İlim ve Medeniyet

AVRUPA’DA DEMOKRASİ ALARMI

Avrupa ile beraber bütün Dünya, mücadele dolu bir yıla girmeye stresli bir şekilde hazırlık yapıyor. Küresel ve bölgesel politikaları etkilemesi beklenen seçimler, Avrupa’da yaşayan milyonlarca Müslümanı da yakından ilgilendiriyor.

Avusturya’da cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda aşırı sağcıların adayı Norbert Hofer yarışı kıl payı farkla kaybetti. Ancak ırkçı, aşırı sağcı bir adayın seçimlerden önce çok öne çıkması Avrupa’yı bir baştan bir başa kaygıyla ürpertti. Hofer seçimde oyların yaklaşık yüzde 47’sini aldı. Bu sonuç, Avusturya’da aşırı sağcıların  elde ettiği en iyi sonuç olarak kayda geçti. Kısacası aşırı sağcı Özgürlük Partisi’nin, seçimi kazanıp-kazanmadığı, Avrupa’da, önümüzdeki günlerde büyük bir soru olarak karşımıza çıkacak. Bununla beraber Özgürlük Partisi’nin lideri Heinz-Christian Strache  seçim sonrası yaptığı açıklamada, “Tarih yazdık! Bizim zamanımız geliyor” dedi. AB Bakanı Ömer Çelik ise “Avusturya’da aşırı sağ ‘sayısal’ olarak kaybetse de ‘siyasal’ olarak yükselmiştir.” değerlendirmesinde bulundu.

İtalya’da ise geçtiğimiz günlerde gerçekleşen referandum ile birlikte kapsamlı bir anayasal dönüşüm tartışıldı. Başbakan Matteo Renzi’nin sekreteri olduğu Demokrat Parti tarafından oluşturulan yasa teklifi, İtalya’daki parlamenter sistemin güç dengelerini değiştirerek siyasi istikrarı sağlamayı amaçladı. Paketin en önemli maddesi, halen parlamentonun alt kanadı Temsilciler Meclisi ile eşit yetkilere sahip olan Senato’nun yapısının ve yetkilerinin azaltılması. Düzenleme, Senato’nun yasama yetkilerini törpülüyordu. Ancak 46 milyon seçmenin kafasında sadece yasama sistemi ile ilgili birtakım düzenlemeler yoktu. Referandum, AB açısından da birçok riski ve meydan okumayı ortaya çıkarma potansiyeline sahip. Böyle bir ortamda gerçekleşen referandum çok tehlikeli sonuçları ortaya çıkarabilirdi. İtalya, bu sıkıntılı sürece ülkede yükselen aşırı sağın ve AB karşıtlığının gölgesinde girdi. Başbakan Renzi’nin de referandumdan ‘hayır’ çıkması durumunda istifa edeceğini açıklaması son nokta oldu. AB ile doğrudan bir alakası bulunmayan bu referandum, AB açısından çok önemli kılındı. Böylesine önemli bir yasama değişikliğini içeren paket, bu durumların gölgesinde kaldı.

Avrupa açısından yakın geleceğin bir diğer önemli olayı da Fransa cumhurbaşkanlığı seçimi ve ardından gelen milletvekili seçimi. Seçimler için son viraja girerken partiler son kozlarını oynamaya başladı. Sosyalist partinin en önemli iki kozu olan Cumhurbaşkanı François Hollande ve Başbakan Manuel Valls arasından tercihler Valls’ın adaylığı çerçevesinde birleşti. Son dönem başarısızlıklarıyla popülaritesi düşen Hollande seçimlerde aday olmayacağını açıkladı.

