Vietnam Savaşı yüzünden ABD üzerinde baskılar oluşmaya başlamıştır ve sonucunda Başkan Nixon 1970’te ilan ettiği doktrini ile ülkeyi Vietnam’dan çekerken ülkenin kriz bölgelerinde doğrudan temastan kaçınmasını hedeflemiştir. Nixon’a göre ekonomik ve askeri yardımlar devam etmeli ancak sıcak çatışmalardan kaçınılmalıydı ancak bu durum böyle devam etmemiştir. 1980 yılında Başkan Carter’ın ilan ettiği doktrinde Basra Körfezi’nin çıkarları için hayati öneme sahip olduğunu ve herhangi saldırının gerçekleşmesi ABD’yi zora sokacaktır denilmiş ayrıca saldırı yapanlara misliyle karşılık verileceği de eklenmiştir. Buda açıklıyor ki Nixon’ın aldığı kararlar devam etmemiştir.[8]
ABD, ortaya koyduğu anlayışı gerçekleştirmek için 1979 yılında Ortadoğu’da çalışması için merkez üstünün ABD’de bulunduğu Çevik Kuvvet’i kuruştur. Bu yapılanmayı askeri üstünlük ve yardımlar için aynı I. Körfez Savaşında olduğu gibi kullanmıştır. Başkan Reagan’da SSCB karşıtlığını ve bölge üzerine olan ilgisini, çıkarlarını koruma yolunu sürdürmüştür. Tüm bunların sonucu olarak Ortadoğu’da var olan enerji kaynaklarının özelliklede petrolün ABD’ye gelişinin devamlı olmasını sağlamak olmuştur.
1991 yılında gelindiğinde SSCB’nin çöküşü ani çift kutuplu sistemin bitişi yaşanmıştır. Bu değişim ile dünya üzerinde tek süper güç olarak ABD kalmıştır. Bu süreç içerisinde ABD ile yarışa girebilecek başka bir ülke çıkmamıştır. Bu süre içerisinde de ABD tüm gücünü kullanarak küreselleşmenin hızlanmasında rol oynamıştır.[9]
Tarihler 11 Eylül 2001’i gösterdiğinde ABD en büyük terör saldırına uğramıştır. El Kaide terör örgütü militanları tarafından gerçekleştirilen saldırı DTÖ ve Pentagon’a olmuştur. Bu saldırı sonucunda birçok insan hayatını kaybetmiştir. Bu olay sebebiyle ABD terörle mücadele için etkin rol alacağını ve bunu tüm dünya üzerinde kullanacağını belirtmiştir. Saldırı sonrası ABD’nin belli ülkeleri tanımlaması değişmiştir. CIA açıklamasında bu saldırıyı yapan örgütün Irak’la bağlantılı olduğunu ve hem Irak’ın hem de İran’ın destekçisi olduklarını belirtmiştir. Başkan Bush 2002 yılındaki açıklamasında İran, Irak ve Kuzey Kore’yi ‘Şer Ekseni-Şeytan Üçgeni’ olarak isimlendirmiştir.[10]
Doing ve diğerleri tarafından yazılan makalede CIA verdiği bilgiler ile Bush Yönetimini etkilediği hatta Başkan Bush’un bilgileri politik bir bakış açısıyla değerlendirmesi sonucunda Saddam ile El Kaide arasında birliktelik olduğuna yönelik işaretler bile aranmıştır. Bir süper güç olarak kendi coğrafyası içinde böyle saldırıya maruz kalınca psikolojik olarak saldırma içgüdüsüne kapılmıştır. Sonuç olarak önce Afganistan’a daha sonra da Irak’a askeri müdahaleler gerçekleştirmiştir.[11]
Başkan Bush, Taliban’a El Kaide üyelerini teslim etmesi için ültimatom yayınlamıştır. Daha sonrasında ise direk askeri müdahale gerçekleştirmiştir. İlk önce NATO’dan yardım almamış daha sonra NATO dâhil olmuştur. Bu müdahale ile iktidarda bulunan Taliban düşürülmüştür. Yapılan müdahaleye Sürekli Özgürlük ismi verilmiştir. Ancak bu müdahale yüzünden birçok masum insanında hayatını kaybetmesi ve üzerinden yıllar geçmesine rağmen Afganistan’ın devam eden istikrarsızlığı yüzünden ABD çokça eleştiri almıştır. Bu olay yüzünden Ortadoğu’daki ABD ortaklarının bile güveni azalmıştır. Bin Ladin 2011 yılında öldürülmüş ve ABD’nin 13 yıl boyunca süren savaşı olmuştur.[12]
2003 yılında II. Körfez Savaşı olarak da bilinen Irak’a Özgürlük Operasyonu gerçekleşmiştir. ABD önderliğindeki Irak işgaline ayaklanmayla karşı çıktığı daha uzun bir ikinci aşama izledi. 2007'de şiddetin azalmaya başlamasından sonra ABD Irak'taki askeri varlığını yavaş yavaş azalttı ve Aralık 2011'de resmen çekilmesini tamamladı. Savaşın sebebi olarak BM, Irak’ta çeşitli yasaklanmış silahların olduğunu söylemiştir. Ayrıca terör örgütlerine yardım yaptıklarını da eklemiştir. Saddam Hüseyin yakalanmış ve 2006 yılında idam edilmiştir.[13] Bu savaşa karşı Fransa, Almanya, Rusya ve Çin kaygılarını söylemiştir. Belçika ise ABD’nin uluslararası hukuka uymadığını, savaş kurallarını ihlal ettiğinden yakınmıştır.[14]
