İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Siyaset, Arapça kökenli olup “insan topluluklarını yönetme, devlet işlerini yürütme sanatı” anlamına gelmektedir. Name ise Farsça kökenli olup “yazı, mektup” anlamına gelmektedir. Siyasetname ise devlet adamlarına tavsiye vermek, tarihte yaşanan hatalardan ders çıkarmalarını sağlamak, devlet yönetimi hakkında bilgi vermek amacıyla yazılan kitapların türünü teşkil eder. Hedef kitlesi hükümdar, prens, vezir ve devletin önde gelen sınıfıdır.
İlk ve orta çağlarda hükümdar ve tebaası birbirinden çok uzak yaşamlar sürmekteydi. Halk ve yönetici arasında bir duvar olarak saraylar yükselmekteydi. Bu saraylarda hükümdarın çevresinde bulunan memurlar sözleri ve davranışlarıyla hükümdarın halk üzerindeki tasarrufunu belirlemekteydi. Eğer hükümdar adaletli olursa halk refah içinde yaşamış; zalim olursa ağır vergiler altında ezilmiş, zulüm görmüştür.
Bu durumu gören alimler halkın sesi olmuştur. Hükümdar ve diğer devlet adamlarına adaletin gerekliliğini, saltanatın temel dayanağı olduğunu her fırsatta salık vermişlerdir. Siyasetnameler bu amaç dahilinde kaleme alınmıştır.
Siyasetnamelerde geçmiş olaylar ders verilmek için anlatıldığı gibi dönemin olayları da yer alır. Yazıldığı dönemin ekonomik ve sosyal yapısı, hukuki durumu açısından ana kaynak olma özelliğini barındırır. İşledikleri konu itibariyle devletin; aksayan, eksik yönlerinden, yönetim ilkelerinden bahseder. Bu açıdan tarihçiler için önemli kaynak türlerindendir.
Âdâbu’l Mulûk’ün Yazarı:
Tam künyesi Ebû Mansur Abdulmelik b. Muhammed b. İsmail es-Seâlibî olan müellif hicrî 350’de (miladi 961) Nişabur’da doğdu. O dönemde ailesi ticaretle uğraşan zengin ve meşhur bir sülaleydi. Ancak Seâlibi kendini ilime verecek ve ticaretten yükselen aile mirası eriyecektir. Birçok alim gibi Seâlibi de gençlik döneminde çocuk mürebbiyeliği yaparak geçimini sağlama yoluna gitmiştir.
Edip ve şair olan Nişabur hükümdarının oğlu Ebû’l-Fadl Ubeydullah’a yakınlaştı. Alimleri himaye eden Ebû’l-Fadl Ubeydullah ile Seâlibi çok yakın arkadaş oldular. Ubeydullah’ın çok geniş kitap koleksiyonu vardı. Seâlibi bunlardan yararlanarak birçok eser yazdı. “Hasâısul’l-Büldân” ve “Fadlu Men İsmuhu’l-Fadl” gibi birkaç eserini Ubeydullah’a sundu.
Ubeydullah’ın evi, edip ve şairlerin toplanma noktasıydı. Dönemin önde gelen sanatkâr ve şairleri burada buluşur ve görüşürlerdi. Seâlibi de bu sanatkârlar arasında yer almıştı. Bu buluşmalar hem Seâlibi’ye ün kazandırmış hem de fikrî yapısının gelişmesini sağlamıştır. Dinlediği şiirleri telif ettiği eserlerinde alıntı olarak kullanmıştır. Seâlibi’ye asıl ününü kazandıran eseri “Yedimetü’d-Dehr” de bu buluşmaların meyvesidir.
