- AB
- AB TARİHİ
- AB'NİN DÜŞÜNSEL BİRİKİMİ
- ALTIERO SPINELLI
- AVRUPA BİRLEŞİK DEVLETLERİ
- AVRUPA BİRLEŞİK DEVLETLERİ NEDİR
- AVRUPA BİRLİĞİ
- AVRUPA BİRLİĞİ NASIL KURULMUŞTUR
- AVRUPA BİRLİĞİ NEDİR
- AVRUPA FEDERASYONU
- AVRUPA KONSEYİ
- AVRUPA KONSEYİ NEDİR
- COMMONWEALTH
- ENTEGRASYON
- JEAN JACQUES ROUSSEAU
- JEAN MONNET
- KAROLENJ İMPARATORLUĞU
- KONRAD ADENAUER
- LOZAN BARIŞ GÖRÜŞMESİ
- PAUL HENRI SPAAK
- ROBERT SCHUMAN
- ROUSSEAU
- ŞARLMAN
- WALTER HALLSTEIN
Giriş
Her şeyden önce şunu belirtmek gerekiyor; Avrupa Birliği’ni oluşturan devletler de tıpkı uluslararası sistemin diğer aktörleri gibi kendi çıkarlarını gözeten, gücünü maksimum dereceye çıkarmak isteyen ve bulunduğu bölgede, işbirliğinde baskın olmaya çalışan aktörlerdir. Yine bu bağlamda uluslararası ilişkilerde realizmin argümanları çerçevesinde kurulan örgütler, yapılan işbirlikleri ve entegrasyon süreçleri sistemde çıkarlarını gözeten devletlerin amaçlarına ulaşmaları için birer araçtır.
AB’de kısa vade de Avrupa’da çatışmaları bitirip istikrarı sağlamayı hedeflemiş, orta vade de ekonomik birlikteliği sağlayarak iki dünya savaşının yıkıcı etkisini ortadan kaldırıp uzun vadede güçlü bir entegrasyon ve federalist bir yapı kurarak sistemde söz sahibi olmayı hedeflemektedir. Ama başta bahsettiğimiz güç ve çıkar ilişkisinin yanı sıra AB’nin kurulum sürecinde tarihi ve düşünsel altyapı, başarısızlıkları ve krizleri fırsata çevirebilme kıvraklığı ve uzlaşmacı bir iç dinamik de önemli temel dinamikleri oluşturmaktadır. Bununla birlikte sistem içerisinde Orta Asya ve Afrika bölgelerine baktığımızda aynı çerçevede birlikte çıkar ve güç elde edebilme ilişkilerini sağlam bir zemine temellendiremediklerini görmekteyiz. İşte tam da bu nokta da kırılma noktasını burada bahsedeceğimiz temel dinamikler oluşturmaktadır.
Tarihi ve Düşünsel Temeller
Öncelikle tarihi temellerinden bahsedecek olursak elbette geçmişte bir birlik kurma konusunda yaşamış oldukları tecrübelerden bahsedeceğiz. Yaşanmış olan olan ilk tecrübe ise Kutsal Roma İmparatorluğu ve Fransa’nın öncülü olan Karolenj İmparatorluğu’un kurucusu Şarlman’ın Batı Avrupa’nın büyük bir kısmını tek bir otorite altında birleştirmesi kabul edilmektedir. Kimilerine göre 1951 Roma Anlaşma’sının amacı Şarlman’ın torunlarının bir arada tutamadığı imparatorluğu bir araya getirmedi.
İkinci olarakta Roma İmparatorluğu kabul edilmektedir. Çünkü bugün ki AB ülkelerinin hukuk ve yönetim sisteminin ortaka paydasında birleştirici bir unsur olarak Roma hukuku ve yönetim tarzı yer almaktadır. Ayrıca yine kendi döneminde Avrupa’ı tek bir siyasayal otorite bağlamında birleştirdiğinden AB’ye ilham kaynağı olmuştur. Yine 2004 yılında Anayasa Anlaşması’nın Roma da imzalanması manidardır. Diğer bir deneyim de Haçlı Seferleridir. Elbette bugün somut ve temsili bir örnekle AB yapısını açıklayamayız ama yinede bu seferler sürecinde ekonomik organizasyon, ortak hedefler ve birlikte hareket etme bir deneyim olarak kabul edilmektedir. Yakın zaman da modern dönemde ise ulusçuluk akımlarından korunmak için çok uluslu Avrupa imparatorluklarının sınırların dokunulmazlığı çerçevesinde bir sistem oluşturmaları da önemli bir deneyimdir.