Tüm bu yaşanılanlardan sonra ABD’ye karşı güvensizlik hâkim olmuştur. ABD’nin bölge üzerinde karizmasını toplayabilmek ve çıkarlarını koruyabilmek için yeni bir politikaya geçmesi gerekmiştir. İşte bu politika Büyük Ortadoğu Projesi(BOP) olmuştur. Bu proje ile gerekirse askeri müdahaleler yapılabileceği ortaya koyulmuştur. Birçok devletin demokrasiye geçmesi ve liberal politikaları belirlemesi amacıyla Ortadoğu’yu daha uyumlu hâle getirme projesi olmuştur. Bu dönemde insani müdahale anlayışı hâkim görüş olmuştur, Bush’ta politikasında terörle mücadele söylemleri ile birleştirmiştir.[15]
Başkan Bush’un terörle mücadele konusunda gerçekleştirdiği işgaller oldukça eleştiri almıştır. Özellikle bu savaşların uzun sürmesi ABD ekonomisini oldukça zorlamıştır ve halk tarafından da eleştiri almıştır. Clinton dönemine göre Bush daha sert bir yol izlemiştir, ancak başarılı olduğu konusunda soru işaretleri oldukça artmıştır. Müdahaleler sonrasında demokrasinin ve barışın egemen olacağı konuşulurken sonuç olarak işgale uğrayan devletlerin istikrarsızlığı günümüzde bile devam etmektedir. Bunun yanında farklı terör gruplarının bölgede güç boşluğunu fırsat bilerek etkili olmaya çalışması da olanların başka bir kötü sonucu olmuştur. Bu terörist gruplar ve İran’ın doğrudan etkisi olarak mezhep çatışmalarının da önü iyice açılmıştır.
ABD özellikle Soğuk Savaş zamanında kullandığı iki temel politikasını 11 Eylül sonrasında terk etmiş ve Önleyi Savaşa geçmiştir.[16] Bu politika değişikliği ve sonuçlarının ağır olması Bush’a oldukça eleştiri gelmesine sebep olmuştur. Obama’nın başkanlığa geçmesiyle bu eleştirileri sonlandıracağı ve ABD’nin prestijini yükseltileceği söylenmiştir. Obama başkanlığa gelirken kullandığı ‘değişim’ sloganı ile insanların düşüncelerinde olumlu bir hava estirmiş ve beklentileri arttırmıştır.
Başkan Obama söylemlerinde çoğunlukla Bush döneminden ayrılan farklılıklar barındırmıştır. Benli’ye göre “Obama yönetiminin güç kullanımı yerine müzakere ve diyaloğu öncelediği; tek taraflı değil çok taraflı politikaları savunduğu; müttefikleri ile birlikte çalışıp, ABD’nin düşmanlarına karşı daha nüanslı bir politikayı ön plana çıkardığı söylenebilir.” demiştir.[17]
Obama, daha uyumlu bir yol izleyeceğinin sinyallerini vermiştir. Ancak dış politikada radikal unsurlara karşı savaşın devamının referans yapılması büyük eleştiri almıştır. Obama’nın başlattığı yeni söylemler ile bazı sonuçlar ortaya çıkmıştır. İlk olarak Obama, ABD askerlerini Irak’tan çekeceğini söylemiş ve gerçekleşmesinde başlangıç olmuştur. Siyasi hayatı boyunca Irak Savaşına karşı olan Obama, bu savaşın ABD için büyük kayıp olduğunu ve devletle, masum insanlarla değil El-Kaide terör örgütüyle savaşılması gerektiğini söylemiştir. Obama ayrıca ilişkilerin kopuk olduğu İran ve Suriye ile yeniden görüşüleceğini açıklamış ve ilişkiler kurulmaya çalışılmıştır. Başkan Obama 2015 yılında P5+1 ülkeleri içinde bulunduğu için İran ile yapılan nükleer anlaşmayı imzalamıştır. Bu geçici anlaşma ile anlık sorunun çözümü onaylanmıştır.[18] Başkan Obama, kendisinden önceki başkan Bush’a göre değişikleri söylem düzeyinde kalmıştır. Obama sürekli değişim, diyalog ve hoşgörü yöntemlerinden bahsetmiş olsa dahi ABD çıkarları hiçbir zaman değişikliğe uğramamıştır. Bu konuda eleştiri getirenler Obama’nın eylemlerinde Bush gibi hareket ettiğini söylemesiyle mevcut olmuştur.
