- Avrupa'da osmanlı çalışmaları
- Avrupalılar ve OSmanlı
- Aynur Emer
- Aynur Emer yazıları
- BATILI SEYYAHLARIN GÖZÜYLE OSMANLI GAYRİMÜSLİMLERİNİN KIYAFETLERİ
- Gayri Müslimler
- Gayrimüslimler
- Millet Sistemi nedir?
- Millet sisteminin özellikleri
- OSMANLI
- OSMANLI TARİHİ
- Osmanlı'da gayrimüslimler
- OSmanlıda gayri müslimler
- Osmanlının millet sistemi
BATILI SEYYAHLARIN GÖZÜYLE OSMANLI GAYRİMÜSLİMLERİNİN KIYAFETLERİ (XVI-XVIII. YÜZYIL)
Aynur Emer[1]
Osmanlı İmparatorluğu’nu farklı dönemlerde ziyaret eden Batılı gözlemciler kaleme aldıkları eserlerinde mimariden yemek kültürüne, dini inanışlardan askeri sisteme birçok konuyu ele almışlardır. Onların dikkatlerini çeken konulardan biri Osmanlı tebaası olan gayrimüslimlerin kıyafetleri olmuştur. Temelde büyük farklılıklar olmamakla beraber Rum, Ermeni ve Yahudilerin giysilerinde ayırt edici bazı detaylar bulunmaktadır. Bu farklılık Osmanlı Devleti’nin farklı etnik grupları cemaat liderleri başkanlığında teşkilatlandırıp kendine özgü geliştirdiği ve adına “millet sistemi” koyduğu bir sistemden ileri gelmektedir ki; bu sistem Rum, Ermeni ve Yahudilerin kolayca tanınmasına imkan verdiği gibi onların kendi inanç ve kültürünü yaşama ve koruma olanağını da verir. Bu çalışmada farklı dönem ve mekanlarda Osmanlı coğrafyasını gezen bazı Batılı gözlemcilerin gayrimüslim kıyafetlerine dair gözlem ve anlatılarına yer verilecektir.
Kıyafet konusu kişilerin müntesibi olduğu din ve mezheple yakinen alakalı olduğu gibi Osmanlı Devleti’nin üzerinde durduğu hassas konulardan birisini de oluşturmaktadır. Bu nedenle Osmanlı Devleti’nin neden bu konuya önem verdiği ve farklı dönemlerde gayrimüslim kıyafetlerindeki değişikliğin neden ileri geldiği ve devletin bazı kısıtlamaları neden getirdiği konusu tartışıldıktan sonra Batılı gözlemcilerin anlatılarına yer verilecektir.
Gayrimüslimlerin kılık ve kıyafetlerine İslam’ın ilk dönemlerinden itibaren dikkat çekilmiş ve Müslümanların gerek giysileri gerekse adetleri açısından onlara benzememesi emredilmiştir. Kılık kıyafet üzerinde bu kadar durulmasının anlamı bunun bir “alâmet-i fârika” olmasından kaynaklanmaktadır. II. Mehmed’in İstanbul’un fethi ardından gayrimüslimleri İstanbul’a davet etmesi ve bu konuda bir iskân politikasını uygulaması gayrimüslimlerin Müslümanlar ile aynı şehri/mahalleyi paylaşmaları sonucunu doğurmuş ve bu konuda bazı yeni tedbirler almayı gerekli kılmıştır.[2] Hz. Ömer döneminde yapılan düzenleme daha sonraki tüm İslam devletlerinde olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde de esas alınmıştır.
Osmanlı sosyal hayatında kıyafetin rengi, desen ve biçimi müslim-gayrimüslim, yöneten-yönetilen, kadın-erkek ayrımı göz önünde bulundurularak belli kural ve uygulamalara tabi olmuştur. Osmanlı Devleti’nin, zimmî statüsünde olan gayrimüslimlere birtakım sınırlamalar getirmesini bir ayrımcılık olarak değil devletin asli tebaası olan Müslümanları korumak ve her grubun kendine ait dini ve maddi kültürünü rahatça yaşamasına olanak verme bağlamında okumak gerekir. Kıyafet konusundaki bu hassasiyet yalnız gayrimüslimleri kapsamaz. Devlet gayrimüslimlerin Müslümanlar gibi giyinmesini istemediği gibi Müslümanların da gayrimüslimler gibi giyinmesini istememiştir. Müslümanlarla gayrimüslimlerin kıyafetleri birbirine benzemekle birlikte şapka, renk ve kumaş kalitesinde birtakım farklılıklar bulunmaktadır. Osmanlı Devleti’nin büyük bir imparatorluk olması ve bünyesinde birçok dini ve etnik grubu barındırması kıyafetlerdeki çeşitliliği beraberinde getirmiştir. Kısıtlamaların sadece Müslümanlarla gayrimüslimlerin bir arada bulunduğu yerlerde olduğunu hatırlamak gerekir. Şayet aksi bir durum olsaydı Balkanlar’dan Ege adalarına, Kuzey Afrika’dan Anadolu’ya tek tip bir kıyafet görmek gerekirdi. Osmanlı İmparatorluğu sınırları dahilindeki her dini ve etnik grubun kendi adet ve geleneklerine uygun giyinmeleri Batılı gözlemcilerin tasvirlerine de yansımış olmakla beraber neden bu kadar çeşitlilik olduğu eleştiri konusu olmamıştır. Kıyafetlerdeki bu farklılık bir kimlik meselesi olduğu için devletin çıkardığı fermanlar da bu yöndedir.
