İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Dünya siyasi tarihinde üstünlüğü eline alan devletler kendi siyasal, sosyo-ekonomik ve kültürel temelde değer ve olgularını üstünlüklerinin doğal bir sonucu olarak yaymışlardır. Üstünlüğün göstergesini oluşturan yapılar bir savaş, bir antlaşma yahut bir işgal ya da kolonyal bir faaliyet ile tatbik edilmiştir. Küresel siyaset dengesini ve araçlarını stabilize eden düşünce akımları dünya üzerinde etki alanlarını oluşturmuş ve bir hegemonya işlevi görmüştür. Böyle bir etki ve işlevselliğe sahip olan Avrupamerkezcilik, küresel manada siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel açılardan iç içe geçmiş parametrelerden meydana gelen sistematik bir korelasyondur. Makalede dünya siyaseti bağlamında temel odak düşünce olarak gösterilen Avrupamerkezcilik üzerinden merkez-çevre ilişkisi çerçevesinde durulacak, Doğu-Batı, Kuzey-Güney ayrımsallığına değinilecek ve son olarak Avrupamerkezci düşüncenin İslam ve diğer medeniyetleri de içine alarak nasıl bir dünya düzeni oluşturmaya çalıştığından bahsedilecektir.
Avrupamerkezcilik bir düşünce yapısı olarak dünyanın merkezine Avrupa ve onun etki alanını oturtmaktadır. Avrupamerkezcil düşünce akımının küresel manada tüm kıta, bölge ve ülkelere nüfuz etmesinin belli başlı sebepleri bulunmaktadır. Avrupa’nın tarihi yakından incelendiğinde ilk ve ortaçağlarda temel geçim kaynağı olan tarım faaliyetleri bakımından kıtanın oldukça elverişsiz bir mahiyette olduğu göze çarpmaktadır. Tarım arazisi hüviyetindeki alanlarının bataklıklarla kaplı olması, ekili dikili tarlaların sınırlılığı birçok sıkıntıyı beraberinde getirmiş ve Avrupalılar ‘‘Doğu’’ olarak isimlendirdikleri zengin tarımsal ürünlere haiz, gelişmiş ülkelere doğru yönünü çevirmek zorunda kalmıştır. Haçlı seferlerinin yapılmasındaki temel ekonomik hedefte Doğu’nun zenginliklerine ulaşmaktır. Ağır sabanın toprak ıslahında kullanılmaya başlamasıyla tarım alanlarındaki problemlerini çözen Avrupalılar, Haçlı seferleri vasıtasıyla kültürel etkileşime girdikleri Doğu’dan çok çeşitli alanlarda istifade etmişlerdir. Kendi kültürleriyle sentezleyerek bir yükseliş evresinin ilk adımlarını atan Avrupalılar, zamanla Coğrafi Keşifler adı verilen seyahatlerle cesaretlerinin nüvelerini kurdukları sömürgelerle almaya başlamışlardır. Keşfedilmemiş zenginlikleri bir araya getirerek kolonyalist faaliyetleri bir rekabet alanına dönüştürmüşler ve kısa sürede hızla kalkınmışlardır. Avrupalıların gelişim süreci Rönesans, Reformasyon, Aydınlanma Dönemi ve Sanayi İnkılâbı ile zirve noktasına ulaşmıştır. Bu bağlamda Avrupamerkezcil düşünce sisteminin oluşumu Avrupalıların kat etmiş oldukları gelişim, değişim ve dönüşüm ile paralellik arz etmektedir. Avrupa devletleri siyasi ve ekonomik anlamda güç dengesini tamamen kendi lehine çevirmeleriyle Avrupamerkezcil yapının ortaya çıkmasının adımı atılmıştır. Nitekim Avrupalılar tam hâkimiyet kurduklarına inandıkları dünya üzerinde kendileri dışında kalan milletleri geri kalmış, modern olmayan topluluklar olarak nitelendirmiştir.
Siyasi, askeri ve ekonomik alanlarda mutlak üstünlüğünü kuran Avrupa, kültürel alanda da geri ve modern olmayan toplumları dönüştürmek, medenileştirmek ve muasırlaştırmak adına kendisine bir rol biçmiştir. Ancak kültürel düzeyde yapılan faaliyetler, Avrupa dışında kalan bölgelere siyasi veya askeri alanlardan daha fazla zarara ve asimilasyona uğratmıştır. Avrupai adı verilen yaşam tarzı, Avrupa kimliği, Avrupalılaşmak, Avrupamerkezcil düşünmek ve tahayyül etmek gibi birtakım söylemsel ve biçimsel dönüşümler modern olmayan toplumlara yerleştirilmeye çalışılmıştır. Kolonyalist faaliyetler ile yaygınlaştırılan bu formlar, daha sonradan bağımsızlığını kazanan toplumların milli, öz ve geleneksel tarihi bağlarından tamamen yahut kısmen ayrıklaştığı, parçalandığı veya bölündüğü gözlemlenmiştir.