Obama’dan sonra 2017 yılında yemin ederek başkanlığa gelen kişi Trump olmuştur. Başkan Trump’ın yönetici kadrosunun Ortadoğu’da iş yapmış insanlar olması halkın kafasında daha sert bir söylem olacağı yönünde kuşkuları arttırmıştır. Trump’ın 2017 yılındaki konuşmasında “Bu andan itibaren, önceliğimiz Amerika olacak. Ticarette, vergilerde, göçmenlikte, dış ilişkilerde her karar Amerikan işçilerine ve Amerikan ailelerine fayda sağlayacak. Sınırlarımızı ürünlerimizi üreten, şirketlerimizi çalan ve işimizi yok eden diğer ülkelerin yıkımlarından korumalıyız. Koruma büyük refah ve güce yol açacaktır” demiştir.[19]
Başkan Trump’ın 2017 yılında gerçekleştirdiği bu konuşma 11 Eylül’den beri aktif şekilde Ortadoğu’da yer alan ABD’nin, etkisini daha arttırması için rehber olmuştur. Başkan Trump’da radikal gruplara karşı tutumu korumuştur. Çoğu Müslüman olan 7 ülkeye (Suriye, İran, Venezüella, Somali, Libya, Yemen ve Kuzey Kore)[20] vize yasağı koyması kendine göre terörle mücadelede atılan ilk adım olmuştur. Trump, sorunları çözmede Bush gibi adımlar atarak kendisinden önceki başkan Obama’dan farklı olduğunu ortaya koymuştur. Herhangi bir savaş konusunda aktif katılımı olabileceğini göstermiştir.
Başkan Trump, Suriye konusunda ilk dönemlerinde askerlerini buradan çekeceğini söylemiştir. Ekonomik olarak ABD’yi zorlamasını sebep olarak göstermiştir. Ancak Trump’ın bu kararı söylemde kalmış ve Suriye’de askeri üstleri bulunmaktadır. Daeş tehlikesine karşı petrol olan yerlerde ABD askerleri göreve devam etmiştir. Ayrıca hem Daeş’la savaşması için hem de rejim güçlerine karşı koyabilmesi için bölge üzerindeki Pyd/Ypg gruplarını desteklemiştir. Başkan Trump, Suriye’den çekilmek istediğini defalarca tekrarlasa da değişen durumlar ve karmaşıklık karşısında bunu gerçekleştirememiştir.[21]
Başkan Trump 2018 yılında İran’la imzalanan nükleer anlaşmadan çekildiğini açıklamıştır. Trump, savaşma arzusu olmadığını dile getirdikten sonra yeni yıla Kasım Süleymani’yi öldürerek girmesi tüm insanları şaşırtmıştır. Trump, öldürme sebebi olarak birçok ABD vatandaşını öldürdüğünü ve kötü bir insan olduğunu söylemiştir. Amerika Birleşik Devletleri bir milis kuvvetine nasıl tepki verileceğini ya da bir komutanı nasıl öldüreceğini anlamıştır.[22]
İsrail’in Kuruluşu
İsrail Devleti’nin kuruluşu hem dini hem de siyasi anlayışların birleşmesiyle ortaya çıkmıştır. Yahudilerin Tevrat’ta vadedilmiş topraklar olarak kabul ettikleri bazı ayetler geçmektedir. 18. yüzyıldan başlayarak 19. yüzyılla devam eden sürgün hayatı yaşamışlardır. Fransız İhtilali ile dünya üzerindeki ulusların milliyetçi duyguları artmıştır. Bu artış sonucunda başta Avrupa’da olmak üzere de Çarlık Rusya’da da Yahudi karşıtlığı artmıştır. Bu gibi sebeplerle göç etmek zorunda kalan Yahudiler artık kendilerine ait bir devleti inşa etmeleri gerektiğini anlamışlardır.[23]
İsrail’in kuruluşuyla amaçlarına ulaşan ilk Yahudi hareketleri Milattan Sonra 300’lü yıllara kadar uzanmıştır. Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulması fikri 19. Yüzyılda hız kazanmıştır. Yaşanan Yahudi karşıtlığı, çatışmalar, zor şartlar bu fikrin hız kazanmasına sebep olmuştur.[24] Birçok Hristiyan’ın, Yahudileri sevmemesinin nedeni Hz. İsa’nın katilleri olarak suçlamalarından kaynaklanmış ve bu sebepten dolayı Yahudiler başta Avrupa olmak üzere dünyanın birçok yerinde zorluklarla karşılaşmıştır.[25] Yahudi karşıtlığı yapan, Yahudileri sevmeyen insanların yaptıklarına antisemitizm denmektedir. Antisemitizme göre Yahudiler tüm düzeni bozan zararlı unsurlar olarak tanımlanmıştır.[26]
Yaşanılan Yahudi karşıtlığına karşı devlet kurma fikrinin siyasi kuruluşu Siyonizm Hareketi olarak ortaya çıkmıştır. Siyonizm, Musevilik inanışına sahip insanların Kudüs ve çevresine giderek burada hâkimiyet kurma ve Süleyman Mabedini tekrardan inşa etme fikri olarak doğmuştur.[27]Bu Hareketin ilk mimarı olan kişi Theodor Herzl olmuştur ve Herzl dünya üzerindeki Yahudi karşıtlığına dur demek için devletin kurulması gerektiğini söylemiştir.[28]