Son dönem Fransız dış politikasının başarısı, iç politikada olduğu gibi tartışmalı. Hollande, politikaya geleneksel yaklaşımdan farklı şekilde baktığı için eleştiriliyor. Şimdiye kadar bağımsız bir dış politika çizgisi tutturmayı başaramayan Hollande için bugünden sonrası için de sıcak bakılmıyor. Suriye krizine yönelik çözüm çabaları yok olan cumhurbaşkanının Ukrayna Krizi için düşündüğü teori de pek tutmadı. Aynı partiden aday olan Valls da iyi bir seçim kampanyası geçirmek ümidiyle, sürece Trump’a ve Erdoğan’a karşı bir açıklamayla başladı.

Olağanüstü hale girildikten hemen sonra konuşulmaya başlanan bu seçimlerin en önemli adayı ise aşırı sağcı Ulusal Cephe Partisi’nin lideri Marine Le Pen. İngiltere’deki Brexit kararının hemen ardından, AB’den ayrılış vaadi ile çokça konuşulanlar arasına girdi. Le Pen’in Trump gibi seçimlerden zaferle ayrılması Avrupa’da büyük bir endişeye yol açıyor. Kendisi hakıında en çok merak edilen ise merkez sağdan ne kadar oy kopartacağı. Gerçi kendisi sağın ve solun sembolleriyle oluşturduğu logoyla tüm siyasi yelpazenin oylarına talip olduğunu açıkladı.

Asıl kazan ise merkez sağda kaynıyor. 2017 Fransa cumhurbaşkanlığı seçimlerinin en hararetli cephesi ana muhalefet partisi Cumhuriyetçiler. Adaylığı için tüm dinamikleri lehine çevirmeyi başaran Nicolas Sarkozy’e birkaç hafta öncesine kadar aday gözüyle bakılıyordu. Çıkardığı ‘Her Şey Fransa İçin’ isimli kitabı ile ikinci döneminde yapacaklarını anlatan Sarkozy bir ön seçim şoku yaşamış durumunda. Tarihinde ilk kez bir ön seçimle Cumhurbaşkanı adayını belirleyen Fransız sağı, adaylık için eski başbakanlardan François Fillon’u uygun gördü. Ancak kulislerde, cumhurbaşkanı adaylığı için merkez sağın üçüncü aday adayı yine eski başbakanlardan Alain Juppe için bir Sarkozy-Fillon işbirliği de konuşuluyor.

Avrupa’daki bu tartışmaların tam ortasında Hollanda da bulunmakta. Geçtiğimiz günlerde aşırı sağcı Özgürlük Partisi’nin (PVV), Mart 2017 seçimlerini kazanması durumunda ülkedeki cami ve İslam okullarını kapatacağını açıklaması tartışma yarattı. Başbakan Mark Rutte ise, aşırı sağcı partinin seçim bildirgesinin, “hukukun üstünlüğüne yönelik bir tehdit” olduğunu söyledi.

Genel olarak Avrupa’nın şu anki tartışmalarından bahsedecek olursak, sebeplerin başında ekonomik ‘durgunluk’ ve sığınmacı krizi geliyor. Brexit ve Donald Trump’ın kazandığı ABD seçimlerinin de rolü pek fazla. Peki ne değişti? Bütün bunlar yan yana konduğunda Avrupa’nın sağa kaydığı sonucuna varabilir miyiz?

Bir görüşe göre tüm bu yaşananların sebebi toplumsal kabul. İnsanlar artık aşırı sağ grubunun görüşlerini her yerde dillendirebiliyorlar. Ülkelerin ana akım medyalarının da bu görüşleri konuşması, aşırı sağ gruplarına popülerlik kazandırıyor. Başka bir görüşe göre ise tüm bu olanlar sadece geçici bir heves. Ama gerçek olan başka bir şey var ki, İkinci Dünya Savaşından bu güne gelen iktidar gelenekleri üzerinde bir tereddüt ve kuşku var. Seçmeni de başka arayışlara iten şey bu çaresizlik hali. Durum şu an “aşırı sağın Avrupa’yı ele geçirişi” olarak değil de “insanların kararsızlığı, bocalayışı” olarak değerlendiriliyor.

Abdulvahap DUMAN

Exit mobile version