- Selim’in 1568 yılında çıkardığı fermanda “âdet-i kadîme mügâyir telebbüs iderler” ifadesini içeren emrinden iki hafta sonra gayrimüslimlerin yasağa uymadıkları yönünde bir ferman daha gönderilmiş olup Müslümanların ekonomik kaygıları dile getirilmiştir. Söz konusu fermanda Yahudi ve Hristiyanların Müslümanların giydikleri kıyafetleri kullanmaları tülbent, çuka, kumaş ve ayakkabı fiyatlarını fazlasıyla arttırdığından bahsedilir.[3] Aynı kaygı Balkan coğrafyasında da duyulduğundan Üsküp, Vulçıtrın ve Prizren sancak beyleri ve kadılarına gönderilen hükümlerde Yahudilerin Müslümanlar gibi ıskarlat çuka, çakşır ve ibrişimli kaftanlar giydiği için Müslüman elbiselerinin pahalandığı ve Yahudilerin bunları giymekten men edilmesi emredilir.[4] Stephan Gerlach’ın da şahit olduğu 1577 tarihli fermanın gerekçesi ise bir Yahudi kadınının 40.000 duka değerindeki inci ve mücevher takarak şehirde dolaşmasıdır. Gerlach, bu fermandaki kısıtlamanın pahalı ve lüks eşya tüketimi ve zenginliğinin açıkça sergilenmesini önlemeye yönelik olduğunu vurgular.[5]
1568 fermanıyla gayrimüslimlerin Müslümanlar gibi giyinmemesi ve kullandıkları kumaşlara sınırlama getirmişken, 1577 fermanı ile elbise, tülbent ve ayakkabılarında tür ve renk değişikliği yapan ve çukaları ıskarlat, kaftanları atlas ve kemha olan gayrimüslimlerin siyasetle cezalandırılması emredilir.[6] 1580’de çıkarılan fermanla gayrimüslimlerin ince müslin kumaş kullanmalarına izin verilir. Bu kural kamusal alanda olduğu gibi ev içinde de geçerli olur. Hamamlarda da ayrı havlu ve takunya kullanılması konusunda uyarılar yapılır.[7] Yasağın III. Murad döneminde çok katı uygulandığı düşünülse de II. Mehmed döneminde Yahudilerin kırmızı şapka, siyah paşmak ve edik ile boğasi kapamadan elbiseler giydikleri, Hristiyanların ise siyah şapka giydikleri ve tülbent sarmalarına izin verilmediği kayıtlara geçmiş durumdadır.[8] III. Murad’ın gönderdiği emirden üç gün önce İstanbul kadısı ve yeniçeri ağasına Yahudi ve Hristiyanların sarık sarmayıp şapka giymelerinin bütün İstanbul’da tellallarca duyurulmasına dair bir emir[9] gönderilmiş olsa da yasak delinmiş olacak ki; tekrar tenbih etme gereği duyulmuştur.
Gayrimüslimlere uygulanan kıyafetle ilgili kısıtlamaların her dönemde ve her yerde aynı olduğunu söylemek zordur. Nitekim Ortaköy’de bir Yahudinin çocuğu ile sarı ayakkabı giydiği için cezalandırılması söz konusu iken, Yenişehir, Sakız ve Erdel’de gayrimüslimlerin beyaz sarık kullanması ve Rum kadınların sarı ayakkabı giyinmeleri Müslümanlara bağlılığın bir sembolü olarak görülmüştür.[10] Aynı şekilde III. Mehmed, bazı Yahudilere ayrıcalık vermiş ve onların samur kürk ve sarı ayakkabı giymelerine müsaade etmiştir.[11] Burada kıyafetin bulunduğu bölgenin nüfusu, hakim güçle ilişkisi ve Osmanlı sultanının tasarrufuyla ne kadar birbiriyle bağlantılı olduğu da ortaya çıkmaktadır. Şayet bu bölge insanları beyaz sarık veya sarı ayakkabı ile resmedilmişlerse bunun yanlış olmadığı veya genellenemeyeceği ve resmin altındaki maddi kültür-siyaset ilişkisine bakılması gerektiği akılda tutulmalıdır.
Kıyafetlerdeki yer, mekan ve idarecisinin anlayışına göre değişikliğe dair bir diğer örnek 1580 Mısır’ında Yahudiler sarı, Hristiyanlar mavi sarık kullanıyorlarken Hadım Hasan Paşa, Yahudilerin konik şeklinde kırmızı şapka, Hristiyanların ise siyah şapka giymelerini istemiş, Hasan Paşa’dan sonra bir başka yönetici olan Şerif Muhammed Paşa ise Yahudilerin kırmızı başlıkları yerine siyah şapka giymelerini kararlaştırmıştır.[12] Yeri gelmişken belirtmek gerekir ki; Batılı gözlemcilerin İstanbul ve Balkanlar’daki gayrimüslim kıyafetleri çok fazla resmedilmişken Arap coğrafyasındaki çeşitlilik genellikle görmezden gelinmiştir. İmparatorluğun gayrimüslim profilinin net olarak ortaya çıkması için gerek aynı din içerisindeki farklı mezheplerin gerekse farklı coğrafyalardaki bu çeşitliliğin dikkate alınması gereklidir.