1897 yılında I. Büyük Yahudi Kongresi, İsviçre’nin Basel şehrinde gerçekleşmiştir. Siyonizm’in temel kararları açıklanmış ve ilk kez toplu olarak hareket etmişlerdir.[29] Gerçekleştirilen kongrelerde, Siyonizm’in hedefini gerçekleştirmesi için dönemin güçlü devletlerinden destek alması gerektiği ve tüm Yahudilerin Filistin’e gelmesi ile Yahudi devletinin kurulacağı söylenmiştir.[30] Dönemin güçlü devletlerinden olan Osmanlı İmparatorluğu ile yapılan görüşmelerde, Osmanlı’nın birçok ülkeye olan borcunun ödenmesi karşılığında Filistin coğrafyası üzerinde devlet kurma teklifini yapmışlardır. Ancak padişah hiçbir zaman bu teklifi kabul etmemiştir.[31] Yahudi yurdu konusunda istediği katkıyı Osmanlı’dan alamayan Herzl, İngiltere ile yakınlaşmaya başlamıştır. İngilizlerle yapılan görüş alışverişinde Uganda’nın Yahudi yurdu olması teklifi yapılmış ve Siyonistler bu teklife ilk etap da olumlu bakmıştır.[32] Siyonizm’in lideri Herzl 1904 yılında ölünde yerine Weizmann gelmiş ve Uganda teklifini reddederek Filistin haricinde bir yer olmayacağını dile getirmiştir.[33]
Dünya Savaşı yılları Yahudiler için en verimli geçen seneler olmuştur. 1917 Balfour Deklarasyonunda geçen “Majestelerinin Hükümeti, Filistin'de Yahudi halkı için ulusal bir devletin kurulmasını destekliyor ve bu amacın gerçekleştirilmesini kolaylaştırmak için ellerinden geleni yapacak”[34] ifadesi Yahudiler için dönüm noktası olmuştur.
Dünya Savaşının bitmesi ile İngiltere, Yahudilerin istediği Osmanlı topraklarını ele geçirerek manda haline getirmiştir. Bu gelişme ile Yahudilerin devlet kurması için önemli adımlardan biri kabul edilmiştir.[35] Savaşın bitişi ile 1934 yılına kadar yaşanan göçlerle bölge üzerinde Yahudi nüfusu 900.000’e gelmiştir.[36] Bu göçler ile Araplar zor duruma düşmüştür. II. Dünya Savaşı sonrasında bölge üzerinde artan Arap-Yahudi çatışmaları sorunu Birleşmiş Milletlere taşınmıştır. 1947 yılında BM’nin aldığı karar, söz konusu bölgenin ikiye bölünerek bir yerinde Yahudiler, diğer yerinde Araplar olacak ve Kudüs’ün dokunulmazlığı koruncak şeklinde olmuştur.[37]İngiltere, Filistin’deki manda yönetimini çekmesiyle akabinde İsrail Devleti’nin kuruluşu gerçekleşmiştir.14 Mayıs 1948 yılında bağımsız İsrail Devleti kurulmuştur.[38]
Arap-İsrail Savaşları
İsrail Devleti’nin kuruluşu başta Filistin olmak üzere birçok Arap devletinde şiddetli bir karşılık görmüştür. Bu devletin kuruluşu bölge üzerinde geçmişten beri var olan gerilimlerin gün yüzüne çıkarak savaş halini alması ile sonuçlanmıştır. İsrail’in kurulmasıyla hemen akabinde birçok Arap devletin savaş açması bir olmuştur. Artık İsrail’in kuruluşu sadece Filistin’in meselesi değil Arap coğrafyasındaki devletlerin sorunu haline gelmiştir.
1948 Arap-İsrail Savaşı
Bu I. Arap-İsrail Savaşı olarak da geçmektedir. 1948 yılında İsrail’in kuruluşunu ilan etmesinin ardından beş Arap devleti( Ürdün, Mısır, Suriye, Lübnan ve Irak) savaş açmışladır. İsrail’in galip gelmesiyle 1949 yılında yapılan anlaşmalar ile son bulmuştur.[39] Yapılan anlaşmalara göre Filistin iyice küçülmüş ve İsrail topraklarını iyice genişletmiştir.[40] Gerçekleşen savaş sonucunda İsrail sınırlarını genişletmiş, Filistin daha dar bir alana hapsedilmiş, Kudüs parçalanmış ve birçok Filistin’li insan İsrail, Ürdün ve Mısır’da mülteci konumuna düşmüştür.[41]
1948 yılında yaşanan savaş Arap ülkeler nezdinde rekabeti de arttırmıştır. Özellikle Kudüs ve Gazze Şeridi’ni ele almak için bireysel planlar yapmışlardır. Ürdün ve Mısır bu rekabeti sürdüren iki ülke olmuştur. Bu meseleyi Filistin sorunu teması altında yürütmüşlerdir.[42]
1967 Arap-İsrail Savaşı
1967 yılındaki savaş İsrail’in intikam amacıyla gerçekleştirdiği ve kısa sürede topraklarını kendisinin 2-3 katına çıkardığı savaştır. Savaşın sebeplerine bakacak olursak hem İsrail’in intikam isteği hem de sınırlarındaki güvenliği tam olarak sağlamak istemesinden ortaya çıkmıştır. Mısır’ın, Tiran Boğazı’ndaki geçişleri engellemesi ve kapatmasıyla İsrail’in savaşı başlatma noktası olmuştur.[43]
