ADL'E BOYUN EĞMEK: EHL-İ İSLÂM'IN YÖNETİMİ İÇİN HÜKÜMLER

İSLAM KİTAP TARİH

Adl’e Boyun Eğmek: Ehl-i İslâm’ın Yönetimi İçin Hükümler

[Tahrîrü’l-ahkâm fî tedbîri ehli’l-İslâm]

Bedreddin İbn Cemâa. Tercüme ve İnceleme: Özgür Kavak

İstanbul: Klasik Yayınları, 2010, 174 sayfa.

İslâm siyasi düşüncesi, başlangıcından bugüne değin içinde bulunduğu şartlara göre evrilmiş ve zaman ve mekana göre farklı teoriler üretmeyi başarabilmiştir. İlk örneklerinin Mâverdî, Nizamülmülk, Ebü’l-Yaʽlâ el-Ferrâ, Cüveynî, Gazzâlî ile verdiği ahkâm-ı sultâniyye ve siyasetname eserleri hem yazıldıkları hem de Osmanlı döneminde büyük ilgi görmüştür. Bu ilginin günümüzde de artarak devam etmesine paralel olarak Klasik Yayınları “Siyaseti Yeniden Düşünmek” serisi içerisinde birtakım eserler yayınlamıştır. Bu seri içerisinde yer alan ve ahkâm-ı sultâniyye türünde olan bu eser, Türkiye’de fazla çalışılmamış bir alan olan Memlükler devrinde yazılmıştır. Bedreddin İbn Cemâa tarafından kaleme alınan eseri tanıtmadan önce İbn Cemâa’nın hayatı ve yaşamış olduğu dönem hakkında kısa bir bilgi vermek elzemdir. Zira tarihi arka plan görmezden gelinerek okunduğunda ne kendisinin eseri ne de geliştirmiş olduğu teorisi anlaşılmayacak, okuyucu için hiçbir şey ifade etmeyecektir.

Memlükler devri Şafiî fakihlerinden ve Benû Cemâa ailesinin bir ferdi olan Ebû Abdullah Bedreddin İbn Cemâa el-Kinânî, Hama’da doğmuş, 639/1241-733/1333 yılları arasında yaşamış bir alimdir.  İlk tahsilini muhaddis, fakih ve sufi olan babasından almış, daha sonra Mekke ve Kahire’de tahsilini devam ettirmiştir. İbnü’l-Kastallânî, Şerefüddin es-Sübkî gibi birçok alimin talebesi olan İbn Cemâa, İmam Esirüddin Ebû Hayyân, Tacüddin es-Sübkî, Selahaddin es-Safedî, İbn Kayyim el-Cevziyye, Ebü’l-Fida İbn Kesîr, Zehebî gibi talebeler yetiştirerek dönemine damgasını vurmuştur. Memlük Sultanı I. Baybars’ın ordusunda Hısnü’l-ekrâd Savaşı’na katılmıştır. Müderrisliğinin yanında, Mescid-i Aksâ imam hatipliği, Kudüs kadılığı, Mısır kâdilkudatlığı gibi önemli görevlerde bulunmuştur. Velud bir alim olan İbn Cemâa, hadis, fıkıh, kelam, siyaset ve askerlik, eğitim ve öğretim alanlarında birçok eser vermiştir.[1]

Abbasi Devleti’nin 1258’de Moğol İstilası sonucu yıkılması, Müslümanların halifesiz kalma sonucunu doğurmuştur. Buna son veren kişi hem Moğollar’ı durduran hem de Sultan Kutuz’u öldürerek tahta çıkan I. Baybars olmuştur. Zira son Abbasi halifesi Mutasım Billah’ın amcası Ebu’l-Kasım Ahmed’i “Müstansir Billah” lakabıyla halife ilan edip biat almış, kendisine de halife tarafından hilat giydirilmiştir. Bundan sonra tahta çıkışlar halifenin verdiği bir ahidname ile sağlansa da, halifenin adının sikke ve hutbelerde zikredilmesinden başka hiçbir idari ve siyasi nüfuzu kalmamıştır. İbn Cemâa, Moğol, Haçlı ve küçük devletçiklerin mücadelelerinin yoğun olduğu bir dönemde Memlük Devleti’nin dokuz hükümdarının yönetimine şahid olmuş, dini, ictimai ve fikri hareketlere yön vermiştir. Memlük Devleti’nin yönetim hususunda hangi ilkelere dayanacağını göstermek için Tahrîrü’l-ahkâm fî tedbîri ehli’-İslâm adlı eserini kaleme almıştır. Küçük emirliklerin Moğol ve Haçlı saldırılarına karşı Memlük Devleti’nin yanında yer almalarını sağlamak amacıyla da Muhtasar fî fazli’l-cihâd ile Müstenîdü’l-ecnâd fî âlâti’l-cihâd adlı eserlerini yazmıştır. Her üç eserde de cihad bahsine ilişkin konuların geniş yer tutması bahsedilen amaçlara yöneliktir.[2]

