İlim ve Medeniyet

‘AKILLI KENT’ ŞEHRİ KURTARABİLİR Mİ?

“Kentleşme” sanayi devriminden bu yana geçen iki yüz yıl boyunca, insanlık tarihinin yaşadığı en hızlı dönüşüm süreçlerinden ve bir o kadar da girift olgulardan biri olmuştur. Eski çağlarda “kadim medeniyetlerin” yaratıcısı ve taşıyıcısı olan kentler; yakın çağlarda sanayi devriminin yarattığı modernleşmenin, zenginliğin, refahın ve modern kültürün sembolü olmuşlardır. Burada yeni bir tanımlama yapma ihtiyacı belirmektedir. Kentleşme dar anlamıyla kent sayısının ve kentlerde yaşayan nüfusun artmasını anlatmaktadır. Bu tanım sadece demografik bir nitelik taşır. Tabii nüfus artışı ve kırsal alanlardan kente göç, kentsel nüfus artışını etkileyen iki temel faktördür. Ancak kentleşme olgusunun ekonomik, toplumsal ve siyasal boyutları da vardır ki, geniş anlamda yapılan bu tanım; “Sanayileşmeye ve ekonomik gelişmeye koşut olarak kent sayısının artması ve bugünkü kentlerin büyümesi sonucunu doğuran, toplum yapısında, artan oranda örgütleşme, iş bölümü ve uzmanlaşma yaratan, insan davranış ve ilişkilerinde kentlere özgü değişikliklere yol açan bir nüfus birikim süreci” olarak ifade edilebilir.

Hepimiz bugün aynı zamanda yorgun kentlerin şaşkın sakinleriyiz! Üzerindeki yükleri taşımaktan halsiz düşmüş ve artık yağmurların başka anlamlara geldiği kentlerde yaşıyoruz. Son dönem şiirimizin büyük ustası İsmet Özel belki de doğru söylüyordur. Belki hepimiz kente benzetemediğimiz “kentten manzaralar” gördüğümüzde şu dizeleri tekrarlamışızdır.

Bir şehrin urgan satılan çarşıları kenevir
Kandil geceleri bir şehrin buhur kokmuyorsa
Yağmurdan sonra ortadan kalkmıyorsa sokaklar
O şehirden öç almanın vakti gelmiş demektir

Şehirlerin zihnimizdeki çağrışımı bugün sinirlerimizi bozan trafik; her an hareketlenebilecek güvensiz sokaklar; artan kalabalıklarda artan yalnızlığımız; gözümüzü ve gönlümüzü abartılı rengârenkleriyle yoran ve bir o kadar da içimizdeki canavarı kamçılayan ışıklı tabelalar; zengin dilenciler ve hiç şüphesiz kaçan topunun peşinden koşmaya korkan temiz elbiseleriyle çocuklar… Ve akın akın şehre gelen, yanlarında umutlarından başka bir şeyleri olmadığı halde Batı’nın görkemli şehirlerine sokulmayan mülteciler…

20. yüzyılın yönetim gurusu kabul edilen Peter F. Drucker; “Ondokuzuncu yüzyıla kadar, hiç sona ermeyen zorlu görev, insan soyunun ve çevresinin doğal etkenlere karşı korunmasıydı. Ama bu yüzyılda yeni bir ihtiyaç doğmuştur: Doğayı insana karşı korumak” derken, bugün karşı karşıya olduğumuz çok önemli bir tehlikeye dikkat çekmiştir. Kentler her geçen gün büyümekte ve kentsel ihtiyaçlar da buna paralel olarak olağanüstü bir biçimde artmakta ve çeşitlenmektedir.

Şehirler artık her anlamda beklentileri karşılayamaz hale gelmiş durumdadır. Arabalar yollardan, insanlar evlerden ve ihtiyaçlar da imkanlardan çok daha hızlı bir şekilde artmaktadır. Bu durumda; trafiğin sorunsuz akması, kamu hizmetlerinin etkin ve verimli bir şekilde yürütülmesi, vergi sistemleri, yeşil alanlar, eğitim, sağlık, iletişim, güvenlik, yerleşme ve daha bir çok alanda işleyen bir kent düzenini egemen kılmak neredeyse imkansız hale gelmektedir.

İşe gitmek, eve dönmek ve çocuğu okula bırakmanın yanında; yemek yemek ve uyumak zorunda olan insan, aynı zamanda kredi taksidini yatırmak; telefon, su, elektrik, doğalgaz, internet ve kablolu TV ücretini ödemek; belediyeye gidip Çevre Temizlik Vergisi ve Emlak Vergisi’ni aksatmamak durumundadır. Ayrıca konsere gitmek, yemeğe çıkmak, arkadaşlarıyla eğlenmek, kitap okumak, hobilerine zaman ayırmak ve de seyahat etmek istemektedir. Ve sadece bir kısmını saydığımız tüm bu işleri yapmak için de sınırlı bir zamana sahiptir.

Hiç şüphesiz modern insanlar bu durum karşısında şaşırıp kalmak yerine kendi akıllı çözümlerini bulmayı tercih etmişlerdir. İnsanın aklını zorlayan bu hızlı değişim, yeni bir şehir tasarımı ihtiyacını da beraberinde getirmiştir. Bu yeni şehir tasarımında ‘teknoloji’ ve özellikle de ‘iletişim teknolojisi’ en temel unsur olarak kendini göstermektedir. İçinde ‘evimizin’ de bulunduğu binalar, çoğunlukla plazalarının içinde olan yeni iş yerlerimiz, işe giderken bindiğimiz metrolar ve bu yeraltı trenlerine binmek için beklediğimiz istasyonlar, uzun zamandır cebimizde taşıdığımız ve yakın zaman önce de ‘akıllı’ hale gelen telefonlarımız ve kentteki yaşamımızı kolaylaştırmak – ya da hızlandırmak – için telefonumuza yüklediğimiz onlarca uygulama; hep bu ‘yeni’ şehir tasarımının bir parçası ya da bizatihi sonucudur. Bazılarının çarpıcı bir kavramsallaştırma ile ‘akıllı kent’ olarak tarif ettiği bu elektronik uygulamalar seti, yeni bir yaşam biçimi şekline evrilerek istesek de istemesek de hepimizi içine çekiyor ve bir süre sonra da bizi kendisinden bir parça haline getiriyor.