Daha sonra şansını Samanî Devleti’nde denemek için hicrî 382’de (miladi 992) Buhara’ya gitmiştir. Ancak işler umduğu gibi gitmemiş savaşın tam ortasında kalmıştır. Buğra Han önderliğindeki Karahanlı orduları Buhara’yı, Gazne orduları Horasan ve Nişabur’u almasıyla Samanî Devleti son bulmuştur. Hicrî 391’de Seâlibi daveti üzerine kendisi de şair olan Cürcan hükümdarı Emir kâbus b. Veşmegir’in yanına gitmiştir. Veşmegir ile yakın arkadaş olan Seâlibi çalışmalarına burada da devam etmiştir. “et-Temsil ve’l-Muhadâra” isimli eserini yazmış ve Veşmegir’e sunmuştur.
Nişabur hükümdarı Ebû’l Muzaffer Nasr b. Sebüktekin, Samanîlerin bakiyelerini de bertaraf edince Nişabur’a tamamen hâkim oldu. Bunun üzerine Seâlibi de Nişabur’a döndü ve Sebüktekin için aşağıdaki beyitleri yazdı:
“Zamanın aydınlığından, günler sürürla doldu,
Geldi belkıran (hâkim), çapulcular zelil oldu”
Bu beyitten sonra uzun yıllara dayanacak dostluğun başlangıcı oldu. Seâlibi, Ebû’l Muzaffer’e “Ecnâsü’t-Tenis” ve “Kitabü’l-İktibâs Mine’l-Kur’ani’l-Kerim” adlı eserlerini sundu. Ancak hicrî 396 (miladi 1005) yılında İlakhan tarafından Nişabur ele geçirildi. Ebû’l Muzaffer Nişabur’u terk etmek zorunda kaldı.
Hicrî 400 (miladi 1009) yılına gelince açlık ve kuraklık baş gösterdi. Seâlibi birkaç bölgeye gittikten sonra yolu yine Cürcan’a düştü. Burada daha önce yazdığı eseri “Yetîmetü’d-Dehr” için düzenlenmiş olarak ikinci bir nüsha daha yazdı. Ancak çok uzun zaman geçmeden komutanları tarafından Emir kâbus b. Veşmegir öldürülünce Seâlibi Cürcan’ı terk etti. Harzemşah Memun’un Seâlibi’yi çağırması üzerine Seâlibi, Memun’un yanına gitti. Memun’un kendisi de edip bir şahsiyetti. Seâlibi’yi himayesi altına aldı. Asıl konumuz olan Âdâbu’l Mulûk de dahil birkaç eseri daha Seâlibi, Memun’a takdim etmiştir.
Seâlibi, Memun’un sarayında el üstünde tutuldu. Makam mevki sahibi oldu. Bu sarayda İbn Sîna, Bîrûnî gibi dev şahsiyetler de yer alıyordu. Seâlibi bu insanlar arasında sevildi sayıldı. Ancak hicrî 407’de (miladi 1016) Memun öldürüldü. Bunun üzerine Seâlibi Gazne’ye doğru yola çıktı. Sultan Mahmud’un hükümdar olduğu Gazne altın çağını yaşamaktaydı. Seâlibi buraya gelince “Letâifü’l-Mearif” adlı eserini sultana hediye etti. Gazne’de 5 yıl kaldıktan sonra Herat’a geçti. Burada “el-Latîf Fi’t-Tıb” ve “el-Icaz ve’l I’caz” adlı eserlerini yazdı ve Kadı Ebû Ahmed Mansur b. Muhammed el-Herevi’ye sundu. 60 yaşını geçtiği sıralarda Nişabur’a geri döndü. Nişabur’da inzivaya çekildiği sırada haydutlar tarafından tüm serveti elinden alındı. Eski dostu Ebû’l-Fadl ona sahip çıktı. Koruyup Kolladı.
Gazneli Mesud Horasan’a, Seâlibi’nin de dostu olan, Ebû Sehl el-Hamdûnî’yi tayin etti. Seâlibi bunu duyunca hemen eski dostunun yanına gitti. Ömrünün sonuna kadar burada kaldı. Hicrî 429 (miladi 1037) yılında vefat etti. Vefatı dostlarında büyük kedere sebep oldu. Emir Ebû Sa’d Abdurrahan b. Dost acılarını şu beyitlerle dile getirdi:
“Şu Ebû Mansur es-Seâlibi,
Şiir ve nesrinde tilkiden akıllı dır.