Teoride gayrimüslimlerin kıyafetlerine dair kısıtlamaların pratikte ne denli yer ettiğine dair şer‘iyye sicillerinde de bazı detaylar bulunmaktadır. XVI. yüzyılın ikinci yarısında Beşiktaş tereke kayıtlarında sadece Rum, Ermeni ve Frenkler bulunduğu için bu gruplar hakkında bilgiler bulunmaktadır. Buna göre Rum, Ermeni ve Frenk erkeklerin mor, siyah veya lacivert çuka ferace, mavi ve mor dolama, mavi gömlek, mavi çakşır, mavi don ve tülbent ile sırmalı ipek kuşak kullandıkları görülmüştür. Bir tereke kaydı olmasa da Yani b. Yorgi’nin ortağı olan Ali b. Abdullah’a sermayesinden hariç bir mor çuka, bir mor dolama, bir mor takke, bir kuşağı ve giydiği lacivert çukadan başka bir şeyi olmadığını ikrar etmesi Rum erkeklerin kıyafetleri hususuna bir açıklık getirmektedir.[13] Rum kadınların ise boğasi, kutni, kemha, atlas ve taftadan yapılmış elbiseler, lacivert çuka feraceler yanında kırmızı ve yeşil feraceler giyindikleri kayıtlara yansımıştır.
Gayrimüslimlerin kıyafetleri Batılı elçi ve seyyahların da ilgisini çektiğinden eserlerinde bu hususa dair oldukça ayrıntılı bilgiler vermişlerdir. 1532-1540 yılları arasında İstanbul’da bulunan ve Türkler’in adet ve inançları ile gündelik hayatına dair bir eser kaleme alan Luigi Bassano, Türk, Hristiyan ve Yahudi kadınların zengince işlenmiş ipekli giysiler, şalvarlar giyindiklerini, gömleklerinin çok ince olup beyaz peçeler yanında sarı, kırmızı ve turkuaz peçeler de kullandıklarını belirtmiştir.[14]
1553’te Avusturya’dan İstanbul’a gitmek üzere yola çıkan bir elçilik heyetinde yer alan Hans Dernschwam, Balkan coğrafyasından İstanbul’a kadar müşahede ettiği gayrimüslim kıyafetleri hakkında detaylı bilgiler vermiştir. Niş’te gördüğü Sırp hakkında şunlara dikkat çeker: Sırp erkekleri basit, köylü tarzında kaba elbiseler giyinir, ayaklarında bağlı kunduralar, başlarında sivri uçlu gri renkte şapkalar bulunur. Kadınları ise geleneğe uyarak rengarenk işlenmiş elbise giyinir, kadınların elbiselerinin yaka ve kol ağızları zarif ve ince yün örgü olması Dernschwam’ın hoşuna giderken başlarına “tıpkı Hırvat kadınlar gibi çirkin örtüler” takmalarına anlam veremez. Dernschwam başları açık olan genç kızların saç tuvaletini oldukça ilgi çekici bulur ve tuhaf bulduğu modeli şöyle tasvir eder: “Saçlar birbiri üzerine öyle sarılıp örülmüş ki; insan bunları at kuyruğundan yapılmış sanıyor. Saçlara böyle bir biçim verebilmek için neredeyse bir ay çalışmak gerek. Sanki iki hotoz ayrı ayrı iki baştaymış gibi duruyor.” Takılar hususuna da yer veren Dernschwam kadın ve kızların boyunlarında bakır veya gümüşten yapılmış kolyeler bulunsa da çoğunlukla inci boncuktan yapılmış tesbihe benzer adi kolyeler taktıklarını belirtir.[15]
Niş’ten sonra Glissura/Klisura adında bir Bulgar köyüne gelen Dernschwam yine Bulgar kadınlarının kıyafet ve takılarını tasvir eder. Bulgar kadınlarının çarşaf giymeyip peçe takmadıklarını ve başlıklarının farklı olup yukarıya doğru daralan bir formda olduğunu, Bohemya ve Macaristan’daki asilzadelerin inci işlemeli tacına benzettiğini ekler. Genç Bulgar kızlarının tıpkı Sırp kızlar gibi saçlarının örülmüş at yeleleri gibi sarktığını belirten Dernschwam saçları için “sanki işlenmiş ipek başlık görünümündedir” ifadesini kullanır. Dernschwam’ın fakir bulduğu Bulgar halkının tüm kadınlarının takı kullandığını fakat bunların inci boncuk, bakır ve tunç olduğunu, kulaklarına Çingene ustalarının yaptığı bakır veya gümüş küpeler taktıklarını belirtir.[16] Bulgar kadınlarının küpelerine dair bir başka detayı Salomon Schweigger vermektedir. Kulaklarına bakır, pirinç gibi madenlerden çeşit çeşit küpeler taktıklarını, kulaklarının etrafını özellikle kalsedon ve billur taşlarıyla süslediklerini ve sonra da kulaklarının bu takıların ağırlığından yırtılmaması için küçük firketelerle saçlarına tutturdukları belirtir.[17]
