Ali Ulvi Kurucu’nun gözünden Mehmet Akif Ersoy
Siz Akif’i çok seviyorsunuz, Akif’in safahatını ezbere biliyorsunuz. Tüm şiirlerini çok yakından takip ediyorsunuz. Akif’in büyüklüğü nerede? Akif gibi, Yahya kemal gibi büyük şairleri artık neden yetiştiremiyoruz? Sadece şair değil, bakıyoruz Akif’e birkaç lisanı çok iyi konuşuyor. Pek çok konuda ilim sahibi, nedir o kadar onları iyi yetiştiren ve kalıcı eser vermeye iten şey?
Efendim bir Akif demek, bambaşka bir âlem demek. Kültür muhiti, yaşadıkları muhit babası bir kere temiz Tahir Efendi diye anılan Fatih Ders-i âm’larındanmış, Akif küçük yaşında hafız oluyor. Birinci safahatının ilk şiiri Fatih Camii. Büyük Fransız münekkidi Anatole France? Der ki bir şairi veyahut bir müellifi anlamak için onun yetiştiği asra bakın. Hangi şartlar içinde yetişmiş, hangi devirlerde yetişmiş, şartlar mı zorlamış onu. Akif’in yetiştiği şair olduğu devirlere bakın, pozitivizm yıkmış maneviyatı, materyalizm perişan etmiş. O günlerde şairlerimiz değil Camiye girmek, Camiyi geriden/dışarıdan seyrediyorlar. Camiye girmek bile onlara zor geliyor, giremiyorlar. Akif Fatih Camii için der ki” bu bir mabet değil, mabuda yükselmiş ibadettir”,Allah. Fatih Camii Mabet değil taştan tuğladan yapılmış bir yığıntı değil tuğla yığını değil bir ibadettir Allah’a yükselmiş. Yükselmeyi kastediyor. Bütün derdi o
evladım Muhammed Ali’ye diye son divanı olan gölgeler diye bir şiiri var der ki,
Bir nüsha-i Kübrâ idin, oğlum, elimizde: Sen benden okurdun seni, ben senden okurdum. Yüksekliğin idrâkimi, yorgun bırakınca, Kalbimle yetişsem diye, şairliğe vurdum
Şi’rin başı hilkatteki âheng-i ezelmiş… Lâkin, ben o âhengi ne duydum, ne duyurdum! Yıktım Koca bir ömrü de, baykuş gibi, geçtim, Kırk beş yılın eyyâm-ı harâbında oturdum
Yoktur elemimden şu sagir kubbede bir iz; İnler safahatımdaki Hüsran bile sessiz!
Der. Bu kadar mütevazi, bu kadar hafız olmuş. Kur’an-ı Kerim’i ezberlemiş. Baytar mektebinde okumuş. Sonra Akif, büyük bir tarafı daha kendine İslam şairi vazifesini yükledikten sonra İslam Şairi olacağım aşkına gönlünü kaptırdıktan sonra, bir gün gençliğinde yazdığı şiirleri okumuş, ruhu isyan etmiş, sobaya atmış yakmış onları. Bir şairin şiirini yakması, ihmal edildiğine razı olmaz. bilhassa aruzla yazılan şiiri, başından geçmeyen bilmez kızım, aruzla şiir yazmak çok zordur. Hislerinizi fikirlerinizi aruz kalıplarına girdireceksiniz ve ahengini temin edeceksiniz ve gönüllerde yaşayabilecek şiirleriniz. Bir şairin şiirlerini sobada yakması, öyle diyor ki Allah u teala buyuruyor “Senektubu Ma Kalu” Kullarımın söylediklerini dosyaya geçiriyoruz, yazacağız kıyamette eline vereceğiz. “İkra Kitabek” sen kendi dosyanı kendin incele hakkında hükmü sen ver diyeceğiz, bunu düşünüyor. Davaya ait, İslam’a ait vatana ait imana ait şiir yok yav.Bu zat şiirlerini yakıyor. Bir de değil İslam’ın dinin bile kabul edilmediği pozitivizmin hâkimiyeti günlerinde İslam’ı uyandırmak için haykıracaktım diyor.
Ben böyle bakıp durmayacaktım, dili bağlı,İslâmı uyandırmak için haykıracaktım.Haykır! Kime, lâkin? Hani sâhipleri yurdun?Ellerdi yatanlar, sağa baktım, sola baktım;
Akif’i ruhumun tercümanı olarak buldum. Ruhuma tercüman, aşkıma tercüman, imanıma tercüman. İstiklal marşı geliyor, milli kurtuluşumuz milletçe. Bu kadar şair var memlekette, onlar da yazıyorlar. Şiir büyük millet meclisinde Hamdullah Suphi Bey Akif Bey’in istiklal marşını dört defa okur. Ayakta dinlenir hepsi alkışlar içinde. Bu adam bu kadar mütevazi bir insan ki kızım. Evvela istiklal marşını yazmaya iştirak etmiyor. O günün maarif vekili milli eğitim bakanı Hamdullah Suphi Bey diyor ki “Üstadım sizden bir hareket görmüyorum, İstiklal marşına şairler hazırlanıyorla, bekliyoruz şiirlerinizi” Mehmet Akif ise “para vaat ediyorsunuz, ben o parayı nasıl alırım. Ben orduma elimden gelse askerime yardım etmek istiyorum.”
O günlerde Hasan Basri Çantay’dan işittim bizzat. Meal sahibi, Kur’an-ı kerim’e meal yazdı. Akif Bey’in can ciğer dostu. Taceddin Dergah’ında millet vekiliydi. Orada kalıyoruz. Soğuk oldu bir gün diyor. Basri Bey bugün ben dedi serinlik hissediyorum. Benim paltomu giyin Üstadım dedi diyor. Benim paltomu giydi de gitti diyor. Paltosu dahi olmayan adam Hamdullah Suphi Bey’den istiklal marşını nasıl yazarım, para vaat ediyorsunuz diyor. Alın da orduya bağışlayın dedi diyor. O günlerde İstiklal Marşı herkes yazar getirirler, o okunur o okunur. 700’e yakın şiir diye kulağıma geldi. 700’e yakın istiklal marşı yazılıyor. Elden geçiriliyor her biri. Akif’in ki beğeniliyor. Ayakta millet meclisinde 4 defa okunuyor. Neyin ifadesi bu, milletin ruhuna tercüman, sevilen insan. Sonraki günlerde ben Akif’e o kadar âşık olmuştum ki, davasına, üslubuna, aruzla yazmasına. Mısır’da talebe iken geceleri yurtta hacet namazı kılıp Ya Rabbi Mehmet Akif gibi şair olayım derdim. Kendisi için yazdığım bazı şiirler şöyle.
Akif diye haykırsam ufuklarla beraber, Akif diye feryadıma ses vermede her yer Tek gayesi rahmetle anılmaktı vatanda Allah’ı sevenler onu anmakta cihanda
Akif de şöyle bir dörtlük yazmış
Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince, Günler şu heyûlâyı da er, geç silecektir. Rahmetle anılmak, ebediyyet budur amma, Sessiz yaşadım, kim beni, nerden bilecektir?
Yedi safahat yazmış, hala sessiz yaşadım diyor. Çünkü doymayan bir imanı var. Doymayan bir aşkı var. Doymayan bir vatan sevgisi var Allah rahmet eylesin.
Ozan Dur
Ali Ulvi Kurucu’nun şu sohbetinden alıntıladım. Her iki üstadımıza da Yüce Rabbimden Rahmet diliyorum.