Keşke ölüm ondan önce bana gelsedi
Oysa kader, tilkiden daha hızlıdır.
Tıpkı tilkinin mızrakla vurulması gibi,
Ki istemişse ölümü o yaralıdır.”
Âdâbu’l Mulûk’ün Muhtevası:
Kitabın günümüze ulaşan nüshasının tam ismi “Kitâbu Âdâbi’l-Mülûk el-Harizmşah”tır. Âdâbu’l Mulûk, Seâlibi’nin en önemli eserlerinden biridir. Kitabı yazdığı sırada yaşı elliyi aşmıştı. Tüm birikimini bu eserine aktarmıştı. Fars asıllı olan Seâlibi eserini Arapça olarak kaleme almıştır. Siyaset konusunda az sayıda kitap yazmıştır. Âdâbu’l Mulûk de bu kitapların başında gelmektedir. Kitap mukaddime dahil olmak üzere on bölümden müteşekkildir.
Mukaddime bölümünde Memun’a övgüler yağdırarak başlıyor. Üstün Edebi kişiliğinden, iyi bir yönetici olduğundan bahsediyor. Eserini onun emriyle yazdığını vurguluyor. Daha sonra eserine ne isim vereceği konusunda kaldığı tereddütü ve hangi ismin daha uygun olacağını tartışıyor. Ayrıca bu bölümde diğer bölümlerde ne anlattığını birer cümleyle açıklıyor.
Birinci bölümde hükümdara itaatten bahsediyor, niçin hükümdara saygı duyulması gerektiğini açıklıyor. Dini kitaplardan ve hadislerden alıntılar yaparak sözlerini desteklemeye çalışıyor. Bazı sapkın fırkalara değinerek onları tenkit ediyor. Bir fasılda da hükümdarın şair, edip ve sanatkarları himaye etmesini, desteklenmesini salık veriyor.
İkinci bölümün tamamını ödeyişlere ayırmıştır. Hükümdarlarla ilgili atasözleri, benzetmeler, hikayeler aktarılmıştır.
“Bir hükümdar yanaşırsa eğer sana
Kork, ve koru kendini, yapma tantana!
Bir sultan olsa olsa bir denizdir
Korkulur denizden o dipsizdir!”
Üçüncü bölüm ise yine hükümdarlara ayırmıştır. Hükümdarların özelliklerinden bahsedip tavsiyelerde bulunuyor. Önceki hükümdarların sözlerinden, vecizelerinden ve tavsiyelerden aktarmalar yapıyor. Abbasi melikleri ve İran Kisralarından alıntılar yapıyor.
Dördüncü bölümde tamamen siyaset üzerine eğiliyor. Siyasete ilgili filozof ve alimlerin sözlerini aktarıyor. Çeşitli kaynaklardan nakil yaparak sözlerini desteklemeye çalışıyor. Bu bölümde siyasete dair düşüncesini şu sözle aktarıyor: “Kim kendini ve ailesini güzel yönetirse, insanları yönetmeye ehil olur.”
Beşinci bölüm hükümdar ve meliklerin ahlakı ve adetlerine ayrılıyor. Övgü ve Yergiye konu edilen davranışlarını tek tek ele alıp açıklıyor. Hükümdarın adaletten şaşmayıp zulümden uzak durmasını salık veriyor, aksi halde uğrayabileceği akıbeti bildiriyor. Hükümdarın casusluk ve istihbarat faaliyetlerine önem vermesi gerektiğini tavsiye ediyor.
Altıncı bölüm melik ve vezirlerle ilgili hadiselerin işlendiği bölümdür. Bu bölümde daha önce yazdığı kitaplardan alıntıları da aktarıyor. Bu bölümde memuriyetlere seçilecek kişilerde bulunması gereken özelliklerden bahsediyor. Ayrıca bu bölümde Türklerin samimiyetine, kudretine güvenilebileceğinden de bahsediyor.