Özgür Kavak tarafından Türkçe’ye kazandırılan eser, konjonktürel dönem gereği, ortaya çıkan duruma bir fakih olarak çözüm arayan ve durumu değerlendiren bir bakış açısıyla yazılması açısından dikkate değerdir. İbn Cemâa’nın yaşadığı çağa ve eserinin yer aldığı literatüre yabancı olan kavramların kullanılmaması (vatandaş, toplum, anayasal düzen, rejim…) ve Türkçe’de karşılığı olmayan veya değişik karşılıkları bulunan kavramları aynı şekilde kullanması (halife, imamet, müste’men, zimmi…) Kavak’ın hassasiyetinden ve müellifin nasıl bir dünyada yaşadığının kapalı kalma kaygısındandır.[3]

Memlük Sultanı Melikü’l-Eşref Halil’e ithaf edildiği ihtimal dahilinde olan eser,[4] mukaddime ile her bölümün alt fasılları da olmak üzere on yedi bölümden oluşmaktadır. İbn Cemâa, Tahrîrü’l-ahkâm fî tedbîri ehli’-İslâm’ın mukaddimesinde ahkâm-ı sultâniyye kitaplarının bir devamı olduğunu belirtmiş ve eserinde sünnetleri, âsârı ve fıkıh imamlarının görüşlerini aldığını, rahat ve akıcı bir şekilde okunması ve kısalığı hasebiyle bir başucu kitabı olabileceğini dile getirmiştir.[5] Eser Türkçe’ye çevrilirken eserin maksadını karşılayacağı düşüncesiyle üst başlığın Adl’e Boyun Eğmek olarak takdir edilmesi  Özgür Kavak’a aittir.[6]

Tahrîrü’l-ahkâm fî tedbîri ehli’-İslâm ilk olarak Hans Kofler tarafından Almanca çevirisiyle birlikte 1934’te yayınlanmış, daha sonra Fuad Abdülmünʽim tarafından 1985 ve 1988 yıllarında neşredilmiştir.[7] Özgür Kavak, Fuad Abdülmünʽim’in 1988’deki tahkikli nüshasını esas almıştır.[8]

