Bu yazımızda amaç; Medeniyetin tanımını ve bizdeki karşılığını önce kelimeler üzerinden ardından Batıdaki Medeniyetin gelişim çizgisinden ve bu gelişimin Dünyadaki birkaç ülkedeki yansımasından bahsederek konuyu aydınlatmaya çalışacağım. Bizler Dünyanın ve özellikle Batının gözünde İslam Toplumuyuz. Sahip olduğumuz din etrafımıza her daim korku salmıştır. Bu belki ilk söyleyişte yanlış anlaşıla bilir. Bunu biraz izah etmeye çalışayım. Bana göre din; “İnsanların özgür ve hür iradeleriyle seçim yaptığı inanç sistemidir.” Yani bir Müslüman’ın gözündeki İslam ile bir Batılının gözündeki Hıristiyanlık aynı kategoridedir. Tek farkı inanç esasları ve inanış biçimleriyle alakalıdır. Bizim inanç sistemimiz sömürgeci inanç sistemlerine her daim korku salmıştır. Batılılar bu anlamda kendilerine yeni bir inanç sistemi kurdular. Önceden bizim de inkar etmediğimiz Hak dinlerden olan Hıristiyanlık ve İncil bir insan eliyle yeniden düzenlendi. Yani bizim Hıristiyanlık için bizim yeni bir tanıma ihtiyacımız var. Çünkü Batı Medeniyetinin kurulmasında din çok önemli bir faktör olmuştur ve olmaya devam etmektedir. Kendimce Hıristiyanlık için şu tanımı uygun gördüm; “Bir insan tarafından beşerleştirilerek kendi inanç ve esasları doğrultusunda yeniden düzenlenmiş bir dindir, Hıristiyanlık.” Tabi bu tanımın belli dayanak noktası var şimdi bunlara değinelim; “ Batı Karanlık bir Çağ yaşadı.” Bu çağ 16. Yüzyılın başlarına kadar yanı Reform ve Rönesans hareketlerine kadar devam etti. Bu Çağa karanlık denmesinin ve beraberinde ilimle başlayan değişimin temel sebebi Kilise ve kilisenin yaymış olduğu Skolastik düşüncedir. Önce kelimenin anlamına bakalım çünkü bu anlamın Batı Medeniyetini bir ayna olarak ülkemize tutulduğunda nasıl yansıdığını hep beraber göreceğiz. Skola; İsveççede “okul, eski okul” anlamlarına gelmektedir. Yani Kilisenin kendi içinde kurmuş olduğu medreselerin yaymış olduğu düşünceye denir. Sözde dini derslerin verildiği bu yerlerin bugünkü Diktatörlük Rejiminin dini kullanarak insanları yönettiğini pekala söyleyebiliriz. Öyle ki kendisi dışındaki herhangi bir yorum veya düşünceye asla müsaade etmemiştir. Tabi bu müsaade edemeyiş dile kolay da gelse Kilise için öyle olmamıştır. Sözünün geçmediği birçok bölgede Engizisyon Mahkemeleri kurmuştur. Kurbanlardan birisi:
“Giardano Bruno (1548-1600): Aristotelesçi kapalı evren görüşünden ilk sıyrılanlar arasında yer alan İtalyan filozof, Kopernik’in tezini savundu. Evrende, Dünya’dan başka birçok gezegenin bulunduğunu söyledi. Aykırı görüşler beslediği için Roma’da kazığa bağlanıp, diri diri yakıldı.”