İsrail, savaş sonunda Sina’yı ve stratejik olarak önemli olan Golan Tepeleri’ni ele geçirmiştir. Arap devletlerin yenilgisinden ziyade bu devletlere silah ve mühimmat yardımı yapan SSCB’nin yenilgisi gibi gözükmüştür.[44]
1973 Arap-İsrail Savaşı
1973 yılındaki savaşta Mısır ve Suriye, İsrail’e saldırı başlatmıştır. İsrail’in özel günü olan Yom Kippur gününde olduğu için savaşın ismi bu kabul edilmiştir.[45] Başta Mısır ve Suriye başarı şekilde ilerlemiştir. Ancak ABD’nin gerçekleştirdiği yardımlar ile savaşın seyri tam tersine dönmüştür. İsrail, tek tek karşılık vermeye başlamış ve BM’nin de Barış Gücü göndermesiyle ateşkes süreci başlamıştır. Bu savaşta tüm taraflar çok kayıplar vermişlerdir.[46]
Savaştan beş sonra Mısır ile İsrail arasında tüm dengeleri bozacak bir barış anlaşması imzalanmıştır. 1978 Camp David anlaşmasıyla ABD, İsrail’in en azılı düşmanlarından olan bir Arap ülkesini bu çatışmalardan, düşmanlıktan koparmış ve hem bölge üzerindeki çıkarlarını korumuş hem de önemli müttefiki olan İsrail’in hayatta kalmasını iyice sağlamlaştırmıştır. Bu anlaşma ile İsrail’i tanıyan ilk Arap devleti Mısır olmuştur.[47]
ABD-İsrail İlişkileri
ABD’nin bölge devletine olan ilgisi Başkan Wilson’dan itibaren giderek derin bir hâl almıştır. Özellikle Balfour Deklarasyonuna açık destek vermeleri bunun en önemli göstergesi olmuştur. ABD, bölge üzerinde bir Yahudi devletinin kurulmasının çıkarlarını olumlu etkileyeceğini düşünmüş ve bu konuda oldukça atılgan davranmıştır. 1947 yılındaki BM’nin yaptığı oylamada bölünme planına evet oyu vermiş ancak gerekli oy oranı alınamadığı için kabul edilmemiştir. ABD desteğini daha da ileriye götürerek en son üçüncü oylamada birçok devletin, baskı ve zorlama yoluyla evet oyu vermesini sağlamıştır. Son oylamada bir farkla evet oyu kazanmış ve Yahudi devletinin kurulmasında ciddi bir gelişme sağlanmıştır.[48]
ABD-İsrail ilişkileri Soğuk Savaş zamanı boyunca git gide iyileşen bir seyre sahip olmuştur. ABD çoğunlukla İsrail’in Ürdün, Lübnan ve Mısır ile iyi ilişkilere sahip olmasını desteklemiştir. Ayrıca Suriye ve İran’dan gelebilecek saldırılara karşı da korumuştur. ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarları söz konusu olduğu için bölge üzerinde İsrail’le dostluk ilişkisi sıcak tutulmuştur. ABD Kongresi de bu ilişkinin yakınlık çerçevesinde sürdürülmesinde büyük destekçi olmuştur.
ABD, İsrail'e 1949'dan bu yana 115 milyar dolardan fazla diplomatik, ekonomik ve askeri destek sağlamıştır. Yahudi devletini Washington Orta Doğu'daki Sovyet etkisine karşı bir siper olarak görülmüştür. O zamandan beri dünya değişmiş olsa da, ABD-İsrail ittifakının stratejik mantığı değişmemiştir. İsrail, radikal İslam ve şiddet yanlısı aşırılıklar da dâhil olmak üzere Ortadoğu'daki radikal güçlere karşı bir denge noktası olmaya devam etmiştir. İsrail, ABD'nin geleneksel güvenlik tehditleriyle başa çıkmasına yardımcı olmuştur. İki ülke terörizm, nükleer silahların yayılması ve Ortadoğu politikaları konusunda istihbarat verilerini paylaşmıştır. İsrail'in askeri deneyimleri, ABD'nin terörle mücadele ve ülke güvenliğine yaklaşımını şekillendirmiştir. Kuşkusuz, İsrail ile ittifak Washington için herhangi bir risk veya maliyet içermemiştir. İsrail ve komşuları arasındaki 1973 Savaşı, Amerika'yı Sovyetler Birliği ile çatışmanın eşiğine getirmiş ve ABD'ye petrol ihracatı konusunda bir Arap ambargosu yaratmıştır. 1982 İsrail'in Lübnan'ı işgalinden sonra, Reagan yönetimi ülkeyi istikrara kavuşturmak için ABD’li denizcileri göndermiş, bu da sonuçta Amerikan diplomatlarına ve askeri personeline maliyetli saldırılara yol açmıştır. ABD'nin İsrail'e diplomatik ve askeri desteği, birçok Arap ve ağırlıklı olarak Müslüman ülkede ABD'ye karşı olumsuz tutumları güçlendirmiştir.[49]
ABD’nin İsrail’i çok fazla önemsemesinin bazı sebepleri vardır:
Güvenilir Bir Müttefiklik: İsrail’de gerçekleştirilen ankette Obama’dan sonra ABD sevgisi %63 olarak ortaya çıkmıştır. Bu orandan da anlaşılıyor ki aradaki müttefiklik güvenli bir şekilde ilerliyor.