Dernschwam kıyafetlerde müslim-gayrimüslim farkı yapmasa da bazı yerlerde kadınların çarşaf veya peçe taktığını belirtmesi bölgede Müslüman olup olmamasıyla alakalı olmalıdır. Nitekim Filibe civarında gördüğü Bulgar kadınlarının örtüleri farklıdır. Örtüleri siyaha yakın koyu kırmızı ve sadedir. Macarlar gibi şalvar giyinen bu kadınların bazılarının yün çorap bazılarının altı meşin mest üstüne kırmızı papuç giyindiklerini, ketenten olan başlıklarını arkadan ince bir şeritle bağlayarak üzerine renkli hotozlar taktıktan sonra başın tamamını kapatacak şekilde sade bir başörtüsü örterler. Kadınların boyunlarında ise midye kabukları, parlak taş veya boncuktan yapılmış kolye ve gerdanlık bulunur. Köylü erkeklerin bazıları kısa pantolon giyip üzerinde ceket veya palto giyinmezken, gömleklerinin boğaz, göğüs ve kol kısımları renkli ipliklerle işlenmiş, kadınların giydiği gibi yelek tarzında kısa kollu şeyler giyinirler. Bulgar erkeklerinin hepsinin gri veya beyaz şalvar giyindiklerini, çarıklarının kaba saba, kalpakları beyaz keçe veya kahverengi adi kumaştan olduğunu belirten Dernschwam, saçlarını Türkler gibi kestirmeyip örerek omuzlarından sarkıttıkları için onları tanımanın kolay olduğunu söyler.[18] Filibe’deki kadınlar gibi İstanbul-Yedikule civarındaki Karamanlı Rum kadınları da uzun sivri beyaz veya renkli bir başlık kullanıp başlığın üzerine göğüslerine kadar inen tül gibi bir örtü takarlar.[19] Dernschwam’ın Karamanlı Rum kadın betimlemesine Nicolas de Nicolay da yer verir ve çizdiği Karamanlı Rum kadın tasvirinde uzun sivri başlık ve oldukça sade giyen bir Rum kadın bulunur. Bununla beraber zengin kadınların lüks kumaşlardan imal edilmiş kıyafetler giyindiklerini başlarına altın yaldızlı ince brokardan bir başlık geçirdiklerini, başlıklarının üstünün farklı renk ve çiçeklerle süslü kadife kumaşlarla kaplandığını ve onun üstüne de yere kadar sarkan bir tülbent koyduklarını ekler.[20]
Eserinde Yahudilere geniş bir yer ayıran Hans Dernschwam onların kıyafetlerine dair de ayrıntılar verir. O, Türkiye’de çok farklı Yahudi toplulukları bulunduğunu ve hangi dili konuşuyorlarsa o milletin kıyafetleri ile gezdiklerini belirtir. Yahudilerin genellikle Türkler’in, İtalyanlar’ın ve Rumlar’ın kıyafeti olan uzun elbiseler ve kaftanlar giyindiklerini, kaftanlarının belden kuşaklı, üstten bir ceket ve altta bir etekten ibaret olduğunu ve içlerindeki kıyafetlerin iyi kumaş ve ipekli olduğunu söyler. Sarı başlıklar kullansalar da yabancı olanlar İtalyanlar gibi siyah bere, doktor olanlar sivri ve uzun kırmızı bir başlık takarlar.[21] Yahudi kadınlarının Avrupa’daki soylu kadınların bile giyemeyecekleri atlas, damiska, kadife elbiseler, altın işlemeli bluz ve etekler giyindiklerini, çok fakir olanlar müstesna boyunlarına altın kolye veya gerdanlık ile kollarına bilezik takmayan Yahudi kadınının olmadığını söyler.[22] Aslında Dernschwam’ın Yahudi kıyafetleri hakkında anlattıkları bir ayrıntıyı da gün yüzüne çıkarmaktadır. “Hangi dili konuşuyorlarsa o milletin kıyafetleri ile gezinirler.” ifadesinden farklı cemaatlere ait grupların farklı giyinmeleri aynı zamanda kendi kimliklerini belirten bir tercih olduğu gibi tek tip bir Yahudi kıyafeti olmadığının da ispatıdır. Bu noktadan hareketle Batılı ressamlar tarafından resmedilen Yahudi kadınlarının her ne kadar genel bir kanaat oluştursa da genele teşmil edilemeyeceği ve ressamın/seyyahın gözlemleyebildiklerinden ibaret olduğu akılda tutulmalıdır. Aynı durumun birbirinden farklı Rum ve Ermeni gruplar için de söz konusu olacağı cemaat farkı gibi İstanbul-taşra veya şehir-köy farkını da hesaba katmak gereklidir.
