İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Daha önce sitemizde başlatılmış olan “Güney Asya’da Gündem” değerlendirmelerine, aylık olarak yazmayı planladığımız “Avrasya’da Gündem” ile devam etmek istedik. Değerlendirmelerdeki amaç, gündemin değerli okuyucularımızın dikkatine ve ilgisine sunularak bölgesel konulardaki bilincin artırılmasıdır.
İlk yazımızda 5 farklı ana konu bulunmaktadır.
ABD, 11 Eylül 2001 tarihinde gerçekleşen saldırı sonrasında uluslararası kamuoyunu da arkasına alarak terör örgütü olarak ilan ettiği El-Kaide’ye karşı operasyonlarını başlatmak üzere Afganistan topraklarını işgal etmiştir. Bu aşamada Taliban ve El-Kaide ilişkisini bilmenin mühim olduğunu belirtmek istiyorum. Bu işgalin arkasında yatan sebep Afganistan topraklarında güvenlik, barış ve huzurun sağlanması olarak ifade edilmiştir. Bu yaklaşım genel olarak her sınır ötesi operasyonda kendilerini paternalistik bir inançla teşvik ettikleri “mission civilisatrice” -yani modern anlamıyla “demokrasi götürmek” denilebilir- ile bağlantılı olsa da ABD’nin kendi topraklarında yaşadığı saldırının oluşturduğu şokun karşılığının kılıfı olduğu anlaşılmaktadır.
ABD işgali 20 yıldır sürmesine rağmen başlangıçta ifade edilen hedeflere ne ulaşılabilmiş ne de Taliban ile makul bir zemin oluşturulabilmiştir. Süreci değerlendirmek istediğimizde ABD için zorlu bir 20 yıl geçti demek yerinde olacaktır. Bu 20 yılın ardından Trump yönetimi tarafından alınan ve Biden yönetimi tarafından devam ettirilen çekilme planı Doha’da yapılan anlaşma sonucunda başlatılmıştır.
Bu aşamada akla “ABD neden çekiliyor?” sorusu takılmaktadır. Burada 2 farklı cevap ve bu cevaplar üzerinden oluşturulabilecek senaryolar bulunmaktadır.
Çekilmesinin arkasında 3 somut sebep yatmaktadır.
Bu sebepler incelendiğinde;
Asya’nın kalbi olarak nitelendirebileceğimiz Afganistan’daki 20 yıllık ABD varlığı pozitif sonuçlar vermemiş ve ağır bedeller ödenmiştir. ABD’nin çekilmesiyle beraber;
Kuzey Akımı projesi, Rus gazının Almanya üzerinden Avrupa’ya iletilmesini sağlayacak olan boru hattıdır. 2 hattan oluşan ve toplam 1224 km uzunluğa sahip proje yıllık 55 milyar metreküplük gaz arzını sağlayacaktır. Ancak proje ile ilgili bazı çekinceler mevcuttur.
Ukrayna ile Rusya arasında transit geçiş hattı iki ülke ilişkilerini dengelemede kısmi olsa da etkin bir unsur olmuştur. Ancak Kuzey Akımı ile beraber Ukrayna ve Polonya hattı terkedilmiş olacaktır. Bu durum hem transit geçişlerden gelir elde eden Ukrayna ve Polonya için önemli bir gelir kaleminin eksilmesi hem de Ukrayna’nın Rusya karşısındaki diplomatik kozlarından birini kaybetmesi demektir. Aynı zamanda Avrupa ülkelerinin ihtiyaç duyduğu enerjinin önemli kısmını karşılayan Rusya bu proje ile bölge üzerinde daha etkin hale gelecektir. Bu bağlamda enerjinin baskı unsuru olarak kullanılabilecek olması hem Avrupa hem de Ukrayna tarafından kaçınılmaz bir endişe olarak ortaya çıkmaktadır.
Kuzey Akımı projesi Avrupa’nın aleyhine gözükmekle beraber özellikle Almanya için birçok fırsatı da içinde barındırmaktadır. Özellikle transit giderlerinin ortadan kalkmasıyla gaza daha ucuz bir erişim sağlanmış olacak ve Almanya bölgenin enerji merkezi haline gelecektir. Bu da özellikle Doğu Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu gazın büyük bir miktarının Almanya üzerinden gitmesini ve Almanya’nın bölgesel hakimiyetini artırması için avantajlı konuma geçmesini sağlayacaktır.
ABD ise salt AB enerji güvenliğinin sağlanması için projeye karşı çıkmamaktadır. Almanya ile ABD arasında var olan Doğu Avrupa’da hakimiyet mücadelesi de burada önemlidir.
Kaya gazı ile doğalgaz ve petrol üreten ABD’nin en önemli pazarlarından birisi Avrupa’dır. Rusya’nın Avrupa enerji pazarına hakimiyeti ABD’nin etkinliğini ve kapasitesini de azaltacaktır. ABD’nin karşılaştığı en büyük sorun ise LNG’nin transit hatlarla karşılaştırıldığın da daha pahalı olmasıdır. Ancak bu duruma rağmen Polonya ile doğalgaz temin anlaşması imzalanmış ve Ukrayna gaz alt yapısı geliştirilerek Polonya üzerinden Ukrayna’ya LPG transferi de düşünülmüştür.