İsrail’in İstikrarlı Olması: İsrail demokratik kurumlara sahip olan ve siyasetini de demokrasiyle sürdürmeye çalışan bir ülkedir. ABD’de bu yönünden dolayı İsrail’le ilişkilerini geliştirmiştir.
Dil: İsrail’de anadil olarak İbranice ve Arapça konuşulurken bun dillerin yanında %85 oranında İngilizce de konuşulmaktadır. Amerikan kültüründen etkilenmektedirler.
Kişisel Bağlar/ Amerikalı Yahudiler: Amerika’da çok fazla Yahudi insan yaşamaktadır ve bu insanlar doğrudan ABD siyasetini etkilemektedirler. Bundan dolayı ABD, İsrail ile uyumlu ve sıcak politikalara sahiptir.
Güç: ABD desteklediği ülkeler konusunda çok seçici davranmıştır. İsrail konusunda da özellikle 1967 savaşında İsrail’in gücünü fark etmiş ve ilişkilerin yoğunlaşmasına karar vermiştir. İsrail bu şekilde gücünü göstermiş ve ABD’nin dikkatini çekmiştir.
İş Dünyası: İsrail işletmeleri ABD’de çok güçlü bir varlığa sahiptir. Amerikalılara iş imkânı sağlıyor ve kazanç elde etmektedir. İki ülke de iş dünyası konusunda birbirine yardımcı olmakta ve kazanç elde etmektedir.
Realpolitik: İstikrar ve güvenilir müttefiklik olgularıyla İsrail, ABD için bölgeye açılan kapı görevi görmektedir. Ayrıca bölgedeki dengeler açısından istihbarat sağlamaktadır. Özellikle petrol bölgeleri üzerine erişim için İsrail çok önemlidir.
Din: Yahudi halkın dışında ABD’de giderek büyüyen bir Evanjelizm inanışı vardır. Bu topluluk İsrail’in desteklenmesi gerektiğini ve destekledikleri zaman kutsanacaklarına inanan bir takım politik dini görüşlere sahiptir. Hiçbir siyasetçinin de sayılarını hafife almayacağı kadar çok oluşu İsrail’in desteklenmesini sağlamıştır.”[50]
ABD-İsrail ilişkilerini çok fazla etkileyen kurum ise AIPAC( Amerika’daki Yahudi Lobisi) olmuştur. İsrail’e finansal destek sağlanmasını başaran, Washington’un Ortadoğu ile ilgili kararlarını etkilen önemli bir faktör olmuştur. ABD siyasetine etkin katılım sağlamaları, Kongre’de güçlü konumda olmaları ve siyasetçilerle iyi ilişkilere sahip olmaları bu lobinin ilişkileri doğrudan etkilediğini göstermektedir.[51]
SONUÇ
Yıllar boyunca ABD’nin Ortadoğu politikaları önemini korumuştur. ABD, bölgeye erişebilmek için birçok yol denemiş, farklı farklı müttefikler edinmeye çalışmış ve bölgedeki nüfusunu korumaya çalışmıştır. Geçmişte İran’la, iyi ilişkilere sahip olsa da devrimden sonra bu ilişkiler kopmuş ve ABD derin bir yara almıştır. Günümüzde ise çıkarlarını korumak için İsrail mükemmel bir müttefik olmuştur. 1948 yılından itibaren İsrail’le sürekli iyi ilişkiler geliştirmeye çalışan ABD, bölgedeki istikrarı korumak ve enerji kaynaklarına rahat ve güvenilir şekilde ulaşabilmek için İsrail’i desteklemektedir. Askeri, diplomatik, ekonomik, güvenlik ve daha birçok noktada İsrail’in en büyük destekçisi konumundadır.
ABD, bölge üzerinde işgaller gerçekleştirmiş, birçok insanın hayatını kaybetmesine sebep olmuş yeri gelmiş müttefiklerinden bile tepki çekmiştir. Ancak ne olursa olsun İsrail’i terk etmemiş ve güvenliğini sağlamıştır.
ABD hayatta kalabilmek için enerji kaynaklarını elde etmek zorundadır. Ortadoğu’da da zengin kaynaklar olmasından dolayı ABD bölgeyi çok fazla irdelemektedir. Başta İsrail olmak üzere Suudi Arabistan’la da iyi bir ilişkiye sahiptir. 11 Eylül sonrası dış politikada daha sert tutum benimsense de ABD bölgeye girebilmek için çok çabalamıştır.
Sonuç olarak Ortadoğu ABD için hayati öneme sahiptir ve bu önemli yere ulaşabilmek için İsrail’le dostluğunu ne olursa olsun sürdürmek zorundadır. Bunun dışında ABD seçimlerde kendi içinde yaşayan Yahudilerin etkisiyle de İsrail destekçiliğini arttırmaktadır.
Oğulcan GÜLTEKİN
KAYNAKÇA
KİTAPLAR
MAKALELER
İNTERNET KAYNAKLARI
[1] Louise FAWCETT, International Relations of the Middle East, 1. Baskı, Oxford University Press, 2005, p. 284.