Akıllı kent”, dilimize İngilizce Smart Cities kavramından çevrilerek kazandırılmıştır. Bununla birlikte Bilişim Kentleri (informatic cities), Sayısal Kentler (digital cities) ifadeleri de kullanılmaktadır. Akıllı kent kavramı, genellikle akademik araştırmalar ve pazarlama konsepti olarak şirketler tarafından kullanılmış, ancak henüz net bir tanımı ortaya konulmamıştır. Genel olarak akıllı kent kavramının açıklanmasında üç temel nitelik öne çıkmaktadır; Bunlar; çevre ile dostluk, akıllı yönetim için bilgi teknolojilerinin kullanımı sürdürülebilir gelişme hedefleridir.

Uzmanlar, akıllı kentin bileşenlerini; güvenilir enerji ve su tedariki, kent ve şehirlerarası verimli ulaşım, verimli kamusal idare, kamusal datalara 7/24 erişim, yüksek kalitede entelektüel sosyal sermaye, yarışmacı üretici ve açık yerel ekonomi olarak belirtilmektedir.

Çeşitli kentsel uygulamalarda her geçen gün yaygınlaşan ‘akıllı kent’ yaklaşımı, şehirlerin üzerindeki ‘yoğunluk baskısı’nı azaltmasa da daha yönetilebilir kılması bakımından bir çıkış yolu olarak görülmektedir. Ülkemizde de bu yönde bir trend olduğunu tahmin etmek zor değildir. Zira Türkiye Cumhuriyeti’nin 2015-2018 Bilgi Toplumu Stratejisi ve Eylem Planı’nda da “Akıllı kentlere dönüşüm için gerekli tedbirler alınacaktır. Bu amaçla strateji ve hedefler tespit edilecek, bütünleşik çalışma prensipleri ile gerek duyulan yönetişim modellerinin hayata geçirilmesine yönelik politikalar belirlenecektir. Metropol bölgelerinde ve kentsel dönüşüm kapsamındaki bölgelerde akıllı kent uygulamalarına öncelik verilecek ve buna ilişkin bir yol haritası oluşturulacaktır” denilmektedir.

Daha çok belediyeler tarafından uygulamaya geçirilen akıllı kent çözümlerinin; Belediye ve hizmetlerine mekandan bağımsız olarak ulaşabilme imkanı; şehir hayatını kolaylaştıran çeşitli uygulamalar ve akıllı şebekeler; standart ve herkese eşit kentsel hizmet sunumu; hizmet süreçlerinde bürokrasinin ve manuel kullanım hatalarının ortadan kalkması; bilgiye dayalı hizmet sunumu ve karar alma; kent yönetimine aktif katılım gibi çeşitli faydalarından bahsedilebilir. Tüm bu faydalar, insanların kentsel yaşamını kolaylaştırmakta; ancak kente karşı ‘bozucu’ tutumlarını değiştirmeleri yönünde çok fazla işe yaramamaktadır. Yani insanın şehirdeki yaşamı görece kolaylaşırken; şehir hayatı aynı oranda kolaylaşmamaktadır.

Şehir, tutunamayanların ve tuttuğunu kopartanların mekanı değildir. Şehir bizi doğuran ve emziren bir anne olduğu kadar, yetiştirip eğiten bir mürebbiyedir de… Fakat; kendi kendimize yarattığımız ama hayata mal ettiğimiz baş döndürücü hareketlilik, şehirle olan bağımızı her geçen gün biraz daha zayıflatmaktadır. Şehirde daha hızlı yol almak, daha çok iş bitirmek ve –sanki zamanın sahibiymişiz gibi- kendimize daha çok zaman ayırmak için geliştirdiğimiz ‘akıllı’ ya da elektronik çözümlerin insanı şehir karşısında daha avantajlı bir konuma getirdiği muhakkaktır. Güçlü bir şehir koruma bilince geliştiremezsek; adeta bir insan deposuna ve boğucu bir beton ormanına dönen şehirlerimizden kaçmak için yeni ‘akıllı çözümler’ aramak zorunda kalabiliriz. O halde; büyük şair Erdem Beyazıt’ın bir şehir ve erdem deklarasyonu niteliğini taşıyan “Şehrin Ölümü” şiirindeki “makinalar bir elin baş parmağını çarmıha geriyorlar / akıl bir akreptir intihara hazır” dizeleriyle ifade ettiği “durum” hakkında uzun uzun düşünmek gerekir. Bu nedenledir ki “akıllı kent, şehri kurtarabilir mi?” sorusuna olumlu bir cevap vermek için henüz erkendir. Belki de ”şehir bir mahşer gibi içimizde ölür.” İleri teknoloji ile harmanlanmış yeni kent düzeninin de insanları mutlu mu edeceği yoksa yalnızlığını mı derinleştireceği konusu da bir başka tartışma alanıdır.

Hasan SOYGÜZEL
Yerel Yönetim Uzmanı
Avrupa Birliği Politikaları Enstitüsü Başkanı

Exit mobile version