Konstantin Kavafis’in bir şiirinde geçen “Barbarları beklerken” imgesi bugünün Avrupa merkez devletlerinin haleti ruhiyesini gerçekçi bir biçimde adeta resmediyor. Kavafis’in şiirindeki metaforik ifadeye göre; Kaf dağında bir ülkede hayat durma noktasına gelmiş, parlemento çalışmalarını durdurmuş. İnsanlar şehrin girişinde toplanmış. Hatta imparator bile tacını takmış devlet erkanıyla beklemeye başlamışlar. Halk panik ve korku içindeymiş. Bu kargaşanın nedeni sorulduğunda ise dehşetten açılmış gözlerle “Barbarlar geliyor!” demişler. Barbarlar kimlerdir, nereden gelirler, ya da ne zaman gelecekler bu bir sırdır. Fakat korkunun tesiriyle artık bu sorular sorulmamaktadır da.
Barbarlar beklenirken imparatorluk yeni tedbirler alır, değişiklikler yapılır, hayatın akışı değişir, yeni roller dağıtılır. Fakat bir türlü beklenen barbarlar gelmemektedir. Şehrin dışına gönderilen haberciler geldiklerinde “Barbarlar” diye birilerinin olmadığını, bir tehlikenin de olmadığını söylerler. Yunan şairi Kavafis, işte bu barbarları bekleyen şehir halkının şaşkınlığını şiirindeki şu mısralarla ifade eder:
“Peki, biz ne yapacağız barbarlar olmadan?
Bir çeşit çözümdü onlar sorunlarımıza.” (İbrahim Kalın- Ben, Öteki ve Ötesi)
Hayali bir düşman olan barbarların bir anda yok olması, dahası böyle bir tehlikenin aslında hiç var olmaması, şehrin olmayan düzenini alt üst eder. Sorunlar bir anda geri gelir. Yapacak tek şey vardır. O da şehir halkının artık kendi sorunlarıyla yüzleşerek çözüm bulmak zorunda olmasıdır. Var olmayan barbarlar üzerinden sorunları yok saymak çözüm değildir. Şehir halkı kendi gerçekleriyle yüzleşmelidirler.
Bu şiirdeki metafor çok çarpıcı. Aslında toplumların var olan sorunlarını ötedeki hayali bir düşman veya barbar üzerinden tartışmanın anlamsızlığını ortaya koymaktadır. Bir sorun varsa o toplumdan sadır olmaktadır. Günah keçileri veya barbar aramaya gerek yoktur. Sorunlarınızın müsebbibi sizsinizdir.
Toplumlardaki problemler için suçlanacak bir günah keçisi aramak mevcut sistemlerin yürütücülerinin sıkça başvurduğu bir çaredir. Bu çare toplumun kahir ekseriyetini inandırabildiğiniz ölçüde etkili olacak ve belki de uzun bir süre asıl sorunlarınızı öteleyebilecek, çözümünü geciktirebileceksiniz demektir.
Batı medeniyetinin temsilcileri olan kıta Avrupası 2. Dünya Savaşı’nın akabindeki Soğuk Savaş dönemini atlattıktan sonra barbarsız kaldıklarını farkettiklerinde yeni bir düşman aradılar. Çok geçmeden de buldular. Doğu- Batı bloklaşmasının ortadan kalkmış, Sovyet Rusya’nın yıkılıp Rusya Federasyonun oluşturulmasıyla NATO’nun da varlık sebebi ortadan kalkmıştı. Kurulan yeni dünya düzeninde kapitalist- komünist toplumlar, birbirinin karşıtı ideolojileri temsil ediyor görünüyor olsa da, al gülüm ver gülüm bir sisteme birlikte angaje olmuşlardı. Artık geriye yeni düşmanın ismini koymak kalmıştır: Yeşil Tehlike; İslam! Varlık sebebi ortadan kalktığı için ilga edilmesi gerekirken dünyayı kontrol etmenin aracı olarak kullanılan NATO, kaldırılmak şöyle dursun, tüm dünyayı manipüle etmekte kullanılan önemli argümanlardan olmaya devam ediyor.