[2] William A. RUGH, Americans' Meeting with Arabs: The Soft Power of Public Diplomacy in the USA in the Middle East, 1. Baskı, ABD: Praeger Publishers, November 2005, pp. 25-26.
[3] Philippe Le BILLON and Fouad El KHATIB, “From free oil to 'oil of freedom': terrorism, war, and U.S. Geopolitics in the Persian Gulf”, Geopolitics, Vol. 9, No. 1, March 2004, p. 109.
[4] Andeeerson IRVINE, Aramco, United States and Saudi Arabia, 1. Baskı, Princeton University Press, July 1981, p. 36.
[5] Chomsky NOAM, “Imperial Presidency”, CHOMSKY.COM, 4 November 2004, https://chomsky.info/20041217/, (Erişim. 06.05.2020).
[6] Anthony BEST, J. M. HANHİMAKİ, Joseph A. MAİOLO, Kirsten E. SCHULZE, Uluslararası Siyasi Tarih, 1. Baskı, (Çev. Taciser Ulaş BELGE ve Emel KURT), İstanbul: Yayın Odası, Mart 2008, s. 219.
[7] Tayyar ARI, Irak, İran ve ABD: Önleyici Savaş, Petrol ve Hegemonya, 1. Baskı, İstanbul: Alfa Yayınları, Ocak 2004, s. 224.
[8] “ABD Başkanları ve Doktrinleri”, tarihibilgi.org, https://tarihibilgi.org/abd-baskanlari-ve-doktrinleri/, (Erişim. 07.05.2020).
[9] Anthony BEST, vd. a.g.e, ss. 433-434.
[10] Zafer AKBAŞ, Irak Sorununun Uluslararası Boyutu ve Türkiye, 1. Baskı, Ankara: Barış Kitap, Ocak 2011, s.150.
[11] Alan DOIG, James P. PFIFFNER, Mark PHYTIAN, Rodney TIFFEN, “Marching in Time: Alliance Politics, Synchrony and the Case for War in Iraq, 2002-2003, Australian Journal of International Affairs, Vol. 61, No. 1, March 2007, p. 38.
[12] Griff WITTE, “Afghanistan War 2001-2014”, Encyclopædia Britannica, 5 March 2020, https://www.britannica.com/event/Afghanistan-War, (Erişim. 12.05.2020).
[13] The Editors of Encyclopaedia Britannica, “Iraq War 2003-2011”, Encyclopædia Britannica, 29 November 2019, https://www.britannica.com/event/Iraq-War, (Erişim. 12.05.2020).
[14] Tayyar ARI, Geçmişten Günümüze Ortadoğu: Siyaset, Savaş ve Diplomasi, 1. Baskı, İstanbul: Alfa Kitap, Ekim 2004, ss. 607-608.
[15] Meliha BENLİ ALTUNIŞIK, “Ortadoğu ve ABD: Yeni bir Döneme Girilirken”, Ortadoğu Etütleri, Cilt. 1, Sayı. 1, Temmuz 2009, s. 77.
[16] Erhan AKDEMİR, “11 Eylül Sonrası Amerika’nın Ortadoğu Politikası ve Düşünce Kuruluşları”, 11 Eylül Sonrası Ortadoğu, Edt. Sedat Laçiner, Arzu Celalifer Ekinci, Ankara: Uşak Yayınları, Ocak 2011, s. 316.
[17] Meliha BENLİ ALTUNIŞIK, a.g.e. ss. 78-79.
[18] Jonathan MARCUS, “İran’la nükleer anlaşma sürdürülebilir mi?”, BBC NEWS Türkçe, 8 Temmuz 2019, https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-48904306, (Erişim. 18.05.2020).
[19] “Inaugurak Address: Trump’s Full Speech”, CNN Politics, 21 January 2017, https://edition.cnn.com/2017/01/20/politics/trump-inaugural-address, (Erişim. 18.05.2020).
[20] “ABD’den altı ülkenin vatandaşlarına daha seyahat sınırlaması”, BBC NEWS Türkçe, 1 Şubat 2020, https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-51340064, (Erişim. 19.05.2020).
[21] Shawn KAR, “ Flashpoints, New in 2020: Will Trump pull the US military out of Iraq and Syria?”, MilitaryTimes, 29 December 2019, https://www.militarytimes.com/flashpoints/2019/12/29/new-in-2020-will-trump-pull-the-us-military-out-of-iraq-and-syria/, (Erişim. 19.05.2020).
[22]Robin WRIGH, “Donald Trump’s Iran Problem”, THE NEW YORKER, 12 January 2020, https://www.newyorker.com/magazine/2020/01/20/donald-trumps-iran-problem, (21.05.2020).
[23] Karl MARX, Yahudi Sorunu, (Çev. Niyazi Berkes), 1. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, Ekim 1997, s. 8.
[24] Yusuf, BESALEL, Yahudi Tarihi, 1. Baskı, İstanbul: Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın, 2000, s. 262.
[25] Karl MARX, a.g.e., ss. 16.17.
[26] Israel SHAKAK, Yahudi Tarihi ve Yahudi Dini,(Çev. Ahmet Emin Dağ), 3. Baskı, İstanbul: Anka Yayınları, Temmuz 2004, s.127.