İbn Cemâa eserinin ilk bölümünde imamet, ikinci bölümünde halife ve sultan, üçüncü bölümünde vezirlik, dördüncü bölümünde cihad emirliği, beşinci bölümünde şeriatın muhafazası konularını anlatmıştır. Bundan sonraki bölümler -onuncu bölüm dîvân- hariç tüm konular ordu, cihad, ganimet ve zimmîlerle alakalıdır. Eserin yoğun bir şekilde cihadla ilgili bahislerin olması nedeniyle olacak ki; Bağdatlı İsmail Paşa ona Tahrîrü’l-ahkâm fî tedbîri ceyşi’l-İslâm adını vermiştir.[9] İbn Cemâa, bir Şafiî fakihi olması hasebiyle eserin tamamını fıkhi kavramlar üzerine oturtmuştur. Fakih kimliğiyle yazılan eserde tüm konular mükellefin amelleri kapsamında ele alındığı için hükümler de buna göre verilmiştir. Müellifin Şafiî görüşleri öncelemesine rağmen Hanefî, Malikî ve Hanbelî mezheplerinin görüşlerini de vermesi, mezhep imamlarının ihtilaf veya ittifak ettiği konuları ve kendi görüşünü de belirtmesi, okuyucuya aynı meselelerdeki farklı görüşleri bir arada görmesi açısından kolaylık sağlamaktadır. Mesela; Şafiî’nin iki kavlinden birine göre tartışmaya yol açmamak ve birliği bozmamak için bir beldede bir kadı varken başka kadının görev yapması caiz değildir. (5. Bölüm: Şeriatın Muhafazası, Yargıcın Vasıfları ve Muhakeme Usulü Faslı) Fey mallarının ganimet malları gibi beşe bölünüp bölünmeyeceği hususunda üç mezhep imamı ve Şafiî’nin bir kavline göre beşe bölünmeyeceği, diğer kavline göre ise bölünebileceğinde ihtilaf edilmiştir. (7. Bölüm: Sultan Atâsı) Küçük bir grubun cariyeyi hırsızlık, ihtilas, sinsice darülharbe girerek insan kaçırma yoluyla elde etmesi durumunda hükmün ne olacağı hususu imamlar arasında tartışmalıdır. (13. Bölüm: Ganimet ve Kısımları, Fasıl 15: Kimin Esir Aldığı Bilinmeyen Cariyeyle Evlenmek) Feyden gizlice mal alınması durumunda Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Allah’a ve ahiret gününe inanan bir kişinin taksim edilmeden önce bir ganimet malını satması helal olmaz.”[10] Benim görüşüm şudur: “Dini konusunda ihtiyatı elden bırakmayan kimsenin bu hadisi dikkate alması gerekmektedir” (13. Bölüm: Ganimet ve Kısımları, 26. Fasıl: Ganimet Mallarını Gizleyerek Haksız Kazanç Elde Etmek) Eserde ayrıca dikkat çekilmesi gereken konulardan birisi de siyer kaynaklarında dahi rastlanmayan Hz. Peygamber’in atları, develeri, katırları, kılıçları, miğferleri hakkında bilgi vermesi ve savaş terminolojisiyle alakalı birçok kavramın yer almasıdır. Rasûb,[11] revhâ, [12] sebha,[13] gulûl,[14] cuâle,[15] seby [16] gibi. İbn Cemâa eserin tamamında ayet, hadis, sahabe ve tabiîn sözleri ile Memlüklerle ilgili örnekler vermekten geri durmaz. İran hükümdarları ile ilgili verdiği misaller hem adaletin her toplumda önemli olduğunu vurgulamak hem de siyasetname/ahkâm-ı sultâniyye geleneğinin bir devamı olarak okunabilir. “Âlem, çitini devletin oluşturduğu bir bahçedir. Devlet, ordunun kendisini desteklediği bir sultandır. Ordu ise paranın bir araya getirdiği askerdir. Para ise raiyyenin toplayıp biriktirdiği rızıktır. Raiyye ise adaletin inşa ettiği kullardan oluşur.”[17] sözü de Osmanlı’ya intikal eden dâire-i adâleti hatırlatmaktadır:  “Adldir mûcib-i salâh-ı cihan. Cihan bir bağdır dîvarı devlet. Devletin nâzımı şeriattır. Şeriata olamaz hiç hâris illâ melik. Melik zapt eyleyemez illâ leşker. Leşkeri cem edemez illâ mal. Malı cem eyleyen râiyettir. Râiyeti kul eder pâdişah-ı âleme adl.”[18] İbn Cemâa, zaman zaman Mâverdî ve Turtûşî’den yaptığı alıntıları belirtse de vezirlik bahsinin Mâverdi’nin el-Ahkâmü’s-Sultâniyye [19] eserinde olduğu gibi aynen aktarılması ve atıf yapmaması ilginçtir.

İbn Cemâa, halifenin konumu sembolik de olsa eserinde hem halifeyi hem de sultanı muhatap olarak almıştır. Bu, nüfuzu sona eren halifeye bir değer atfetme olarak değerlendirilebilir. Erwin Rosenthal, bunu halifenin siyasi gücünü kaybetmesine bir tepki olarak yorumlamıştır.[20] İbn Cemâa devlet başkanının vücubiyeti hususunda ise kendisinden önceki ahkâm-ı sultâniyye yazarlarının görüşlerini devam ettirmektedir. Adalet, olmazsa olmaz şartlardandır. Bunu Sad[21] ve Hac[22] surelerinden getirdiği ayetlerle delillendirir. Sultanın varlığı elzemdir ve bunu şu özlü sözle ifade eder: “Raiyyeye nisbetle sultan, bedene nisbetle ruh gibidir. Onun mizacı düzgün olursa bütün aza ve duyuların mizacı düzgün olur, onun mizacı bozuk olursa uzuvların mizacı da bozulur, beden vazifesini yapamaz hale gelir.”[23]

