Geçen gün defterimi karıştırırken aldığım notlardan gözüme ilişen bir cümle, bu yazının giriş cümlesi olarak yazılabilecek en güzel, en özet cümleydi. Üstat İhsan Fazlıoğlu’nun dersinden kalan not şunu söylüyordu:
“Philosophia, yani bizim kadim geleneğimizdeki deyişimizle Hikmet, ilim ile eylemin beraber hareketinden ortaya çıkar.”
Evet, işte tam olarak bu cümle onu en güzel tarif eden cümledir. Kimden mi bahsediyorum? “Filistinlilerin dünya çapındaki avukatı”: Edward Said.
Yukarıdaki cümleyi biraz daha açmak gerekirse, bilgi bir yaşam formu olmalıdır. Burada amaç bilgiyi elde etmek ve ona göre yaşamaktır. Kişinin bilgiyi elde etmesinden sonra ortaya çıkan felsefesinin sağlaması ise, onu yaşayıp yaşamadığı ile ölçülür. Entelektüel bilgide; resim, yorum ve inanç iç içe olmalıdır ki tutarlı, düzgün ve bütüncül bilgi sağlanmış olsun. Bilgi, bu yönüyle bir eve benzer önce üretilir daha sonra içinde yaşanılır.
İşte tasvir ettiğimiz cümlenin muhatabı olan Edward Said’den bahsedeceğim size. Özgeçmişine fazla yer vermeyeceğim. Ben onun hayatında mühim gördüğüm noktalara değinerek “Orientalism” isimli olay yaratan eseri özelinde bir karşılaştırma yapmaya çalışacağım.
Said, Kudüs topraklarında dünyaya geldi. Varlıklı bir ailenin çocuğu olan Filistinli Hristiyan bir Araptı. Mensup olduğu kilise de bir doğu kilisesi değildi. Aslında bu yönüyle bile diğerlerinden farklıydı. Çünkü zengin olması, ortalama Filistinli Araplardan; Hıristiyan olması Müslümanlardan, Doğu kilisesine mensup olmaması Ortodokslardan ayırıyordu onu. Daha doğarken bile “Doğu” ve “Batı” ayrımına muhatap olmuştu. İlerleyen dönemlerde Kahire’ye göç ettiğinde yabancılığı daha da artacaktı. Aykırılıklarını da bu dönemlerinde fark etmeye başlamıştı. İsmi ise bu aykırılıklarının başını çekiyordu. Kendi deyişiyle “Araplığı su götürmez Said soyadına zoraki iliştirilmiş, budalalık derecesindeki İngiliz Edward adını” taşıması Said’in bölünmüş kimliği hakkında bir fikir veriyor.
Bu noktadan sonra Said’in bilgi birikimiyle ürettiği felsefesinin sağlamasını yapmak gerekir. Yöntem gereği bunun yolunun da bilgiyi yaşayıp yaşamadığına bakmak olduğunu yukarıda belirtmiştik. Amerika’da entelektüelliğe adım attıktan sonra doğduğu toprakların kurtarılması için, işgale karşı verdiği entelektüel ve siyasi mücadele nedeniyle doğrudan ve dolaylı kuşatmaya maruz kalan Said kendisinin varoluş davası sayılan Filistin davasını mevcut bilgilerini kullanarak sağlam argümanlarla destekleyip bir anda dikkatleri üzerine çekti. Evet, Filistin’in bu ”yersiz yurtsuz” (aynı zamanda otobiyografisinin de ismi) çocuğunun Filistin’den başka tutunacak neyi vardı ki?
Kudüs’ün Çocuğu’nun bildiği ve tasdik ettiği bir şey vardı. Bu yüzden sadece dört duvar arasında bilimsel çalışma yapmıyor, yazı yazmıyor ve bununla yetinmiyordu. Her fırsatta davası uğruna aktif çalışmalar yapıyor, gösterilere katılıyor, protestolara imza atıyor, Filistinli çocukların yanında İsrail tanklarına taş atıp ve böylelikle kamusal alana çıkan bir entelektüel ve bilim adamı profili çiziyordu. Bildiği ve tasdik ettiği şeye gelirsek; yine onun diliyle, Kudüs tarihi çoğulcu kimliğini İslamiyet’e borçludur. Çünkü ancak Müslümanların hâkimiyeti dönemlerinde üç din bir arada ve barış içinde yaşama imkânlarını bulabilmiştir.
Müslümanlarla olan bu yakın ilişkisi onun ismiyle özdeşleşen “Orientalism” eserinin ortaya çıkmasında en temel dinamik olacaktır. Bir dönüm noktası olarak nitelendirdiğim ve defalarca okunması gerektiğini düşündüğüm “Orientalism” veya “Şarkiyatçılık”, Batı toplumunun dayatmak istediği “Müslüman Öteki” anlayışına darbe vurmuş bir şaheserdir. Said’in “Orientalism” tanımı üzerinde bir şeyler paylaşacağım.
