25 Eylül’ü geride bıraktığımızdan bu yana Irak Bölgesel Kürt Yönetimi(IBKY) çok ciddi uluslararası baskı ve yaptırımlarla yüz yüze geliyor. Barzani’nin büyük hayalinin ilk adımı olan referandum tüm karşı koymalara rağmen gerçekleştirildi. Bundan sonraki aşama hem IBKY’nin hem de diğer bölge ülkeleri için daha çetin olacaktır. Malum kış kapıya dayanmıştır.
Havalimanları ve ticaret bağlantılarının kesilmeye başlanması, diplomatik ilişkilerin askıya alınması, bölgede askeri tatbikatların yapılması yaklaşmakta olan kış öncesi bölgenin ateşinin yükseleceğinin işaretleridir. Meşru kabul edilmeyen bir referandumun bölge halkları üzerindeki etkisi şiddet ve çatışma eksenine kayarsa büyük bir felaket olur. Zira yeterince sorunla göbek bağı bulunan coğrafya şimdiden Irak, İran, Türkiye cephesinin oluşturduğu bağımsızlık karşıtı blok karşısında Kürt yönetimi sıkışmış gibi görünüyor.
Barzani’nin son açıklamaları ise bir yandan diyalog ve müzakere çağrısı etrafında şekillenirken diğer yandan tüm abluka ve/veya ambargolara karşı geçmişe dönük hatırlatmalarla birer gözdağı biçimindedir: ‘‘Yarım asırdır savaşıyorum. Halkımla beraber katliamlar, tehcirler, kimyasal gaz saldırıları gördüm. İşimizin bittiğini, yok edileceğimizi düşündüğümüz zamanları hatırlıyorum… Dolayısıyla, hiçbir düşmanca önlem, hiçbir toplu cezalandırma zaten yaşadıklarımızdan daha sert olamaz.’’
Kürtlerin bağımsızlık düşleri uluslararası kamuoyunda yeterince karşılık bulamadı. ABD dahil olmak üzere referandumun sonuçları kimseyi tatmin etmiyor. Irak bölgenin kangren ülkesi olarak önce DAEŞ’in yıkıcı faaliyetleri ve ardından bölgesel Kürt yönetiminin bağımsızlık talebiyle savrulması hiç şüphesiz 2003 Amerikan İşgali’nin kalıntılarıdır. Kürtlerin konjonktürel olarak yakaladıkları bağımsızlık fırsatını kullanmaları ne kadar kendileri açısından pragmatik ve yerinde gözükse de tepkilerin şiddeti umulan sonuca gidişi zorlaştıracaktır.
Türkiye’nin referandum süreci ve sonrasındaki açıklamalarının çoğu tehdit ve gözdağı merkezli seyrediyor. Bu işin sonunun nereye varacağı belli değil. Ancak korku siyaseti ile milliyetçi dürtülerin damarlarda yeniden canlılık bulması çok da hayra alamet değildir. Büyük bir PKK sorunu olan devletin IBKY’ye doğrudan karşısına alarak bir tür asiler olarak görmesi siyaseti tıkar. Söylemsel düzeyde de devlet ricalinin demeçleri kritik hale gelir ve bu durum genel stratejiyi olumsuz etkiler. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘‘Açıkçası biz son ana kadar Barzani’nin böyle yanlışa düşeceğine ihtimal vermiyorduk. Demek yanılmışız. İlişkilerimizin tarihteki en iyi seviyesinde olduğu bir dönemde, önceden hiçbir danışma ve görüşme yapılmadan alınan bu karar, açıkçası ülkemize ihanettir.’’ sözleri basında epey bir karşılık buldu. Sert açıklamaların yapıldığı bir dönemde her ayrıntının dillendirilmesi yanılma ve ihtimal vermeme ifadeleri devletin tepkilerini kamuoyu nezdinde sinikleştirebilir. Dikkat edilmelidir.
Öte yandan referandumda seçmenlere “Kürdistan bölgesi ve Kürdistan bölgesi dışında kalan Kürt yerleşimlerinin bağımsız bir devlet olmasını istiyor musunuz?” diye sorulmuş olması tahrik edicidir. Kürdistan bölgesi dışında kalan Kürt yerleşimleri ifadesi başlı başına sorunludur ve üzerinde yeterince çalışma yapılmadığını göstermektedir. IBKY’nin komşularının başta Türkiye olmak üzere bu kadar sert olmasının bir sebebi de budur.
Her şeye rağmen referandum meşru kabul edilsin veya edilmesin gerçekleşmiştir. Şimdi söylemleri daha da sertleştirip ipleri tamamen koparabiliriz bu bir seçenektir. Ya da bölge dışı ülkelerin çözüm için alana müdahale etmelerine fırsat vermeden bu işe uzun diplomatik yollarla çözüm ararız bu da bir alternatif seçenektir. Hem diplomasi hem sert güç bir arada uygulanabilir değildir. Tüm taraflar düşlerindeki dünyadan sıyrılıp realiteye bakmalıdır. Zira kesin sonucu olmayacak olaylar ve hamleler silsilesi başlamıştır.