Nicolas de Nicolay Galata’da gördüğü Fransız ve Rum kadınların kıyafetlerinin çok gösterişli olduğunu, tüccar sınıfına mensup kadınların altın ve gümüş düğmelerle, yaldızlı şeritlerle süslenmiş kadife, kırmızı saten, ipek veya tafta kumaşlardan yapılmış elbiseler giydiğini, gömleklerinin tafta veya bürümcükten olduğunu belirtir. Dışarı çıkarken üzerine kalçalarına kadar inen, ince beyaz kumaştan bir çarşaf giyerken dul kadınların safran rengi sarı bir çarşafa büründüklerini ifade eder.[23] 1585-1588 yılları arasında İstanbul’da bulunan Michael Heberer’in Rum kadınların kıyafetlerine dair izlenimleri Nicolas de Nicolay’ın gözlemleri ile birebir örtüşmektedir. O da Rum kadınlarının zengin-fakir demeden gösterişli ve pahalı kıyafet giyip bunları sergilemekten çekinmediklerini, boyun, kol, kulak ve saçlarına değerli mücevherler taktıklarını, bazılarının başlarına omuz ve sırtlarını örten beyaz bir şal örttüklerini hayretle ifade eder. Heberer, Rum kadınların kıyafetleri gibi tavır ve kibirli hallerini de eleştirip başka bir devletin egemenliği altında yaşadıklarını unutmadan daha sade giymelidir diyerek öğüt vermekten de geri durmaz.[24]
Osmanlı payitahtının birbirinden farklı Rum, Ermeni, Yahudi ve Frenk gibi toplulukları barındıran kozmopolit bir şehir olması 1573’te İstanbul’da bulunan Avusturya elçisi Stephan Gerlach’ın da dikkatinden kaçmaz ve İstanbul’da şahit olduğu birbirinden renkli kıyafetler için yaşadığı şaşkınlık ve hayranlığı şöyle dile getirir:
Çiçekler ne kadar çok renkli olurlarsa o kadar güzeldir. Doğadaki renk renk çiçekler gibidir İstanbul şehri! İşte, beyaz ve yeşil renkli sarıklarıyla Türkler ve Müslümanlar, beyaz-kırmızı, mavi ve sarı karışımı serpuşlarıyla Ermeniler, mavi renkleriyle Rumlar, sarı serpuşlarıyla Yahudiler. Hepsi doğadaki çiçekler gibi bin bir renk.[25]
Gerlach, Rumlar’ın kıyafetleri ve ziynet eşyaları hakkında şu ayrıntılara dikkat çeker:
Gerek Türk, gerekse Rum kızları başlarına altın veya en azından altınla kaplanmış gümüşten yapılma ve mücevherlerle süslü taç takıyorlar. Saçlarının içine altın teller örerek ön ve arkalarından sarkıtıyorlar. Kaşlarının arasına bile altın teller geçiriyorlar. Kulaklarına değerli taşlarla bezenmiş küpeler takıyorlar. Parmakları yüzüklerle dolu, kolları dirseklerine kadar bileziklerle kaplı, ayak bileklerinin üzerine bile zincirler ve ayak parmaklarına halkalar takıyorlar. Terlikleri gümüş pullarla kaplı ve üzerlerine mücevherler çakılı. Elbiseleri sırma işlemeli kadife, atlas, Şam kumaşı ve ipekten yapılıyor ve kenarları sırma şeritlerle pervazlanıyor. Gömlekleri taftadan veya başka ipek kumaşlardan sırma ipliklerle dikiliyor. Şalvarları mavi, kırmızı ve sarı renkte. Buradaki kasabın, ayakkabıcının veya diğer esnafın karıları bizdeki konteslerden daha gösterişli kıyafetler giyiyorlar. Erkeklerin de gösterişli kıyafetleri sırma ipliklerle dokunmuş kumaşlardan veya ipekten yapılıyor. Bellerine ipek ipliklerden örülmüş kuşak sarıyorlar ve arasına sırma ipliklerle işlenmiş dört beş mendil yerleştiriyorlar.[26]
Beşiktaş mahkemesi tereke kayıtlarında Rum kadınlarının kullandıkları zinet eşyaları arasında halhal,[27] zülüflük,[28] altın zincir, altın küpe, altın yüzük, gümüşlü iğne, altınlı makreme, altınlı nezkep, incili takke [29] bulunması Gerlach’ın izlenimleriyle de örtüşmektedir. Gerlach’ın, Ermeni kadınların kıyafetlerine dair yaptığı tasvir Türk kadınların kıyafetlerinden farklı olmadığı, geniş keten şalvarları üzerine dar ipek gömlekler giydikleri ve Türk kadınlarının kullandığı siyah peçe yerine ince bir kumaş örttükleri yönündedir.[30]
1651’de dördüncü İran seyahatini yapmak için Paris’ten yola çıkan Jean Bapsiste Tavernier, seyahati esnasında uğradığı Kıbrıs Adası’nın çoğunluğunu Rumlar’ın oluşturduğunu ve onların İtalyanlar gibi giyindiklerini, kadın ve erkek herkesin Avrupalılar gibi şapka taktığını belirtir.[31] Tavernier’in bu izlenimi yukarıda açıklandığı gibi kıyafet-nüfus ve kıyafet-kültürel etkileşim ilişkisini gözler önüne sermektedir.