Sultan, siyasi bir lider olmasının yanında Allah’a karşı yükümlülüğü bulunan diğer Müslümanlar gibi bir kuldur da. Yapmış olduğu icraatlarda şeriata uyması beklenir. Zira o ve emirleri şeriatın hamileridir. Şeriatın koruyucuları ise alimlerdir. İbn Cemâa bunun için “şeriatın muhafızları” tabirini kullanır. Alimlere verilmesi gereken vazifelerin siyasi idarenin sorumluluğunda olduğunu belirterek alimlerin vazifelerini sayar: Yargı, fetva vermek, hisbe (emr-i bi’l-maʽrûf nehy-i ani’l-münker), vakıflar, yetim, sefih, akıl hastalarının maslahatları, malları ve bunlardan sorumlu olmalarıdır. Tüm bu işlerde adalet ve kifayet şartları mutlaka sahip olunması gereken şartlardandır.[24] İbn Cemâa alimlerin toplum içindeki konumu ve dini muhafaza etmedeki önemini şu hadisle delillendirir: “Allah ilmi bir anda söküp çıkararak ortadan kaldırmaz; bilakis ilmi, alimleri yavaş yavaş katına almak suretiyle ortadan kaldırır. Nihayetinde hiçbir alim kalmayınca insanlar cahil önderler edinir, onlara soru sorarlar ve onlar da herhangi bir ilimleri olmadığı halde fetva verirler. Sonunda hem kendileri saparlar hem de insanları saptırırlar.”[25]

İbn Cemâa’nın devlet başkanlığının seçim ve istihlaf yoluyla belirlenmesine cebrî (kahrî) imameti eklemesi, İslâm siyaset teorisinde yeni bir konuyu dile getirmesi açısından dikkate değerdir. Bu yönüyle Mâverdî ve İbn Teymiyye’den ayrılmaktadır. Benzer bir teori Cüveynî (ö. 478/1085) tarafından çok daha önceden ifade edilmiştir. Cüveynî “İstiklal sahibi, kifayetli ancak hilafet için gereken sıfatlarda eksikliği bulunan” biri hilafeti zorla ele geçirebilir demiştir. Onun adayı, Kureyşilik hariç tüm sıfatlara haiz olan Nizamülmülk’tür. Bu durum, meşru bir halifenin olmaması durumundadır.[26] İbn Cemâa’ya göre imamet, ihtiyari ve cebrîdir. İhtiyari imametin ilk yolu ehl-i hal ve akd’in beyatı ile, ikinci yolu halifenin kendi yerine birini bırakması (istihlaf) veya bunun şûrâ yoluyla belirlenmesidir. Cebrî imamet ise, kuvvet sahibi birine cebri olarak biat edilmesidir. Meşru yolla başa gelmiş bir imam yoksa, kuvvet sahibi biri imameti ele geçirir, askerleriyle hakimiyet kurarsa beyat gerçekleşmiş olur. Bu kişinin cahil veya fasık olması sonucu değiştirmez, Müslümanların birlik ve beraberliklerini muhafaza etmek için ona itaat etmek gerekir. Aynı özelliklere sahip bir başkası gücü ve ordusuyla imamı yenerse ilki azlolunmuş, ikincisi imam olmuş olur.  Burada da amaç maslahatların temini ve birliğin sağlanmasıdır.[27] Sünni hilafet teorisinde halifenin tayininde iki yol kabul edilse de sonraki dönem bazı hukukçuları hilafeti zorla ele geçiren kişinin halifeliğini de meşru kabul etmişlerdir. Gazzâlî, İbn Kudâme, İbn Cemâa, İbn Hümam, Haskefî ve İbn Abidin bunlardandır. İbn Haldun da bu durumdaki halifenin din ve adalete uygun bir yönetim sergilemesi durumunda meşru, aksi takdirde davrananları gayri meşru kabul etmiştir. Aslında bu tipteki ictihadlar meseleyi kabul etmenin zaruretinden kaynaklanmaktadır.[28]

