BİLİMSEL TEORİLERDE YAPISALCI ÇÖZÜMLEME VE EKONOMİDE YAPISALCI YAKLAŞIM

EKONOMİ

Özet

Batı düşüncesi içerisinde önemli yöntemlerden biri olan yapısalcı anlayış, 20. yüzyılda  dil, kültür, matematik felsefesi ve toplumun analizi gibi birçok alanda en çok kullanılan yöntemlerden biri olmuştur. Bilimsel teorilerin yapısalcı yöntemle çözümlenmesinden iktisat teorisyenleri de etkilenmiştir. Bu yazıda bilimsel teorilerin yapısalcı çözümlenmesi ve ekonomide yapısalcı anlayış üzerinde duracağız.

Anahtar Kelimeler: Yapısalcılık, Yapısalcı Çözümleme, İktisatta Yapısalcı Yaklaşım

GİRİŞ

Yapısalcılık, yirminci yüzyıl başlarında dilin siyasal, kültürel, epistemolojik ve metodolojik tartışmalarına getirilmiş yeni bir yorumdur. Önceki dönemlere nazaran ortaya çıktığı dönemde batı düşüncesinin en belirgin özelliklerinden birisi olmuştur.Yapısalcılık, uylaşımcılık, araçsallık ve faydacılık gibi bazı görüşlerle aynı zemini paylaşsa bile bilimsel teorilere geleneksel bakıştan köklü bir ayrılışı ifade etmektedir.

  

BİLİMSEL TEORİLERİN YAPISALCI ÇÖZÜMLEMESİ

Geleneksel bakış; bilimsel teorileri, doğru ve ya yanlış olabilen ve deneysel verilerle olan ilişkileri çerçevesinde onaylayan ya da yanlışlanabilen önermeler kümesi olarak görüyordu. Yapısalcı yaklaşıma göre ise; bilimsel teoriler, önermeler olarak değil “yapılar” olarak görülmelidir. (Demir, 2012, s.202)

Yapı kavramını kısaca ifade etmek gerekirse toplumsal ilişkilerin bütünü olarak ifade edebiliriz. Bir toplumun insanları arasında çokça türde ilişkiler mevcuttur. Bu toplumsal ilişkilerin bütünü, toplumun yapısını meydana getirir. Toplumsal ilişkilerin tümü temel ilişki olan ekonomik ilişkilerle belirlenir. Bu ilişkilerdeki değişiklikler toplumun yapısını da değiştirir. (Güngen, 2011)

YAPISALCI DİLBİLİM

20. yüzyılın başlarında Wittgenstein, Tractatus adlı kitabında “dilin dünyanın bir resmi” olduğu tezini işlemiş ve bu görüş dünyada büyük ilgi görmüştür. Bu teze göre, dış dünyadaki nesnelerin insan zihninde anlam kazanabilmeleri, dilin resmetme işlevi sayesinde mümkün olacaktır. Dış dünyadaki olay ve durumlar ile dili meydana getiren kelime ve o kelimeler arasındaki ilişkilerin mantıksal yapısı aynı olduğu için, dil dış dünyayı resmeden bir saydam araç konumundadır. (Demir, 2012, s.200)

Wittgenstein 30 yıl sonra yazdığı ikinci kitabı olan Felsefi Araştırmalar’da “dilin dünyanın bir resmi” olduğu tezinin aksi bir görüş ileri sürmektedir. “Dil oyunları yaklaşımı” olarak adlandırılan bu görüşünde ise dil dün yanın bir resmi değildir. İnsanlar ancak dil aracılığıyla onun dolayımından geçirerek dünyayı anlayabilirler. Dünyanın anlaşılırlığının arkasında dilin örgütleyici gücü yatmaktadır. Dış dünyayı ancak dilin imkanları ile kavrayabildiğimiz için yaşam biçimleri ile dil iç içe geçmiştir ve bu yüzden gerçekliğin tümünü resmedecek saydam bir dil yoktur. Dilleri anlamlı kılan, onların içinde üretildikleri yaşam tarzlarıdır. Hülasa buradan çıkarılacak yargı veri olarak kabul edilmesi gereken şeyin yaşam biçimleri olduğudur.Yaşam biçimleri de dil sayesinde yeniden üretilebildikleri için “dil toplumsal yapının alt yapısıdır”. (Demir, 2012, s.200)

Wittgenstein’ın bu görüşlerinden etkilenen isimlerin başında Ferdinand de Sassure gelmektedir. Sassure’e göre dil, dış gerçeklikte varolan nesneleri temsil etme ve anlamlandırma aracı değildir. Dilin yapısı içerisinde temel birim olan gösterge; gösteren ve gösterilen olmak üzere ikiye ayrılır. Dilin yapısı içerisindeki herhangi bir gösterge; anlam ve değerini, kendisini başka göstergelerden ayıran fark ile kazanır. Dilin temel özelliği onun bu farklar sistemine dayanmasıdır.