Batılı seyyahlar eserlerinde gayrimüslimlerin günlük kıyafetleri yanında düğün törenleri ve kıyafetlerine de yer vermişlerdir. Bunlardan biri 1717-1718 arasında İstanbul’da bir Ermeni düğününe şahit olan Lady Mary Montagu’dur. Tören için kiliseye götürülen Ermeni gelinini başına yassı ve yuvarlak bir serpuş ve onun üzerine ayaklara kadar inen kırmızı ipekli bir tül ile betimleyen Lady Montagu’nun[32] Ermeni gelin görseli Fransız elçisi Ferroli’nin maiyetinde İstanbul’a gelen Jean Babtiste Van Mour’un çizimlerinde daha önce hayat bulmuştu.[33] Van Mour, farklı kesimlere ait Türk insanını resmettiği gibi gayrimüslimlere ait birçok resmi de çizmiştir.
Osmanlı ülkesine gelen seyyah, elçi ve köleler tarafından yazılmış eserler her ne kadar ön yargı ve kalıplaşmış ifadelerle kaleme alınsalar da Osmanlı kaynaklarının yer vermediği veya ihmal ettiği bazı bilgileri vermesi açısından önem taşımaktadır. Elbette bu eserlerin tenkide tabi tutulmadan tüm bilgilerinin gerçekmiş gibi alınması doğru değildir. Zira bu eserler okuyucusunun neler görmek istediğini göz ardı etmediği için abartı, yanlış ve yersiz ifadelerle doludur. Bununla birlikte ait oldukları dönemin zihniyet yapısını ve yazarların zihin ajandalarında neler olduğunu açıklamaları bakımından dikkate değerdir. Batılı gözlemciler gayrimüslimlerin Osmanlı ülkesindeki konumları hususunda ön yargılı ve sert ifadeler kullansalar da gayrimüslimlerin kılık-kıyafetleri çoğunlukla bu tutumların dışında kalmıştır. Osmanlı başkentine gelen Batılı elçi ve seyyahların geçtikleri yerlerde gördükleri gayrimüslimlerin kılık-kıyafetlerine dair yaptıkları gözlemler maddi kültüre dair önemli bilgiler verdiği gibi kıyafetlerdeki çeşitlilik bölge insanının sosyo-ekonomik ve kültürel farklılıklara dair de detayları barındırmaktadır. Bu yönüyle Osmanlı coğrafyasının çeşitliliği de ortaya çıkmaktadır.
Aynur Emer
KAYNAKÇA
Mühimme Defterleri: 31/698; 39/525; 39/556;
Beşiktaş Şer‘iyye Sicilleri: 3/85b-2; 4/41b-4; 10/34a-2; 14/20b-1.
Ahmet Refik, On Altıncı Asırda İstanbul Hayatı (1553-1591). 2. Baskı. İstanbul: Devlet Basımevi, 1935.
Argıt, Betül İpşirli. “Clothing Habits, Regulations and Non-Muslim In The Ottoman Empire,” Akademik Araştırmalar Dergisi. 24 (2005).
Bassano, Luigi Osmanlı İmparatorluğu’nda Gündelik Hayat. Çev. Selma Cangi. Ed. Erhan Afyoncu. 3. Baskı. İstanbul: Yeditepe Yayıncılık, 2015.
Dernschwam, Hans İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü. Çev. Yaşar Önen. 2. Baskı. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1992.
Fayda, Mustafa. Hz. Ömer Zamanında Gayr-i müslimler. İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 1989.
Gerlach, Stephan. Türkiye Günlüğü (1577-1578). I. Çev. Türkis Noyan. Ed. Kemal Beydilli. İstanbul: Kitap Yayınevi, 2007.
Heberer, Michael. Osmanlı’da Bir Köle: Brettenli Michael Heberer’in Anıları 1585-1588. Türkis Noyan. İstanbul: Kitap Yayınevi, 2003.
Montagu, Lady Mary, Türkiye Mektupları 1717-1718. İstanbul: Tercüman Yayınları, t.y.
Nicolas de Nicolay. Muhteşem Süleyman’ın İmparatorluğunda. Çev. Şirin Tekeli, Menekşe Tokyay. İstanbul: Kitap Yayınevi, 2014.
——. Dans L’Empire de Salimon Le Magnifuque Nicolas de Nicolay. Ed. Mare Christine, Gomez Geraud, Stephan Yerasimos. (y.y. Presses du Cnrs, 1989).
Schweigger, Salomon. Sultanlar Kentine Yolculuk 1578-1581. Çev. Türkis Noyan. İstanbul: Kitap Yayınevi, 2004.
Tavernier, Jean Bapsiste. Tavernier Seyahatnamesi. Ed. Stefanos Yerasimos. İstanbul: Kitap Yayınevi, 2006.
Van Mour, Jean Baptiste, M. de Ferriol, Recueil de ant Estampes: Representas Differentes Nations du Levant Tires Sur Les Tableaux Peints D’apres Nature en 1707 et 1708. İstanbul: 1979.
[1] İstanbul Üniversitesi, Yeniçağ Tarihi Doktora Öğrencisi, 2021.