İbn Cemâa’nın siyasi görüşleri müşteşrikler tarafından da tartışılmıştır. Erwin I. J. Rosenthal bunlardan birisidir. “Sultanın kırk yıllık zulmü raiyyenin bir anlık sultansız kalmasından yeğdir.” sözü için kötü yönetime rıza göstermek gibi bir prensibi yerleştirmiştir derken, cebrî imameti de “silahlı kuvvet desteğiyle kendi kendini göreve getirme” olarak yorumlamıştır. İbn Cemâa’nın Gazzâlî’nin “iktidardaki sultanın halifeyi ataması” hususunu ileri götürdüğünü ve buna cebrî imamet dediğini, zihnindeki kişinin güçlü bir askeri lider olup, yönetimi ele geçiren ve kendini imamete atayan bir olduğunu da eklemiştir.[29] Rosenthal’ın bunları söylerken hem konjonktürel durumu hem de meşru bir imamın bulunmaması durumunu görmezden geldiği anlaşılmaktadır. Bu durum İbn Cemâ’nın sözleriyle ifade edilecek olunursa

Dini koruyacak, Müslümanların işlerini idare edecek, aşırı gidenlere engel olacak, mazlumları zalimin elinden kurtaracak, hakları yerli yerinde kullanacak bir imamın tayin edilmesi vaciptir. İmamın tayini sayesinde memleketlerin salahı ve kulların emniyeti gerçekleşir, fesadın kökü kurutulur. Zira mahlukatın ahvali ancak onları idare edecek ve onları korumakla meşgul olacak bir sultanın varlığı ile salah bulur. Bu sebeple bazı hakimler şöyle demişlerdir: “Sultanın kırk yıllık zulmü raiyyenin bir anlık sultansız kalmasından yeğdir.” [30]

Özgür Kavak, Rosenthal’in kitabın sadece ilk beş bölümünü dikkate alması hasebiyle İbn Cemâa’nın öne çıkarttığı hususların görmezden geldiğini, fıkıh disiplinini anlayamamasından dolayı yanlış değerlendirmelerde bulunduğunu söyleyerek eleştirmiştir.[31]

Ann K. S. Lambton, İbn Cemâa ile İbn Teymiyye’nin halifenin azli meselesindeki siyasi görüşleri itibariyle benzerliklerine dikkat çekmiştir. Her iki alim de sultana itaatin farz olduğu ve sultanın olmadığı durumlarda ümmetin nasıl bir kargaşaya sürükleneceklerinin farkındadır.  Nisa 59. ayeti[32] ile “Sultan Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir. Mazlum kullarının tamamı ona sığınır. O adil olursa ecrini alır, raiyyeye ise şükretmek düşer. O zulüm ederse, bu kendi aleyhine bir günahtır, raiyyeye de sabretmek düşer.” [33] “İmamın raiyyesine bir gün adaletle hükmetmesi altmış yıl ibadet etmesinden daha hayırlıdır.”[34] hadisleri ikisinin de üzerinde durduğu ve eserlerine aldığı ayet ve hadislerdir.[35]İbn Cemâa ve İbn Teymiyye’nin muasır olmaları sebebiyle Moğol tehlikesine karşı Memlük Devleti’ni savunmaları ve siyasetlerini böyle bir zeminde geliştirmeleri kaçınılmaz olarak söylemlerinde benzerlikleri de beraberinde getirmiştir.

Netice itibariyle İbn Cemâa, içinde bulunduğu şartları dikkate almış ve oluşan yeni duruma bir fakih olarak nasıl bir çözüm sunulabilir sorusunu cevaplama cihetine gitmiştir. Daha önce de tartışılan fakat bir siyaset teorisi olarak dillendirilmeyen cebrî imamet teorisini ortaya koyarken kendi devrinin argümanlarını kullanmıştır.  Eserinde cihad, ordu, ganimet, ikta gibi bahislerin genişçe yer tutması, karşı karşıya kaldığı Haçlı ve Moğol tehlikesi nedeniyledir. Adaleti eserinin temeline yerleştiren İbn Cemâa, hem ilmi hem fikri çalışmalarıyla dönemine yön vermiştir. Eser, dönemi ve İslam siyaset teorisindeki gelişmeleri merak eden okuyucular için bir çırpıda okunacak bir akıcılığa sahiptir.


 Aynur Emer

(İstanbul Üniversitesi Yeniçağ Tarihi Doktora Öğrencisi, 2017 yılında kaleme alınmıştır )

[1] Cemil Akpınar, “Bedreddin İbn Cemâa,” TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 19, s. 388 vd.