Bruno gibi kilisenin değil de bilimin savunuculuğunu yapan birçok düşünür kilise tarafından insanlık dışı bir şekilde katledilmişlerdir. Ardından Yüzyıllar boyu süren kilise diktatörlüğüne karşılık Batıda Martin Luther tarafından bir devrim gerçekleştiriliyor. İncil insanların anlayabileceği bir kitap haline getiriliyor ve etrafa asılıyor. Bu durumu en güzel özetleyen cümle olarak şunu gösterebiliriz. “İncil ve Hıristiyanlık kilisenin anlattığı bir din değildir.” Kendi insanı bile artık kilisenin diktatörlüğünden bıkmış ve Batı Reform ve Rönesans dediğimiz tarih olarak 16. Yy başlarına denk gelen ve Aydınlanmanın temelini oluşturan hareketleri başlatmıştır. Bu hareketi tetikleyen en önemli hususlardan birisi Almanya’da başlayan ve “Endüljans” yani Affetme Belgesi diyebileceğimiz belgelerin kilise tarafından insanlara satılması olmuştur. Hani bugünde günah çıkarma adı altında insanlar ne günah işlerse işlesin. “Tanrı seni affeder oğlum.” Demenin belgeli ve ticari yöntemi desek daha doğru olur. Tüm kilisenin baskılarına bu da eklenince Martin Luther, 31 Ekim 1517’de Wittenberg kalesi kilisesinin kapısına bu affedilme belgelerine karşı fikirlerini içeren; 95 maddeden oluşan bildiriyi asarak Reform hareketini resmen başlattı. Bu hareketler beraberinde birçok savaşı ve katliamı getirmiştir. Bunlardan birkaç tanesine değinmekte fayda var. Öncelikli olarak bu savaş kimler arasında olmuş buna değinelim. Martin Luther asmış olduğu bildirinin ardından Hıristiyanlık mezheplere ayırmıştır. 3 mezhepten söz edebiliriz; Katolikler, Protestanlar ve Ortodokslar. Luther ise bu mezheplerden Protestan mezhebinin kurucusu olarak kabul görmüştür. Haliyle kiliseye ayaklanan bu kişiden dolaya Katolik ve Protestanlar arasında adını sürdüğü tarihten alan 30 Yıl Savaşları yaşanacaktır. Bu savaşın başlatan temel düşüncelerden bir diğeri ise ‘Un Roi, Une Foi, Une Loi’ (Tek Kral, Tek Din ve Tek Hukuk) diyebiliriz. Savaş üzerinde fazla durup konudan ulaşmak ve sizi sıkmak istemem. Bu yüzden direk savaşın sonuna gidelim. Bu savaşı sonlandıran anlaşma 1648’de imzalanan Vestfalya anlaşmasıdır. Bu anlaşmadan en zararlı çıkan Almanya olmuştur. Savaş öncesi 15 milyonluk nüfusu 11 milyona düşmüştür.
Bu savaşlarla beraber birde katliamlarda vardır. Bunlardan en çok bilineni Aziz Bortolemous Yortusu Kıyımıdır. Fransa kralı 2. Henry ve kilise tarafından gerçekleştirilen bu kıyımda yüz binlerle ölçülen Protestanlar katledilmiştir. Bilindiği üzere bu Protestanlar soylular ve ticaretle uğraşan insanlardan oluşmaktaydı. Bu kıyımdan sonra Fransa büyük bir ekonomik sorunda yaşamıştır. Tüm bu savaş ve katliamlar yavaş yavaş Batıda medeniyetin temellerini oluşturmaya başlıyordu. Batı böylece oluşturmaya çalıştığı medeniyetin ve yıkmaya çalıştığı kilisenin bedelini ağır ödemiştir. Fakat sonunda bugün Batı Medeniyeti dediğimiz bir medeniyet ortaya çıkmıştır. Batı Medeniyeti üzerinde çok fazla durmaktan ziyade medeniyetin birkaç farklı tanımını yaparak bize bu Batı Medeniyetinin nasıl yansıdığı konusuna gelmek istiyorum.
Her ne kadar insan hakları ve barış gibi insani değerlerle ilgili örnek medeniyet olarak gösterilen Batı Medeniyetinin kendi iç dünyasından dışarıya açılmasına birkaç örnek gösterelim. Batı nasıl bir politika izlemiş diye bir soru aklımıza gelebilir. Bu konuda İbrahim KALIN hocamızın yazmış olduğu İslâm ve Batı kitabı bize bu politikayı bize şu cümle ile özetlemektedir. “Batı Medeniyetinin kuruluşundan sonra ortaya “medenileştirilmeye muhtaç ilkel topluluk” çıkmıştır. İşte Batının izlediği politika özetle budur. Medenileştirilmeye muhtaç topluluklardan biri de Kongo Cumhuriyeti. Burada bulunan insanlar hakkında biraz bilgi verelim; Avrupa kendi içinde sömürge bölgelerini ayırdı. Bu ayrılmada Belçika’ya yüzölçümü olarak 3 katı büyük Kongo düştü. Buradaki insanlar geçimlerini Kauçuk işçiliği yaparak kazanmaktadır. Belçika burayı sömürmeye başladıktan sonra buradaki her aileye bir kota koydu. Zaten herhangi bir teknolojisi olmadığı için elleriyle çalışmak zorunda kalan bir işçi bu sene kotayı güç bela doldursa bile gelecek yıl bunu doldurma imkanı olmamaktadır. Bu yüzden de elleri ve ayakları kesilerek cezalandırılmıştır. Pardon “medenileştirilmiş”tir. Bu sadece Afrika’nın bir ülkesi diğer ülkelerde de bu tür yaptırımlara denk gelmemek içten bile değil. Bir diğer sömürü ülkesi olan Kenya başkanının şu sözleri bu durumu biraz daha özetler niteliktedir.
“Avrupalılar geldiklerinde onların elinde İncil, bizim elimizde ise topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapatıp dua etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda baktık ki İncil bizim elimizdeydi. Topraklarımız ise beyazların olmuştu.”
Jomo Kenyatta [Kenya’nın kurucu devlet başkanı]
(devamı gelecektir.)