Said Orientalism’in üç farklı tanımı olduğundan söz eder. Birinci anlamıyla Orientalism, “Orient” yani Doğu dünyasına yönelik çalışmalar anlamına gelmektedir. İkinci anlamıyla Orientalism, Batı yani Occident’in Doğu yani Orient’i tanımlamasındaki ontolojik ve epistemolojik ayrımcılıktır. Üçüncü ve son anlamıyla Orientalism, Batı dünyasının Doğu ülkeleri üzerinde hâkimiyet oluşturmalarına yol açan ön yargılı, fantezilere, imajlara ve hayallere dayalı düşünce sistemidir. Said’i esas ilgilendiren tabii ki Orientalism’in ikinci ve üçüncü anlamlarıdır.
Şarkiyatçılığın ikinci anlamından bahsedecek olursak epistemolojik ve ontolojik anlamda karşımıza çıkan sorunlar şöyle özetlenebilir. Epistemolojik sorun, Batı’nın bu düşünce sistemiyle hem kendi hayali zıttı olarak gördüğü Doğu’yu, hem de bu karşıtlıktan yola çıkarak Batı’yı yani kendisini tanımlaması ve böylelikle bilgi üretiminde tekelinin bulunmasıdır. Yani hem Batı, hem de Doğu, Batı tarafından bu karşıtlık vasıtasıyla tanımlanmaktadır ve bu da bilginin doğruluğunun Batı ile sınırlandırılması demektir. Ontolojik çelişki ise Batı’nın Doğu’nun varlığını baştan geri, çağdışı ve en önemlisi kendisine bağlı olarak görmesidir. Doğu’nun öznel kimliği, bu şekilde Batı’ya bağlı olarak tanımlanmış ve adeta ortadan kaldırılmıştır.
Orientalism’i siyasal boyutları çok daha somut ve tehlikeli olan üçüncü anlamıyla ele alırsak, Şarkiyatçı düşünce sistemi Batı’nın Doğu üzerinde ekonomik ve siyasal hegemonya kurmasına meşruiyet kazandırmaktadır. 19. yüzyıldan başlayarak özellikle İngiliz ve Fransız siyasal söylemlerinde bu emperyalist çaba açıkça görülmektedir. Doğu; egzotik, mistik, zayıf, duygusal, rasyonel olmayan ve yönetilmeye muhtaç bir kadındır. Batı ise rasyonel, güçlü, sert ve yöneten bir erkektir. Doğu kendi başına medeniyete ulaşılabilecek bir yer değildir. Ataletin, zevk ve sefanın, acının, yenilginin, hüznün adresidir. Said, Batı medeniyetinde yapı taşı haline gelmiş düşünce sistemlerini, edebiyat eserlerini, popüler kültür imgelerini birer birer masaya yatırarak Orientalism’in bu üçüncü anlamının işleyişini somutlaştırmaya çalışır.
Ezcümle hayatının her safhasında doğu batı ayrımına maruz kalan Said bu kavramı mefhum itibariyle irdelerken sadece malumatı kullanmamış malumatları kendine yaşamak için bir ev yaparak orada hayatını idame ettirmiştir. Said’in düşüncesinde “Doğu”; Batı tarafından inşa edilmiş hayali, kurmaca bir kavramdır ve Batı nedeniyle doğululaştırılmıştır. Yuvarlak (geoid) şekli olan dünyanın belli bir bölgesine Batı, belli bir bölgesine Doğu denilmesinin nedeni de budur. Greenwich meridyeninin başlangıç noktası olarak kabul edilmesi de Orientalist söyleme dayalı bu “hayali coğrafya” anlayışının ve Batı hegemonyasının bir ürünüdür.
Said ile ilgili olarak ifade etmek isterim ki, hakperest ve objektif bir entelektüel olarak onuruyla yaşadı, onuruyla öldü. Geriye hepimize sahip çıkmamız gereken bir miras bıraktı. Orientalism ile ilgili olarak belirtmek istediklerime gelince, girişte üstat İhsan Fazlıoğlu ile başladık sonuç yine ondan olmalı hoca aslında durumu şöyle özetlemişti; “Orientalism”: İslâm Dünyası’na karşı yürütülen ‘siyasî terör’e paralel, İslâm Medeniyeti’ne karşı sürdürülen ‘kültürel terör’dür…
Orientalism, 40’tan fazla dile tercüme edildi… Sosyal Bilimler ve özellikle Uluslararası İlişkiler okuyan ya da bu alanlara az çok ilgisi olan kişilerin mutlaka kütüphanesinde bulunması gereken bir başyapıttır, diye notumuzu da düşelim.
Oktay KAYMAK
(31.07.2016)