[2] Bedreddin İbn Cemâa, [Tahrîrü’l-ahkâm fî tedbîri ehli’-İslâm] Adl’e Boyun Eğmek, ter. Özgür Kavak,  (İstanbul: Klasik, 2010), s. 23 vd.

[3] Adl’e Boyun Eğmek, s. 7 vd.

[4] Cemil Akpınar, “İbn Cemâa,” s. 391.

[5] Adl’e Boyun Eğmek, s. 31.

[6] Adl’e Boyun Eğmek, s. 9.

[7] Akpınar, “İbn Cemâa,” s. 391.

[8] Bedreddin b. Cemâa, Tahrîrü’l-ahkâm fî tedbîri ehli’-İslâm, tah. Fuad Abdülmünim,  3. Baskı, (Devha:     Dârü’s-Sekâfe, 1408/1988), 350 sayfa.

[9] Bağdatlı İsmail Paşa, Îzâhu’l-meknûn, I, S. 231.

[10] Ebû Davud, “Nikah,” 44.

[11] Hz. Peygamber’in vurduğu şeyi tamamıyla kesen kılıcı.

[12] Hz. Peygamber’in yayı.

[13] Hz. Peygamber’in Cüheyneli bir kavimden aldığı kızıl renkli atı.

[14] Ganimet mallarından herhangi bir şeyin imamdan yahut temsilcisinden saklanmasıdır

[15] Yapılacak bir iş karşılığında mükafat vaad etme ve vaad edilen mükafat anlamında kullanılan fıkıh terimi.

[16] Savaşta tutsak olan kafirlerin çocukları, kadınları ve köleleridir.

[17] Adl’e Boyun Eğmek, s. 44.

[18] Kınalızade Ali Efendi, Devlet ve Aile Ahlakı, İlgi Kültür Sanat, İstanbul, Mart 2010, s.225.

[19] Mâverdî, [el-Ahkâmü’s-Sultâniyye], İslâm’da Hilafet ve Devlet Hukuku, çev. Ali Şafak, (İstanbul: Bedir Yayınları, 1976), s. 26 vd.

[20] Erwin I. J. Rosenthal, Ortaçağ’da İslâm Siyaset Düşüncesi, çev. Ali Çaksu, (İstanbul: İz Yayıncılık, 1996), s.73.

[21] “Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında adaletle hükmet. Heva ve hevese uyma, sonra bu seni Allah’ın yolundan saptırır.” (Sad, 38/26).

[22] “Onlar ki; eğer kendilerine yeryüzünde güç verirsek namazı kılar, zekatı verir, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah’a varır.” (Hac, 22/41).

[23] Adle Boyun Eğmek, s. 34.

[24] Adle Boyun Eğmek, s. 53 vd.

[25] Buhârî, “İlim”, 34.

[26] Özgür Kavak, “İki Âlim, İki Halife Adayı: Cüveynî’nin  Nizamülmülk’ü ve Gazzâlî’nin Müstazhir’i,” Dîvân Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi, c. 16, sayı 31 (2011:/2), s. 48 vd.

[27] Adl’e Boyun Eğmek, s. 36.

[28] Mehmet Akif Aydın, “Anayasa,” TDV İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s. 157.

[29] Rosenthal, Ortaçağ’da İslâm Siyaset Düşüncesi, s. 65 vd.

[30] Adl’e Boyun Eğmek, s. 33.

[31] “Oryantalist Gözüyle İslam Siyaset Düşüncesi: İbn Cemâa’nın Siyaset Anlayışı ya da Şeriat’a Karşı Fıkıh,” İslam ve Klasik, haz. Sami Erdem, M. Cüneyt Kaya, (İstanbul: Klasik, 2008), s.160.

[32] “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Resûl’e ve sizden olan ülü’l-emre de itaat edin.” (Nisâ, 4/59).

[33] Aclunî, Keşfü’l-Hafâ, I, s. 213.

[34] Aclunî, Keşfü’l-Hafâ, II, s. 58.

[35] Ann K. S. Lambton, “The Extinction Caliphate: Ibn Jamâa and Ibn Taymiyya,” State and Goverment in Medieval Islam, (London: 1981) s. 138 vd.

Yorum Yaz