[2] Aynı gerekçe Hz. Ömer dönemi ve sonrasında da vuku bulmuştur. Hz. Ömer döneminde fetihlerin artması ve Müslümanların gayrimüslimlerle aynı şehirlerde oturması sebebiyle bazı kısıtlamalar ve yeni düzenlemeler getirilmiştir. Bu dönemde gayrimüslimlerin mâbedleri korunup yağmalanmazken yeni mabetlerin yapımına da izin verilmemiştir. Ayrıca Müslümanların toplu bulunduğu yerlerde haç çıkarmamaları, haçlarını dolaştırmamaları, ezandan önce veya ezan sırasında çan çalmamaları istenmiş, yılda bir kere bayram günlerinde haçlarıyla dolaşabilecekleri belirtilmiştir. Müslümanlardan ayırt edilmek için Müslümanların taktıkları kuşak yerine zünnar takmaları, başlarına çizgili kalensüve giymeleri, at eğerindeki tümseklerin tahtadan yapılması, ayakkabılarının iki bağlı olması, silah taşımamaları emredilmiştir. Mustafa Fayda. Hz. Ömer Zamanında Gayr-i müslimler, (İstanbul: Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 1989), s. 170-173.
[3] İstanbul kadısına hüküm ki; bundan akdem Yehud ve Nasârâ ve sâir kefere tâifesi âlâ ve hazır libas giymeyüp men‘ oluna deyü hükm-i hümâyûnum virilüp men olundukları ecilden Yehud tâifesinden ba‘zı rikâb-ı hümâyûnuma rıka sunup libâs bâbında âdet-i kadîme mügâyir telebbüs iderler deyü şekvâ eyleyüp husûs-ı mezbûr görülmek emrim olmağın Yehud ve sâir keferenin ferâceleri sürmâyî karaca çuka olup damgaları kumaş etmeyüp boğasi ola. Ve içine giydikleri boğasi olup kıymetde otuz ve kırka ola ziyâde olmaya. Ve paşmakları siyah ve yassı yüzlü ve içi astarsız ola gayri renk olmaya. Ve iç edikleri siyah meşinden olup sahtiyân olmaya. Ve avretleri ferâce giymeyeler. Eski kânûnları üzre fâhir ve Bursa kutnusundan fistân giyeler. Ve çakşırları âsûmânî olup gayri renk olmaya. Ve avretleri paşmak giymeyüp eski kânûnüzre kundura ve şirvânî giyeler. Ve Müslümanlar hatunları giydikleri gibi serâser yaka ve arakiyye giymeyeler. Giydikleri takdirce atlasdan kutnudan giyeler. Ve Ermeniler dahi Yahudi giydiğin giyeler amma başlarına alaca kuşak sarınalar ol dahi az ola. Ve Ermeni avretleri ferâce giymeyeler. Ferâce yerine fâhir ve terlik giyeler. Ve içlerine siyah ve sürmâyî Bursa kutnusu giyeler. Ve ayaklarına mâî çakşır ve meşin iç edik ve şirvânî paşmak giyeler. Yehuda ve sâir kefere sürmâyî siyah ferâce giyeler ol dahi boğasi saçaklu ola. Ve içlerine giydikleri dolamaları siyah ve sürmâyî Bursa kutnusu ola legendelü ve ütüli olmayup sâde ola. Ve fâhir giydikleri takdirce ol dahi siyah ve sürmâyî olup gayri renk olmaya. Ve kuşakları ve saçakları ve iç edikleri dahi ve evvelinde zikrolunduğu üzre ola. Ve kara kâfirler dahi vech-i meşrûh üzre giyüp gök sarınalar ol dahi az ola. Ve içlerine ve dışlarına iskerlat giymeyüp Feriye ve Selanik çukası giyeler. Ve ayakkabılarına iki kulaklı üstü astarlı papuş ve bile iç edik giyeler deyü mufassal defter idüp südde-i saâdetime irsal etmişsin. Buyurdum ki; vüsûl buldukda nidâ ettürüp gereği gibi tenbîh ve te’kîd eyliyesin ki tâife-i mezkûre libasları min ba‘ad üslûb-ı mezkûrden tecâvüz etmeyüp dahi kıymetli fâhir libasdan ictinâb üzre olalar. Bu bâbda muhtesib mübâşir olup hilâf-ı emr-i şerîf vaz ettürmekden hazer idesin. Temerrüd ideni seğidüp muhtâc-ı arz olanı yazup bildiresin. Fî 7 Safer 976/1 Ağustos 1568. Ahmet Refik, On Altıncı Asırda İstanbul Hayatı (1553-1591), 2. Baskı, İstanbul: Devlet Basımevi, 1935, s. 47-48.
[4] MD. 31/698. 15 Receb 985.
[5] Stephan Gerlach, Türkiye Günlüğü (1577-1578), I, çev. Türkis Noyan, ed. Kemal Beydilli, (İstanbul: Kitap Yayınevi, 2007), s. 37.
[6] Ahmet Refik, On Altıncı Asırda İstanbul Hayatı, s. 51.
[7] Betül İpşirli Argıt, “Clothing Habits, Regulations and Non-Muslim In The Ottoman Empire,” Akademik Araştırmalar Dergisi, 24 (2005), s. 82.
[8] MD. 39/556. 7 Safer 988. Fermândaki yasakların yeni bir şey olmadığı “…merhûm ve mağfûrleh Sultan Mehmed Han zamanlarında” böyle bir yasak olduğu belirtilmiştir.
