İlim ve Medeniyet

AFGANLI BİR ŞAİR: KÂBE’NİN ÖRTÜSÜ NEDEN SİYAHTIR?

Afganlı Şairin Kâbe ile Hasbihali: Kâbe neden siyah örtü giymiştir?

Müslümanların kıblesi olan Kâbe hakkında Kur’ân-ı Kerîmde ayetler bulunmaktadır. Hz. İbrahim ve Hz. İsmail Kâbe’yi inşa ederlerken Rabbimize şöyle dua etmişlerdi. “Ey Rabbimiz, bizden kabul buyur! Şüphesiz sen işitensin, bilensin” (Bakara 2/ 125-127) Sonrasında Rabbimiz ise “Bir zamanlar İbrahim’e beytin yerini göstermiş ve şöyle demiştik: Bana hiçbir şeyi ortak koşma; tavaf eden, kıyamda bulunan, rüku ve secde edenlere evimi temiz tut.” (Hac 22/26) buyurmuşlardı. Sonrasında ise Rabbimiz “İnsanlar arasında haccı ilan et ki gerek yaya olarak gerekse nice uzak yol ve diyarlardan yorgun argın gelen, zayıf develer üzerinde, kendilerine ait birtakım yararları müşahede etmeleri, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belli günlerde Allah’ın ismini anmaları –kurban kesmeleri-için sana- Kâbe’ye gelsinler. Artık ondan hem kendiniz yiyin hem de fakir ve yoksullara yedirin. Kim Allah’ın yasaklarına saygı gösterirse bu, rabbinin katında kendisi için daha hayırlıdır.” (Hac 22/27-29)[1]

Allah’ın bu sözleri ile Kâbe Müslümanların gönlünde taht kurmuş ve imkanı olan Müslümanlar zor şartlar altında da olsa buraya gitmeye can atmaktadırlar. Ben ise bu yazımda çok hoşuma giden bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Kâbe’nin örtüsü hakkında konuşmak istiyorum. Kâbe’nin örtüsünün neden siyah olduğunu hiç düşündük mü?

Anlatacağım olay Ali Ulvi Kurucu ile Afganlı bir şair arasında geçmektedir. Şair Kâbe’nin örtüsünün siyah olmasını bakın neye benzetiyor. Ali Ulvi Kurucu’nun o fasih, hoş ve güzel anlatımını direk buraya alıyorum.

“1970’lerde Sadık Bey diye Afgan sefiri vardı şehit oldu. Komünistler vurdular onu. Allah rahmet eylesin. Şairdi ve Farsça şiirler yazardı. Medine’ye geldikçe şiirler getirir gösterirdi. O son gelişiydi ve ondan sonra şehit oldu. Sefir bey yeni şiir var mı? Diye sordum. O da var dedi. Sonra ise “İçinde bir beyit var ağlayarak yazdım. Hangisi olduğunu bilirsen Şair olduğunu takdir ve tasdik ederim” dedi. Ciddi bir insandı. Sefir bey görelim görmeden hükmedemem dedim. Diyorduki;

Kâbe ile hasbihal

Şair sefir bey Kâbe’ye soruyor. Ey Kâbe dünyada bu kadar renk var; beyaz, sarı, pembe, mavi, kırmızı. Niçin bunların içinden siyahı seçtin sen? Siyahı seçtiler de sen siyahı giyiyorsun. Medine-i Münevvere’nin kubbesi yeşil, senin örtün niçin siyahtır?

Kâbe beyitte cevap veriyor, diyordu ki; Ben dertliyim, beni konuşturma. Yaramı kanatma. Ben siyahlar giymeyimde kim giysin. Muhammed Mustafa (sav) sevgilim burada doğdu. Peygamberlik burada geldi ve Mekkeliler kadr ü kıymetini bilmediler ve o da Medine’ye gitti. O günden beri ben siyahlar giyerim. Medine de yeşiller giyer.”

Şair, Kâbe’nin örtüsünün siyah olmasını Sevgilinin Mekke’den hicret etmesine benzetmiştir. Şairlerin hisleri ve duygularının yoğunluğu beni hep düşündürmüştür. Özellikle vatan şairleri ve İslam Şairlerinin şiirlerine ve nesirlerine hayranım. Yukarıdaki olayı bize anlatan ise Ali Ulvi Kurucu’dur. Onun Allah vergisi hafızası o kadar güçlü idi ki her ne duysa ezberleyecek derecede hafızası vardı. Yazının sonunda Ali Ulvi Kurucu’nun eserlerinden bahsetmek istiyorum.