Bu endişeler bağlamında ABD ve Almanya projenin uygulanması ile ilgili anlaşmaya varmıştır. Anlaşmaya göre;
Savunma teknolojileri kapsamında atılımlarına devam eden Rusya, dünyanın en modern hava savunma sistemi olarak nitelenen S-500’ü bu yıl içinde envantere dahil etmek istemektedir.
Dünyada yankı uyandıracak şekilde tanıtılan S-500 hava savunma sisteminin S-400’den çok daha güçlü olduğu ifade edilmiştir. İrtifa ve hız fark etmeksizin hedefi vurma kabiliyetine sahip olan bu sistemin NATO için büyük bir sorun olduğu belirtilmektedir. Sistem 600 km menzile sahip olup 7 km/sn hızla ilerleyen 10 balistik füzeyi aynı anda etkisiz hale getirme yeteneğine de sahip olduğu söylenmektedir.
Savunma Bakanı Sergey Şoygu, S-500 hava savunma sisteminin gelecek 25 yıllık ihtiyaçları kapsamında üretildiğini ve 5 yıl boyunca yurtdışına satışının yapılmayacağını ifade etmiştir.
S-500 ile beraber geçen günlerde gerçekleştirilen MAKS-2021 Uzay ve Havacılık Fuarı’nda 2026 yılında Rusya Federasyonu Hava Kuvvetleri’ne ilk teslimin yapılacağı SU-57 Checkmate’in tanıtımı yapılmıştır. Yabancı muadilleri karşısında daha ucuz olacağı söylenen uçağın yenilikçi çözümler ve teknolojileri birleştirilerek pilot için yapay zeka desteği sağladığı da belirtilmiştir. 7400 kg olan uçağın kalkış ağırlığı 18 ton ve menzili 3 bin km’dir. Rusya tarafından üretilecek olan ilk tek motorlu uçak olma özelliğine sahip SU-57’nin ses hızının 2 katına çıkma potansiyeli olduğu belirtilmiştir.
Kuril Adaları 2. Dünya Savaşı sonrasında Rusya ile Japonya arasında çözülememiş bir sorundur. Uzun bir süre Japonya hakimiyetinde olan Kuril Adaları 2. Dünya Savaşı’nda SSCB tarafından ele geçirilmiştir. Bu tarihten itibaren iki ülke arasında kalıcı bir sorun olarak sürdürülmüştür.
Özellikle Şinzo Abe ve Putin döneminde bu anlaşmazlığın giderilmesi için çalışılıp olumlu adımlar atıldıysa da hem Japonya’nın 4 adayı da istemesi hem de Rusya’nın herhangi bir paylaşım durumunda;
görüşmelerin tıkanmasına sebep olmaktadır.
Özellikle Rusya tarafından ekonomik olarak ilişkilerin düzelmesi anlamında girişimler bulunsa da sorunun iki taraf için de hassasiyeti çözümsüzlüğü beraberinde getirmektedir. Geçen günlerde Kuril adalarına gerçekleşen Başbakan Mişustin ziyareti de bu sorunun Japonya nezdinde gündeme gelmesine sebep olmuştur. Japonya tarafından Rusya’ya protesto notası verilen ziyaret, Putin tarafından Mişustin’e Doğu Rusya gezisi kapsamında iletilen isteklerinden birisidir. Bu istek Putin’in Kuril adalarında ekonomik yapının güçlendirilmesi adına Japonya ile ortak çalışma yapabilecekleri açıklaması üzerine iletilmiştir.
Dün yayınlanan haber sonucunda ise ekonomik faaliyetler de dahil olmak üzere ikili ilişkilerin gelişmesi bağlamında barış müzakerelerinin devam ettirilmesi kararı alınmıştır. Liderler görüşmelerde sıcak tavırlar sergilese de sorunun hassasiyeti ve kararların tavize açık olmaması görüşmeleri daha da uzatacak gibi gözükmektedir.
Rusya Ortodoks Kilisesi’nin de önerisiyle 2010 yılından beri 28 Temmuz resmî tatil ilan edilmiştir. Bugünün önemi ise Prens Vladimir’in 988 yılında Rus halkını Dinyeper Nehri’nde vaftiz ettirerek toplu şekilde Hristiyanlaştırdığı gün olmasıdır. Yıllardır toplu vaftiz geleneği de Vladimir anısına sürdürülmektedir.
Rusya, Belarus ve Ukrayna’da gerçekleştirilen törenler tüm Slav toplumlarının birleşmesine vesile olması gerekirken mevcut siyasal krizler sebebiyle ayrışmaya sebep olmuştur.
Bölgenin bugünün Ukraynalılarının ataları tarafından Doğu Avrupa’dan başlayarak Hristiyanlaştırıldığını ifade eden Zelensky, Putin’in makalesinde belirttiği tek bir halk kelimesini eleştirmiştir. Putin makalesinde Rusya ve Ukraynalıların siyasal koşul ve konjonktüre bakılmaksızın tek bir bütünü oluşturan tek bir halk olarak ifade etmiştir. Zelensky ise açıklamasında Kiev Rusyası’nı ana ve Ukrayna’nın 24 bölgesi ile beraber Kırım’ın onun çocukları olduğunun altını çizmiştir. Doğrudan aktarılmış bu miras üzerinde sonradan dahil olmuş uzaktan akrabaların söz hakkı olmadığını eklemiştir.
Osman MİCAN
Yorum Yaz