[9] MD. 39/525. 4 Safer 988
[10] Argıt, “Clothing Habits, Regulations and Non-Muslim In The Ottoman Empire,” s. 84-85.
[11] Argıt, “Clothing Habits, Regulations and Non-Muslim In The Ottoman Empire,” s. 88.
[12]Argıt, “Clothing Habits, Regulations and Non-Muslim In The Ottoman Empire,” s. 85.
[13] Beşiktaş Şer‘iyye Sicilleri, 3, 85b, 2.
[14] Luigi Bassano, Osmanlı İmparatorluğu’nda Gündelik Hayat, çev. Selma Cangi, ed. Erhan Afyoncu, 3. Baskı (İstanbul: Yeditepe Yayıncılık, 2015), s. 23.
[15] Hans Dernschwam, İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü, çev. Yaşar Önen, 2. Baskı (Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1992), s. 26.
[16] Dernschwam, Seyahat Günlüğü, s. 31-32.
[17] Salomon Schweigger, Sultanlar Kentine Yolculuk 1578-1581, çev. Türkis Noyan (İstanbul: Kitap Yayınevi, 2004), s. 46-47.
[18] Dernschwam, İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü, s. 338.
[19] Dernschwam, İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü, s. 78.
[20] De Nicolay, Muhteşem Süleyman’ın İmparatorluğu’nda, s. 282. Görsel için ekler kısmına bakınız.
[21] Dernschwam, İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü, s. 147. Görsel için bkz. Ekler.
[22] Dernschwam, İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü, s. 158.
[23] Nicolas de Nicolay, Muhteşem Süleyman’ın İmparatorluğunda, çev. Şirin Tekeli, Menekşe Tokyay, (İstanbul: Kitap Yayınevi, 2014), s. 182-183. Rum kadını görseli için bkz. Ekler.
[24] Michael Heberer, Osmanlı’da Bir Köle: Brettenli Michael Heberer’in Anıları 1585-1588, Türkis Noyan (İstanbul: Kitap Yayınevi, 2003), s. 296-297.
[25] Gerlach, Türkiye Günlüğü, I, s. 37.
[26] Gerlach, Türkiye Günlüğü, I, s. 451-452.
[27] Beşiktaş Şer‘iyye Sicilleri, 4, 41b, 4.
[28] Beşiktaş Şer‘iyye Sicilleri, 10, 34a, 2.
[29] Beşiktaş Şer‘iyye Sicilleri, 14, 20b, 1.
[30] Gerlach, Türkiye Günlüğü, I, s. 327.
[31] Jean Bapsiste Tavernier, Tavernier Seyahatnamesi, ed. Stefanos Yerasimos (İstanbul: Kitap Yayınevi, 2006), s. 226.
[32] Lady Montagu, Türkiye Mektupları 1717-1718, (İstanbul: Tercüman Yayınları, t.y), s. 138. Lady Montagu’nun şahit olduğu bu düğünün görseli için bkz. Ekler
[33] Jean Baptiste van Mour, M. de Ferriol, Recueil de ant Estampes: Representas Differentes Nations du Levant Tires Sur Les Tableaux Peints D’apres Nature en 1707 et 1708, (İstanbul: 1979).
Ekler:
Resim 1: Tören giysileriyle Yahudi kadın. Jean Babtiste Van: Representant Differentes Nations du Levant Tires Sur Les Tableaux Peints D’apres Nare en 1707 et 1708, (İstanbul: 1979), s. 64. (Paris 1714 Tıpkı Basım) Resimler yayınlanırken renklendirilmiştir.
Resim 2: Edirneli Yahudi Genç Kız, Dans L’Empire de Salimon Le Magnifuque Nicolas de Nicolay, ed. Mare Christine, Gomez Geraud, Stephan Yerasimos (y.y. Presses du Cnrs, 1989), s. 255.
Resim 3: Karamanlı Rum Kadın, Dans L’Empire de Salimon Le Magnifuque Nicolas de Nicolay, ed. Mare Christine, Gomez Geraud, Stephan Yerasimos (y.y. Presses du Cnrs, 1989), s. 230.
Resim 4: Ermeni Gelin, Jean Babtiste Van Mour, M. de Ferriol, Recueil de ant Estampes: Representant Differentes Nations du Levant Tires Sur Les Tableaux Peints D’apres Nature en 1707 et 1708, (İstanbul: 1979), s. 87 (Paris 1714 Tıpkı Basım) Resimler yayınlanırken renklendirilmiştir.
Resim 5: İstanbullu Rum Kadın, Jean Babtiste Van Mour, M. de Ferriol, Recueil de ant Estampes: Representant Differentes Nations du Levant Tires Sur Les Tableaux Peints D’apres Nature en 1707 et 1708, (İstanbul: 1979), s. 68. (Paris 1714 Tıpkı Basım) Resimler yayınlanırken renklendirilmiştir.
Resim 6: Yahudi Hekim ve Yahudi Tüccar, Suluboya Gennadius Kütüphanesi, Betül İpşirli Argıt, Clothing Habits and Regulations in the Ottoman Empire (1703-1839), İstanbul: Yüksek Lisans Tezi, 2001, s. 243.