Batılı siyasetçiler, kanaat önderleri, medya mensupları Batı medeniyeti karşısına oturttukları İslam dinini ve Müslüman toplulukları çeşitli kavramlar üzerinden suçlar ve mahkum ederken, kendilerine toz kondurmuyor, Batı aydınlanma ideallerini ve onların uygulamadaki zorluklarını tartışmaktan kaçınıyorlar. Sistemlerinin uygulamalarından doğan aksaklıkları, adaletsizlik ve çelişkileri ise hiç gündeme getirmemektedirler. Üstelik büyük ve haksız genellemeler yapıyor, projeksiyonu İslam toplumları üzerine kilitliyorlar. Kendilerini sütten çıkmış ak kaşık gibi görüyorlar ve tüm sorunların sorumluluğunu ülkelerinde yaşayan azınlık durumundaki Müslümanların üzerine atıyorlar. Haksız ithamlara dayanarak İslam beldelerine her türlü yaptırımı haklı çıkarmaya çalışıyorlar. Müslüman devletlerin geri kalmışlığını, Batılı değerleri toptan kabule yanaşmamalarını gerekçe göstererek akıllarınca “Bakın biz daha iyiyiz, medeniyiz, gelişmişiz.” demek istemekte ve Prometeusçu bir kibirle tüm dünyayı dizayn etmeye yeltenmekteler.
Batı medeniyetinin temsilcisi Avrupa devletleri ve Amerika, akıl, özgürlük, eşitlik gibi değerleri bayraklaştırıp İslam toplumlarıyla karşılaştırma yaparken, bir yandan da bu değerlerle çelişen politikalarını meşrulaştırmaya çalışmaktalar. “Yeşil düşman” gericidir, akıldan yoksundur, teknolojide geridir o halde “Vurun abalıya!” Dünyaya hediye ettikleri hümanizm, kupkuru bir iddia olmanın ötesine gitmediği gibi önce Amerika’nın kuruluşunda kullandıkları beyanlara sonra da Fransız İhtilaliyle deklare ettikleri “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesine” ihanet etmekteler. Avrupa ve Amerika, İslam toplumlarını insandan saymıyor demek ki. İnsan hakları denen hakların hakkından geliyor, önemsizleştiriyor ve uygulamayacaklarını zımnen anlatmak istiyorlar. Belki de lisan-ı halleriyle anlatmak istedikleri bir başka şey de, İnsan Hakları Beyannamesinde geçen tüm hakları sadece Avrupalı beyaz adama layık gördükleri gerçeğidir. Dünyanın geri kalan halklarını, İslam toplumlarını bu haklardan muaf tutuyorlar. Bu yüzden İslam ve Müslümanlar söz konusu olunca insan haklarını en çok ihlal edenler Avrupa ve Amerika’dır.
Peki tüm bu İslam karşıtlığı propagandalarıyla dünyayı dizayn ederken başarılı olabiliyorlar mı? Tek kelime ile çuvallamış durumdalar! Sistemleri çıkmazda ve hal çaresi üretemiyorlar. İslam’ı ve Müslümanları akıl dışı, terörist, şiddet yanlısı, antidemokratik, yobaz, özgürlük karşıtı gibi aşağılayıcı sıfatlarla mahkum ederlerken Batı toplumlarına ahlaki bir değerler sistemi, adaletli bir hukuk mekanizması, sosyal eşitlikçi toplumsal bir düzen getirebiliyorlar mı? Hayır. Batı toplumlarındaki ırkçılık, sınıfsal ayrımcılık, kadına şiddet, uyuşturucu bağımlılığı, ailenin yıkılması, ahlaksızlık, toplumsal şiddet, işsizlik, yolsuzluk, din- sekülarizm çatışması gibi konuları İslam ve Müslümanlar ötekileştirilerek tartıştıkları halde bir sonuca varamamakta, çözüm bulamamaktadırlar. Kendi sistemlerindeki boşlukları, dengesizlikleri, uyumsuzlukları gidermek yerine her türlü eksiklikle malul olan sistemlerini yüceltiyor ve dünyaya pazarlamaya devam ediyorlar.
Üstelik sistemlerinin fıtrata aykırılığından ortaya çıkan sorunlarının günah keçisi olarak İslam dünyasını gösteriyorlar. Akıl ve izandan yoksun çıkarımlarına göre dünyadaki tüm sorunların dolaylı sorumlusu da İslam ve Müslümanlardır. O halde İslam dünyadan silinirse Batılıların ve dolayısıyla dünyanın tüm sorunları da bitecektir! Kısa ve kestirme çözüm! Tereyağından kıl çeker gibi kendilerini temize çıkarmaktalar. İslam dünyası ve Ortadoğu politikalarına baktığımızda Amerika’nın ve Avrupalı devletlerin zihin dünyalarında “İslam yok sayılmalı ve Müslümanlar katledilmeli, cezalandırılmalıdır” görüşü hakimdir. BM’in kararları içinde Müslüman ülkeler lehine kaç karar var, bir bakmak lazım.