Yedinci bölümde meliklerin yaşadığı musibetlere değiniyor. En önemli musibetleri ise şu şekilde sıralıyor; yeme içme, cinsel münasebetlerde aşırıya kaçma olarak vurguluyor. Daha sonra bu musibetlerle ölen melik ve halifelerden örnekler veriyor. Ayrıca sapkın tarikatlara da değinerek bu tarikatlara bağlanan meliklerin büyük felaketlere yol açacağından bahsediyor.
Sekizinci bölümde hükümdarların hangi durumlarda nasıl siyaset takip etmesi gerektiği üzerinde duruyor. Hükümdarın savaş, orduların düzeni gibi konularda alması gereken tedbirleri vurguluyor. Antik Yunan filozoflarından da nakiller yaparak görüşlerini desteklemeye çalışıyor. Ayrıca hükümdarın evlatlarını iyi yetiştirmesi gerektiğini, tebaasına nasıl davranıyorsa evlatlarına da öyle davranması gerektiğinden bahsediyor.
Eserin son bölümünü teşkil eden dokuzuncu bölüm hükümdarların hizmetlerine ayrılmıştır. Konu bağlamında tarihten bolca örnek veriyor. Çeşitli alimlerin yazılarından alıntılar yaparak anlatımını destekliyor. Bu bölümün son faslını da hediyelere ayırıyor. Kendi deyimiyle “Çünkü hediye verme teşekküre şâyân bir adet, geçmişten gelen köklü bir ananedir.”
Nüshaları ve Üzerinde Yapılan Çalışmalar
Eserin orijinal nüshası Süleymaniye Kütüphanesindedir. Eserin Beyrut’da Sîretü’l-mülûk ismiyle 1990’da Celîl el-Atıyye tarafından bir neşri yapılmıştır. Tevfik Rüştü Topuzoğlu tarafından doktora tezi olarak çalışılmış ve 1974’te kitap olarak basılmıştır.
Sonuç
Hayatı boyunca İran sahasının çeşitli bölgelerinde yaşamış, pek çok hükümdarın sarayında bulunmuştur. Bazı kaynaklara göre yüzü aşan eser vermiştir. Şair kişiliğinin yanında iyi bir edebiyatçı ve tarihçidir. Yaşadığı dönemi ve tarihi bilen Sealibi, çalışmamıza konu olan eserini elli yaşını aştıktan sonra, olgunluk çağında yazmıştır. Harizmşah Memun'un emriyle yazdığı eseri siyasetname türünün tüm özelliklerini kapsamaktadır.
Seâlibi, Âdâbu’l Mulûk ismini verdiği eseri 1012-1016 yılları arasında yazmıştır. Hükümdara neden saygı duyulması gerektiği, hükümdarların sahip olması gereken erdemler, yüksek devlet memuriyetlerine seçilecek kişilerin özellikleri, hükümdarların izlemesi gereken siyaset üzerinde durmuştur. Önceki hükümdarlara ait hikâye, söz ve nasihatleri nakletmiştir. Kur’an-ı Kerim, hadis ve alimlerin sözlerinden sık sık aktarma yapmıştır.
Bilgehan BAHÇEBAŞI
Kaynakça
ADALIOĞLU, Hasan Hüseyin, “Siyasetname”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, C. XXXVII, s. 304-306.
Ebû Mansur es-Seâlibî, Hükümdarlık Sanatı (Âdâbu’l Mulûk), çev. Sait Aykut, İnsan Yayınları, İstanbul 1997.
LEVEND, Agah Sırrı, “Siyaset-nameler”, Belleten, 1962, C. X, s. 167-194.
TOPUZOĞLU, Tevfik Rüştü, “SEÂLİBÎ, Ebû Mansûr”, T.D.V. İslam Ansiklopedisi, C. XXXVI, s. 236-239.
Yorum Yaz