Dünya toplumlarının ve devletlerin ayrımsallığı üzerine çeşitli teori ve kuramlar ortaya atılmıştır. Bunlardan ikisi Avrupamerkezcilik üzerine inşa edilen Kuzey-Güney ve Merkez-Çevre ilişkileridir. Merkez-Çevre ayrımsallığı yapısal olarak temelini başat güç olan Avrupa üzerine yoğunlaştırmaktadır. Dünya üzerinde gelişmiş ülke sayısının en fazla bulunduğu, siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel açılardan önde olan Avrupa merkez olarak kabul edilmektedir. Avrupa devletlerinin sömürgeleri ile geriye kalan devletler veya toplumlar ise çevre olarak adlandırılmaktadır. Avrupa merkez olarak kabul edilerek yöneten, odak nokta, hâkimiyet sahibi, karar verici gibi pozisyon ve karakteristiğe sahipken dünyanın geriye kalan diğer bölgeleri ise çevre kabul edilerek merkezin etrafında kümelenmiş, merkeze göre hareket eden, bağımsız karar alma imkânı sınırlı, merkez güçlere bağlı ya da bağımlı bir yapıya sahiptir.
Kuzey-Güney ayrımı ise gelişmiş refah devletler ile gelişmemiş devletler arasında oluşturulan ana kaynağında Avrupamerkezcilik düşüncesinin izlerinin bulunduğu bir bakış açısıdır. Kuzey gelişmiş, ekonomik anlamda kalkınmış ileri devletleri simgelerken Güney ise gelişmemiş, geri kalmış devletleri simgelemektedir. Avrupamerkezcilik düşüncesi Kuzey-Güney ayrımının daha çok Avrupa kapitalist ekonomik sistemiyle yakından ilişkilidir. Kolonyalist faaliyetlerle zenginleşen kuzey ülkeleri(Avrupalılar), iktisadi alanda gelişmemiş ülkeleri güney ülkeleri olarak kategorize etmişlerdir.
Avrupamerkezcilik dünyayı Doğu-Batı eksenli olarak değerlendirmeye tabi tutmuş ve Avrupa topraklarının dışında kalan bölgelere kendisine uygun bir şekilde isimlendirme yoluna gitmiştir.(Örn; Doğu, Ortadoğu, Uzakdoğu) Tamamen Avrupalı perspektifinden oluşturulan adlandırmalar dünya genelinde genel kabul görmüş ve o şekliyle anılmaya başlanmıştır.
Avrupamerkezcilik, küresel siyasetin ana belirleyici unsuru durumundadır. Evrenin ana merkezi konumuna yerleştirilen Avrupa kıtası, diğer tüm medeniyetlerden ve uygarlıklardan üstün bir pozisyonda olduğu kabul edilmiştir. İslam medeniyeti ve diğer medeniyet merkezlerini Avrupamerkezcil düşünce yapısı kendi potasında eritmeye çalışmaktadır. Bu noktada dünya genelinde küresel siyasetin ana rekabet alanları İslam coğrafyası üzerindedir. İslam topraklarında kökleri evrensel bir dinin esaslarından meydana getirilen medeniyet ve dünya görüşü Avrupamerkezcil fikir sisteminin baskısı altındadır. İslam topraklarındaki otoriter rejimlerin ve sömürgecilik sonrası bağımsızlığını kazanan devletlerin bilinçli veya bilinçsiz olarak Avrupamerkezcilik düşüncesi ile çepeçevre sarıldığı görülmektedir. Avrupa kültürünün başat kültür öğesi olarak küreselleştirilmesiyle diğer toplumların bu kültüre adaptasyonunun sağlanmasıyla Avrupamerkezcil düşünce genişleme yayılma ve büyüme alanları yakalamıştır. Böylesi bir durum ise kendi kültürel ve düşünsel değerlerini zaman içerisinde kaybeden, bilimsel ve tekniksel ilerleme bağlamında Avrupa’ya mahrumiyetlik hisseden toplumlar, küresel siyasetin şekillenmesinde de Avrupamerkezciliğin etkisiyle bağımlı hale gelmişlerdir.
Avrupa devletleri tarihsel süreç içerisinde bir dizi değişim ve dönüşümler yaşayarak kendilerine refah, müreffeh bir hayat sağlamışlardır. Dünya üstünlüğünü siyasi ve ekonomik alanlarda elinde tutan Avrupa, bunu korumanın asıl yolunun kültürel bir hegemonya kurmaktan geçtiğini idrak etmiştir. Kolonyalist faaliyetlerle hız kazanan Avrupamerkezcilik kültürel emperyalizmin bir tezahürüdür. Sosyal bilimler alanında etkisini derinden hissettiren bu anlayış, tarih, coğrafya, felsefe, edebiyat gibi pek çok alanda Avrupa’yı merkeze almaktadır. Avrupalılık, Avrupai gibi hayat tarzı formlarının Avrupa dışına taşınarak küreselleşmenin tek tipleştirici ve bağlayıcı yönü Avrupa dışına aktarılmıştır. Bu bağlamda kültürel dejenerasyon, asimilasyon ve reddiyecilik İslam ve diğer medeniyetler üzerinde içten zayıflatıcı ve değer üzerinde yozlaştırıcı bir etki yaptığı ifade edilmelidir.
Avrupamerkezcilik çağdaş dünyanın ana kültürel düşüncesi olarak dünyaya yön, şekil ve üslup belirlemektedir. Bu durum genel itibariyle toplumların kendileriyle olan bağlarının sağlam olup olmamasıyla doğru orantılıdır. Son olarak küresel siyasetin üzerinde hâkim güç pozisyonuna sahip olan devletlere karşı kendi siyasi duruşunu sergilemek isteyen devletlerin öncelikle Avrupamerkezcilik düşüncesinin geçmişten gelen bağlara karşı olan yıkıcılığını durdurması gerektiği ve yabancı kültürlerden aldığı değerleri kendi kültürel potasında eriterek harmanizasyonunu sağlamasının zaruriyeti belirtilmelidir.
Yorum Yaz