Chantal Mouffe, Dünyayı Politik Düşünmek Agonistik Siyaset, (Çev: Murat Bozluolcay), İstanbul: İletişim Yayınları, 2015, 166 s.
“There is no alternative” (TINA) sloganı geçtiğimiz yüzyılın en geçerli anlayışını yansıtmaktaydı. Liberalizm, geçerli ve nihai yerleşik ideoloji olarak benimsenmiş, hegemonyası ile diğer görüşleri egale etmeye çalışmıştır. Mouffe bu eseriyle, muhaliflerin birbirlerinin meşruiyetini tanıdıkları, politik mücadelenin sağlanabileceği bir zeminin varlığını sorgulamaktadır. Eser, yazarın eşi Ernesto Laclau ile beraber kaleme aldığı “Hegemonya ve Sosyalist Strateji” adlı yapıtta geliştirilen agonistik yaklaşım temelinde bölümler halinde meseleleri ele almaktadır.
Kitaptaki çokluğun devlet yahut siyasi kuruma ihtiyaç duymadan öz örgütlemesini sağlayabileceği bir mutlak demokrasinin var olabileceğine yönelik inanç, yazarın “siyasal” adını verdiği mefhumu gözden kaçırmamaktadır.
Yazar, kitabın ilk bölümlerinde agonistik yaklaşımın ana hatlarına değinmiş, bu bakış açısının diğerlerinden farkı ve antagonizma ile agonizmanın ilişkili olmasının gerekliliğinin altını çizmiştir.Batı modelini tarif edilirken “modern demokrasi” ifadesini kullanmaktadır. Ancak bu kullanımın, liberal demokrasi fikriyle çeliştiğinin farkına varıp; rasyonalite ve ahlak açısından daha ileri bir model ifade etmediğine değinmiştir.
İtalyan “Autonismo” hareketinden mülhem olan “temsili demokrasiyi reddetme” fikri karşısında karşı hegemonik hamleleri artıran çoğulcu “yüzleşme” stratejisini önermektedir. Mouffe, siyasal kavramını antagonizma ile ilişkilendirilmiş, türlü özellik ve kabulleriyle liberalizmin bu siyasalı yadsıdığını, Soğuk Savaş sonrasında artan çatışmacı durumları açıklamada ve çözümlemede yetersiz olduğunu belirtmektedir.
Bu yazıda esas olarak odaklanmayı tercih ettiğimiz dördüncü bölümde “Radikal Siyasetin Bugünü” ele alınmıştır. Neo-liberalizmin hegemonyası küreselleşme ile yaygınlığını sürdürmektedir. Ancak Mouffe’nin eserinde ifade ettiği üzere, neo-liberalizmin karşısında muhalif alternatifler zamanla kendilerini göstermektedir. Bahsedilen radikal siyaset üzerine herhangi bir mutabakatın sağlanamadığı belirtilse de Mouffe, mefhumu “kurumlar” ile ilişkilendirerek iki türlü strateji üzerinde durmuştur. İki strateji, birbirlerinden farklı anlayışlardan zuhur etmektedir.
- withdrawal from institutions
- engagement with institutions
Kurumlardan geri çekilme, etkisini toplumsal hareketler üzerinde göstermektedir. Michael Hardt ve Antonio Negri’nin İmparatorluk, Çokluk ve Ortak Zenginlik kitaplarında savunulan görüştür. 20. yüzyılın sonlarında toplumda gerçekleşen dönüşüm olan post-modern evreye geçiş ile küresel egemenlik biçimi sınırları olan Emperyal Çağ yapısından değişen, sınırları genişleyen sınırlara sahip olan İmparatorluk yapısına geçilmiştir. (dipnot)
Disiplin’den denetim merkezli yöntemlere geçiş ile yönetimde öznellik, otonomi ve bağımsızlığın önü açılmaktadır. Bu İmparatorluk tipinin varlığı Çokluk’un kurtuluşunu ve varlık gösterebilmesini sağlamaktadır.
Çokluk’un mahiyeti üzerine birtakım fikir ayrılıkları birkaç düşünürün düşünceleri detaylıca eserde açıklanmıştır. Bahsedildiği üzere Hardt ve Negri Çokluk’un mutlak demokrasi nin kurucusu olacağını savunurken; Virno, post-fordist gelişmelerin belirsizliğe ve güvencesizliğe sebep olacağını düşünmektedir. Biz bu hususta Virno’nun görüşünü prekarizasyon olgusu üzerine düşündüğümüzde desteklemekteyiz.
Siyasal kavramı antagonizma ile, siyaset kavramı ise agonizma ile ilişkilendirilmiştir. Liberal anlayış, antagonizmanın reddedildiği bir siyaseti kabul etmektedir. Böylece siyasal göz ardı edilmektedir. Mouffe, antagonizmanın siyasi düşüncede kaçınılmaz olduğunu belirtir ve bunu bir çatışmadan ziyade rekabet temelinde yorumlar. Yazar, savunduğu kavramlar merkezinde liberal demokrasi, tektipleştirme ve homojenleştirme eleştirilmektedir.
Üçüncü bölümde Avrupa’nın geleceği, agonistik yaklaşım ile sorgulanmıştır. Kolektif kimliklerin varlık gösterebilme imkanı karşısındaki ulusalcılık, bireyselleşme ve Avrupa’nın küresel demokrasi üzerindeki lider rolü birçok düşünürün tezi ile sorgulanmıştır. Avrupa, “universe” düşüncesindeki önder rolünün yerine “pluri-verse” olan dünya üzerinde bir bölge olarak konumlandırılmaktadır. Çoğulcu fikrin, düşmanlar arasındaki antagonistik mücadelelerden muhalifler arasında agonistik çarpışmalara evrilmesiyle Mouffe’nin öngördüğü çok-kutuplu kurumsal çerçeve gerçekleşmiş olacaktır.
Beşinci bölümde agonistik siyaset ve kültür uygulamalarının ilişkisi irdelenmiştir. Kapitalist üretimin yalnızca tüketiciyi sisteme bağımlı kılmadığını, aynı zamanda benzer bağımlılık tesirini üretici üzerinde de gösterdiği savı Adorno’nun fikirleri ile aktarılmıştır. Sanatçıların konvansiyel düzen karşısında nasıl örgütlenmesi gerektiği üzerine pratik fikirler bu bölümde ele alınmıştır.
Son bölümde Mouffe, yakın zamanda görülen toplumsal hareketlere odaklanmıştır. Avrupa ve Amerika’daki Occupy hareketi, Avrupa ülkelerinde ve Güney Amerika’da görülen bazı hareketlerin ortak özelliklerini, birbirlerinden farklılaştıkları motivasyonları okuyucunun istifadesine sunmuştur. Önceki bölümlerde ele alınan teorik fikirlerin, bu bölümdeki toplumsal hareketleri üzerine tatbik ederek irdelenmesi, kitabı okurken dikkatimizi çeken bir metot olmuştur. Bu hareketlerin yalnızca ekonomik problemlerden ve hoşnutsuzluklardan kaynaklanmadığı, aynı zamanda demokratik taleplerin karşılık bulmamasından ötürü gerçekleştiğinin altı çizilmiştir. Temsili demokrasinin hedef alındığı, muhalif etki ile karar mekanizmasında yer alma talebine karşılık geldiği bu hareketler, geleneksel kurumlara ve neo-liberal hegemonyaya karşı tepki oluşturmaktadır.
Furkan EMİROĞLU