Şairler, yazarlar kendi döneminin sorunlarını dertlerini dillendirmiş, büyük insanlardır. Her dönemin ve her neslin verdiği bir mücadele elbette oluyor ve yazarların değerleri de dönemleri iyi bilindiğinde daha fazla oluyor. Geçenlerde Beşir Ayvazoğlu hocamın (1970’lerden itibaren diye hatırlıyorum) yazdığı köşe yazılarını okuyordum. O yazılarda üstadımızın farklı bir yönünü keşfettim. Bizim nesil ya da ben diyeyim hocamızı daha çok yazdığı edebi eserlerle biliyordum. Ama önceki yazılarda kültürümüzü, değerlerimizi nasıl koruduğunu gördükçe hocaya olan hayranlığım kat be kat arttı.

Yine bahsetmek istediğim diğer bir husus ise Cemil Meriç’tir. Bizden bir önceki neslin gözünde Cemil Meriç’in değeri çok fazladır. Tabiki bu değerli üstadların eserleri çağlara sığmıyor ve aşıyor. Beşir hocam Cemil Meriç hakkında şunları söylemektedir

“Cemil Meriç adı, benim de mensup olduğum nesil için çok şey ifade etmektedir. Tam bir yol ayrımında onunla karşılaşmış, fikirleriyle aydınlattığı istikamette ilerlemeye çalışmışızdır. Bir kaos ortamında, öfkenin ve sevgisizliğin kol gezdiği karanlık günlerde, Cemil Meriç’in gür sesi bizim için gerçekten cesaret ve teselli kaynağı olmuştur. Henüz çocuktuk ve donanımsızdık, el yordamıyla ilerlemeye çalışıyorduk. Güçlü bir sesin, “doğru yoldasınız çocuklar, cesaret!” demesi gerekiyordu. Cemil Meriçîn sesi işte öylesi bir sesti, değişikti, etkileyiciydi.”

Ali Ulvi Kurucu’nun Eserleri

Ali Ulvi Kurucu’nun yakın zamanda Ertuğrul Düzdağ’ın neşrettiği 4. Cilt olmak üzere Hatıralarım adlı eseri vardır. Bu eserler üstadın şahit olduğu olayları, arkadaşlarından duyduklarını ve kendi yaşadıklarını içermektedir. İçerisinde çok ilginç vakıalar bulunmaktadır ve tarihsel bir yönü de bulunmaktadır. İçerisinde “Padişahın parasının kaçırılması olayından tutunda, yanlış hatırlamıyorsam İngilizler ile işbirliği yapan Mekke Emirinin hasta yatağında Osmanlı ile alakalı söyledikleri son sözler bile var” Tabi yazılarının tarihsel olma özelliği yanında, şunu düşünmüşümdür. Ne kadar iyi insanların yaşadığını görüyorsunuz. Peygamber ahlakı ile ahlaklanmış insanlar, yalan, riya ve çıkarın olmadığı insani ilişkileri göreceksiniz ve asr-ı saadeti hatırlattı bu kitap bana.

Yine Ali Ulvi Kurucu’nun pek bilinmeyen bir kitabı vardır. Gecelerin Gündüzü isimli kitap Üstadın yazılarının toplandığı kitaptır. Üstad Medine’de iken gönlü Türkiye ile atmakta olduğundan düzenli olarak çoğunlukla gençlere hitap ederek yazılar yazmaktaydı. Tabi bizden önceki nesil onun yazıları ile de büyüdüler.

Birde üstad vefat ettikten sonra bazı yazarların onun hakkında yazdıkları yazıların toplandığı kitap ile kızının babası hakkında yazdığı kitap vardır. Ayrıca bir de yine bir önceki neslin başucu kitabı olan Gümüş Tül ve Alevler isimli şiir kitabı vardır ki okuduktan sonra onun “Akif vadisinde bir şair” olduğunu görüyorsunuz. Hatta değerli üstadın lakabı Akif-i Sani’dir. Yani ikinci akif.

 

ATEŞLER İÇİNDE FAKAT YANMAYAN BİR GENÇLİK

[1] Saadettin Ünal, “Kâbe” DİA 24, 15-16.

Exit mobile version