YAPISALCILIĞA GETİRİLEN ELEŞTİRİLER

1. Giddens'a göre dil çalışmalarından ortaya çıkan yapısalcılık toplumsal yaşamın ekonomi veya politik faaliyet gibi daha pratik konularında daha az uygulanabilir­liğe sahiptir.

2. Yapısalcılık özneyi güçsüzleştiren ve merkezsizleştiren bir yaklaşımdır. Nesne­nin, öznenin bilincini belirlemede epistemolojik ve ontolojik bir üstünlüğe sahip olmasının, öznelliğin çözülmesi alanında yapısalcı kuramsal modelleri yetersiz kıl­dığı savunulmaktadır.

3. Yapısalcı analizde toplum ve tarihin "anlaşılması zor ve bulanık" kavram­lara dönüştüğü vurgulanmaktadır.

4. Yapısalcı yazıların zor ve anlaşılması güç olmasının da yaklaşımın daha çok yayılmasını genel anlam­da engellediği düşünülmektedir.

5.Bireyleri/insan özneleri anlamların ve sosyal dünyanın oluşturulması sürecinde etkisiz gören, bu nedenle de onları toplumsal analizin merkezinden uzaklaştıran bir yaklaşım olarak değerlendirilmektedir.

EKONOMİDE YAPISALCI YAKLAŞIM

Bu iktisadi yaklaşım genelde Latin Amerika kökenli iktisatçıların 1950’li yıllarda Güney Amerika ülkelerinin karşılaştığı darboğazların parasalcı iktisadın varsayımlarından farklı bir şekilde giderilebileceği düşüncesinden ortaya çıkmıştır. Bu iktisatçılar az gelişmiş ülkelerin, gelişmiş ülkelerden daha çok ve farklı yapısal problemleri olduğunu, monetarizmin enflasyon için ortaya koyduğu önerilerin bu ülkeler (az gelişmiş ülkeler) için geçerli olamayacağını iddia etmiş ve monetarizme bir tepki olarak doğmuştur. Yapısalcı yaklaşıma göre, enflasyonun kaynağı sözü edilen ülkeler için yapısal bozukluklar ve dar boğazlar olup, bunlar ortadan kaldırılmadıkça enflasyon da çözümlenemeyecektir(Güngör, 2006: 30).

Yapısalcı görüş, gelişmekte olan ülkelerdeki istikrarsızlıkları toplumu oluşturan yapılarda(ekonomik, sosyal, kurumsal) aramaktadır. Gelişmekte olan ülkelere özgü yapısal sorunlar, bu ülkelerin finansal liberalizasyon uygulamalarında sorunlar yaratabilmektedir. Gelişmekte olan ülkeler her ne kadar yapısal iç tasarruf yetersizliği yaşayıp dış kaynağa gereksinim duysalar da, finansal dışa açılma faiz oranlarını yükselterek, sermaye elde etmenin maliyetini yükseltecektir. Sonuçta enflasyon artışı, reel ücretleri azaltarak, faiz artışı da borçlanma maliyetini arttırarak toplam talebi azaltıp büyüme oranını düşürecektir(Özer, 2006: 26).

Yapısalcılar, Klasikler ve onun devamı olan teorilerin aksine az gelişmiş ülkelerde kamunun, büyüme ve kalkınma çabalarına öncülük etmesinden ve içe dönük sanayileşmeden yanadır. Az gelişmiş ülkelerde yapısalcı yaklaşım, enflasyona ve istikrarsızlığa yol açan sorunları besleyen ve kronikleştiren birtakım unsurlar olduğuna dikkat çekerek bunları açıklamaya çalışmıştır. Bu unsurlar şunlardır(Güngör, 2006: 30):

-Tarımda arz esneksizliği; Az gelişmiş ülkelerde nüfusun büyük çoğunluğu tarımla uğraşmakta ve tarımsal bölgelerde yaşamaktadır. Nüfusun bu gibi ülkelerde çeşitli demografik nedenlerle aşırı artma eğiliminde olması, her geçen gün tarımsal ürünlere talep arttırmaktadır. Tarımda modernizasyonun yapılamaması, sermaye birikiminin azlığı, emek-yoğun üretimden, sermaye-yoğun üretime geçilememesi, haberleşme ağlarının yetersizliği ve bu gibi nedenlerden dolayı  bu ülkelerde tarımsal ürün arzı olumsuz etkilenmektedir. Bu durumda devletin alıştırma kolaylıkları sağlaması, sulama kanalı kurması, tohumluk, ilaçlama, pazarlama alanlarında çitçiye destek olması, kalkınma kredileri ve teknik yardım sağlaması gerekmektedir.  Bir toprak reformu yapılarak, bu alandaki mülkiyet yapısının yeniden tesis edilmesi gerekmektedir (Eker, 2002: 62-65).