Suçlu barbarlar bulunmuş ve cezası da takdir edilmiş olduğuna göre artık rahatça arkalarına yaslanıp hangi İslam ülkesine savaş açılmalı, hangi gelişmemiş toplumun insanları birbirine kırdırılmalı, Afrikalı, Uzak Doğulu hangi toplum sömürülmeli, kararlaştırılabilir. BM bunun içindir, NATO bunun için vardır. O halde, Barbarlar geliyor! Batılı medya manipüle etme konusunda zaten tecrübeli, en iyi senaryolarla filmler çekmeli, binbir gece masalları gibi oryantalist bakış açısıyla romanlar kaleme alınmalıdır. Müslüman toplumlar, devletleri ve kültürleri aşağılanmalı, kutsallarıyla alay edilmeli. Müslümanlara hayat alanı bırakılmamalı!
Batının engizisyon mahkemesi kafalı siyasetçileri çözümü bulduklarına göre artık kılıf uydurulmuştur, minare çalınabilir. Batılı siyasetçilerin İslam’ı ötekileştirip öcüleştirdikten sonra iç sorunlarını yıllara yayıp çözümünü erteleyebilirler. Bir süre daha batı demokrasilerindeki aksaklıklar, adaletsizlikler, çoğulculuk iddiasında olup aslında tek tipleştirici faşist uygulamaları, yolsuzlukları, eşitsizlikleri görmezden gelinebilir. Bir nevi çözümsüzlükten çözüm üretmek gibi bir yanılsama. Dünyanın gözünü efsunlayıp, batı medeniyetinin tarihin sonu olduğu ergumanıyla sanal bir cennet kurgulayabilirler. Bütün bu düzenden nemalanan küresel üst akıl veya şeytani aklın sahipleri dünyanın sermayesini hüpletmekte, tarihte görülmemiş acımasızlıkta yeni bir kölelik düzeni inşa etmektedirler. Dünyadaki aklıselim insanlar, siyasetçiler, akademisyenler, hukukçular, eğitimciler harekete geçmezlerse Corona sonrası çok farklı dizayn edilmiş bir kölelik sistemiyle yönetilen digital bir çağa uyanacağız. Araya sıkıştırmakta bir beis yok. “Açlık oyunları” kitap serisi ütopik roman olmanın ötesinde geleceğin nasıl kurgulanacağıyla ilgili ciddi ipuçları veriyor bu anlamda.
Yalancı çoban gibi tüm dünyayı korkutmaya çalışan ve “Yeşil tehlike geliyor! İslam geliyor! Hepimizi katledecekler!” diyerek İslam’a, aziz Peygamberimiz’e (sav)dil uzatıp hakarete yeltenenler, Müslümanları her fırsatta katledenler, ırkçılıkla tüm insanları birbirine düşürenler, maskelerinin belki de düştü düşecek olduğunu anladıklarından olsa gerek işi iyice rayından çıkardılar. İslamofobi bugün Batılı siyasetçiler için sosyal, siyasal ve ekonomik sorunlarını ört bas edebildikleri bir can kurtaran işlevinde. Sistemlerindeki tıkanıklıkla yüzleştikleri anda sarıldıkları bir can simidi. Böylelikle halklarının ekonomik krizin sorumlularından hesap sormalarının önüne geçebilmekte, çözümleri ileri bir tarihe ötelemekteler.
Bu politikalarının sürdürülebilir bir yanı yoktur. Macron ve onun gibiler halklarına islamofobiyle korku pompalamak yerine, insanlığın genel faydasına yönelik uygulamalar yürürlüğe koysunlar. Sadece küresel sermaye kulubündekilerin faydasına çalışacaklarına insancıl ve adil değerlere uygun projelerle halklarını siyasi ve ekonomik krizlerden kurtarsınlar. Aksi takdirde din savaşı ya da yeni Haçlı seferlerini başlatarak oluşturdukları bataklıktan çıkamayacaklar. Bir türlü dikiş tutmayan seküler, faşist, tek tipleştirici sistemleri çatırdıyor. Batılılar, kendi medeniyetlerinin özeleştirisini yapmadıkça dünyaya adalet, eşitlik, özgürlük, insan hakları, çoğulculuk, diğerkâmlık ve birlikte yaşama erdemi gibi değerler asla gelmeyecektir. Kendilerini ve dünyayı İslam ile korkutmaktan da vazgeçsinler. Korkunun ecele faydası yok. Böyle devam ederlerse kendi sonlarını getirecek, kendi kinlerinde boğulacaklar.
Şükran TAŞDELEN