[27] Şlomo SAND, Yahudi Halkı Nasıl İcat Edildi, (Çev. Işık Ergüden), 1. Baskı, İstanbul: Doğan Kitap, Şubat 2011, s. 171.
[28] Roger GARAUDY, İsrail, Mitler ve Terör, (Çev. Cemal Aydın), İstanbul: Pınar Yayınları, 2005, s.20.
[29] Mim Kemal ÖKE, Siyonizmden Uygarlıklar Çatışmasına Filistin Sorunu, 1. Baskı, İstanbul: Ufuk Kitap, Haziran 2002, s. 36.
[30] Mim Kemal ÖKE, Siyonizm ve Filistin Sorunu, 1. Baskı, İstanbul: Kırmızı Kedi Yayınevi, 2011, s. 39.
[31] Wladimir, JABOTINSKY, İsrail’i Kur, (Çev. Atilla Aşçı), 1. Baskı, İstanbul: Yeditepe Yayınları, Aralık 2013, s. 48.
[32] Türel YILMAZ, Uluslararası Politikada Ortadoğu, 1. Baskı, Ankara: Barış Platin Yayınevi, Mart 2009, s.38.
[33] Roger GARAUDY, Siyonizm ve Yahudilik, (Çev. Nurer Uğurlu), 1. Baskı, İstanbul: Örgün Yayınevi, Şubat 2006, s. 678.
[34] Arthur James BALFOUR, “The Balfour Declaration 2 November 1917”, Israel Ministry of Foreign Affairs, https://mfa.gov.il/mfa/foreignpolicy/peace/guide/pages/the%20balfour%20declaration.aspx, (Erişim. 23.05.2020).
[35] Jonathan SCHNEER, Balfour Deklarasyonu, (Çev. Ali Cevat Akkoyunlu), 1. Baskı, İstanbul: Kırmızı Kedi Yayınevi, Ocak 2012, s. 360.
[36] Gabris ALTINOĞLU, Filistin-İsrail Dosyası, 1. Baskı, İstanbul: Pozitif Yayınları, Ocak 2005, s. 487.
[37] Erhan YARAR, Tarihsel Dönüşüm, 1. Baskı, Ankara: Siyasal Kitabevi, Ağustos 2006, s. 203.
[38] Ruth Ben HAIM, İsrail Hakkında Gerçekler, 60. Yıldönümü Basımı, Kudüs: İsrail Enformasyon Merkezi, 2008, s. 35.
[39] Nigar Neşe KEMİKSİZ, “Arap-İsrail Sorunu ve Bölgesel Yansımaları”, Journal of Awareness, Cilt. 3, Sayı. Özel, Nisan 2018, s. 133.
[40] William L. CLEVELAND, Modern Ortadoğu Tarihi, ( Çev. Mehmet Harmancı), 2. Baskı, İstanbul: Agora Kitaplığı, 2015, s. 297.
[41] Anthony BEST vd., 20. Yüzyılın Uluslararası Tarihi, (Çev. Taciser Ulaş Belge), 1. Baskı, Ankara: Siyasal Kitabevi, Eylül 2012, s. 144.
[42] Nigar Neşe KEMİKSİZ, a.g.e., s. 134.
[43] Anthony BEST, a.g.e., ss. 469-470.
[44] “Altı Gün Savaşları”, Türkçe Bilgi, https://www.turkcebilgi.com/alt%C4%B1_g%C3%BCn_sava%C5%9F%C4%B1, (Erişim. 24.05.2020)
[45] Fahir ARMAOĞLU, Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları (1948-1988), 2. Baskı, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1991, ss. 718-719.
[46] Mustafa DEVECİ, “Arap Ülkeleriyle İsrail’in Son Savaşı: Yom Kippur”, Anadolu Ajansı, 6 Ekim 2018, https://www.aa.com.tr/tr/dunya/arap-ulkeleriyle-israilin-son-savasi-yom-kippur/1274291, (Erişim. 24.05.2020).
[47] Lauren MONSEN, “The Camp David Accords, 40 Years Later”, U.S. Embassy in Israel, 2 October 2018, https://il.usembassy.gov/the-camp-david-accords-40-years-later/, (Erişim. 24.05.2020).
[48] Abit YAŞAROĞLU, Yahudilik ve Siyonizm Tarihi, İstanbul: Pınar Yayınları, 2011, s. 109.
[49] Michael EISENSTATD and David POLLOCK, “Friends with Benefits: Why the U.S.-Israeli Alliance Is Good for America”, The Washington Institute, 7 November 2012, https://www.washingtoninstitute.org/policy-analysis/view/friends-with-benefits-why-the-u.s.-israeli-alliance-is-good-for-america, (Erişim. 08.06.2020).
[50] Yan NASONOV, “Why is Israel so important to the US? Here are some of the reasons:”, Quora, 10 July 2019, https://www.quora.com/Why-is-Israel-so-important-to-the-US#TCLEo, (Erişim. 08.06.2020).
[51] David VERBEETEN, “How Important Is the Israel Lobby?”, Middle Easr Quarterly, Vol. 13, No. 4, Fall 2006, p. 43.
Yorum Yaz