Düşünsel bir birikimin çerçevesinden baktığımızda da hiç yadsınamayacak önemli bir birikimin mevcut olduğunu görmekteyiz. Çünkü yapılan her ne olursa olsun, ekonomik işbirliği, bölgesel bir örgüt yada bir entegrasyon, felsefik ve entellektüel bir birikim üzerine bina etmeksizin başarılı olunamaz. Bunu da ortaya koyacak o toplumun düşünürleri ve filozoflarıdır. Avrupa’nın Antik Yunan ‘dan gelen güçlü bir felsefik bir birikimi olmakla birlikte Avrupa Birliği’nin inşasına ilham olan birikimlerde vardır elbette. Bu bağlam da 14. Yüzyılda Pierre Dubois haçlı seferlerinin kurumsallaştırılmasını önermiştir. 17. Yüzyıl Duc de Sully Türkler ve Ruslar dışında Avrupalılardan oluşan bir federasyon fikrini ortaya atmıştır. William Penn 1694’de bir çalışmasında Avrupa Parlamentosunun kurulmasını önermiştir. 18. Yüzyılda Immanuel Kant Avrupa’nın örgütlenmesi konusunda fikirler beyan ederek bütünleşme konusunda derin izler bırakmıştır. 18. Yüzyılın sonlarında Jean-Jacques Rousseau bir Avrupa Commonwealth’ı kurulmasını önermiştir. 19. Yüzyılda ise Victor Hugo Avrupalıların kendi kimliklerini kaybetmeden bir Avrupa kimliği oluştumayı önermiştir. Hatta 1869 İkinci Lozan Barış Kongresine Avrupa Birleşik Devletleri’nin vatandaşları diye seslenmiştir.
En nihayetinde savaş sonrasında birkaç yüzyıllık birikimle günümüze gelen birlik idealini Jean Monnet, Robert Schuman, Walter Hallstein, Konrad Adenauer, Paul Henri Spaak ve Altiero Spinelli gibi politikacılar sahiplenerek somutlaştırmışlardır.
Başarısızlıkları ve Krizleri Fırsata Çevirebilme Kıvraklığı
Avrupa’nın her ne kadar savaş sonrası uluslararası ortamın dayatmasından dolayı ekonomik ve siyasal entegrasyonu zorunlu hale gelse de, her ne kadar bu entegrasyonun oluşması için gerekli tarihi ve kültürel birikim ve siyasal ortam mevcut olsa da doğru strateji eksikliği bir taraftan girişimleri sonuçsuz bırakırken diğer taraftan da Avrupalılar için yeni deneyimler yaşatmaktadır. Bu bağlamda kurulan ve başarısızlıkla sonuçlanan Avrupa Konseyi (Council of Europe) gelecekte gelişecek olan entegrasyon çabaları için son derece kıymetli tecrübeler yaşatmıştır. Buradan çıkarılan en önemli ders ise doğru strateji uygulanmadığı sürece bütünleşmenin ortaya çıkamayacağıdır ve son kertede Avrupa Birliği’ne giden süreçte başarı yarım yüzyıla yayılan sistematik ve birikimsel strateji ile gelmiştir.
En başta vurguladığımız gibi entegrasyon sürecinde Avrupalı devletler egemenliklerinden taviz vererek de olsa kendi içinde yaşadığı uzlaşmazlıklarında üstesinden gelebilmiştir. Bununla birlikte içsel faktörler gibi dışsal faktörlerde Avrup’nın uzlaşı sağlamasında önemli rol oynamıştır. Bu dışsal faktörlerden en önemlisi ise Süveyş krizidir. Bu süreç aslında AB için önemli bir dönüm noktası olarak; enerji konusunda acil ihtiyaçların fark edilmesini sağlamakla birlikte Fransa’nın tek başına hareket edemeyeceğini göstermiş ve Fransa AET’nin kurulması konusunda ki görüş farklılıklarından ödün verme konusunda daha istekli olmuştur.
SONUÇ
Tüm bu anlatılanlar ışığında AB’nin kuruluş sürecini ele aldığımızda görülmektedir ki; Avrupa devletleri bir taraftan uluslararası sistemde güçlerini arttırmak ve çıkar ilişkilerini geliştirmek için çaba göstermekte ve bir entegrasyon sürecini devam ettirmektedirler bununla birlikte bu süreci daha da sağlamlaştırmak için tarihi temelleri ve düşünsel bir birikimin olduğunu da ihmal etmemekte, ilham almakta ve dersler çıkarmaktadırlar.
One comment
ayşegül
8 Haziran 2017 at 15:16
güzel derlenmiş ancak hiç kaynak gösterilmemiş olması büyük eksiklik.