-Dış Ticaret Dengesizliği; Yapısalcılar bu sorunun giderilmesi için ithal ikamesine dayalı sanayileşme, ihracatın artırılması ve ithalatın kısılması hatta yasaklanmasından yanadırlar(Güngör, 2006: 30).

 -Parasal ve Mali Dengenin Sağlanması;  Yapısalcılar, az gelişmiş ülkelerde var olan kronik bütçe açıkları sorunu üzerinde de durmuştur.  Bu sorunun giderilmesinde çözümün para arzını artırmak yerine kamu gelirlerinin artırılması (etkin vergi denetimi, üst gelir gruplarının vergilendirilmesi, vergi kayıp ve kaçaklarının en aza indirilmesi ve yeni vergi alanlarının oluşturulması vb) ile çözümlenebileceğini ve enflasyonist baskının böylece azaltılabileceği düşüncesindedirler(Güngör, 2006: 30).

 -Ekonomik Kurumların Yetersizliği;  Az gelişmiş ülkelerde enflasyonu besleyen ve kronikleşen unsurlar arasında ekonomik kurumlardaki bozukluklar çok önemli bir paya sahiptir. Bazı sektörlerde görülen monopolleşme eğilimleri vb. gibi unsurlar yapısal problemleri devamlı hale getiren önemli bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yüzden yapısal yaklaşım taraftarları, yapısal bozukluğa yol açan her alanda reformlar yapılmasını önermektedirler. Yapısalcı yaklaşım, devlet müdahalesinin olduğu bir ekonomik yapıyı önermektedir (Eker, 2002: 62-65).

Görüldüğü gibi yapısalcı yaklaşım, klasik iktisadi düşüncenin aksine devlet müdahalelerinden yanadır. Çünkü az gelişmiş ülkelerde, ekonomide var olan birçok nedenin piyasanın istikrarsızlığını giderici etkide bulunamayacağını ve dolayısıyla istikrarın sağlanabilmesi için devletin müdahalelerinin şart olduğu görüşündedirler.

Yeni Yapısalcı görüş de Neo-Klasik McKinnon-Shaw yaklaşımının [1] aksine finansal baskının faiz oranının yükselmesini önlediği için yatırımları ve büyüme oranını arttıracağını savunmaktadır. Dolayısıyla yeni yapısalcı yaklaşım, faiz oranını yükselten finansal liberalizasyonu, gelişmekte olan ülkeler için istikrarsızlığın nedeni olarak görmektedir(Atamtürk, 2007: 79).

Finansal liberalizasyonu eleştiren Keynezyen ve Yapısalcı görüşlere ek olarak gelişmekte olan ülkeler için finansal serbestleşmenin diğer sakıncalarını genel olarak üç başlık altında da sıralayabiliriz;

1) ekonomik bağımlılık yaratması

2) yerli sektör üzerinde haksız rekabet baskısı oluşturması

3) özellikle kısa süreli spekülatif nitelikli sermaye olarak gelen yabancı kaynağın, gelişmekte olan ülkelerin zaten kırılgan olan piyasalarının kırılganlıklarını daha da arttırarak kriz risklerini yükseltmesi (Atamtürk, 2007: 79).

Gerçekten de özellikle 1990’lı yıllardan itibaren Asya, Rusya ve Türkiye gibi ekonomilerde yaşanan ikiz krizler (bankacılık ve döviz krizleri) özellikle finansal olarak dışa açılma konusunda düşünmeyi gündeme getirmiştir. Gelişmekte olan ülkelerde bu krizlerin nedeni olarak finansal liberalizasyonun varlığı, zamansızlığı ve denetimsizliğinin altı çizilmektedir (Aizenman, 2004: 66).

 

SONUÇ

20. yüzyılın başlarında ortaya çıkan yapısalcı yaklaşım dilbilimi üzerinden bir bilimsel teori yorumlama yöntemi olmuş ve dilbilimi haricinde birçok alanı da etkilemiştir.

Yirminci yüzyılın ikinci yarısında Latin Amerika’da ortaya çıkan yapısalcı iktisat anlayışı ekonomik dengesizliklerin ve darboğazların parasalcı iktisadın varsayımlarıyla çözülemeyeceği öne sürmüşlerdir. Ekonomik sorunların çözümünde devletin müdahalesinin gerekli olduğunu söyleyerek klasik ve monetarist iktisatçılardan farklı bir yaklaşım geliştirmişlerdir. Enflasyon ve istikrarsızlığa yol açan unsurları belirtmiş ve buna dair çözüm önerileri sunmuştur. Yapısalcı iktisatçılar, finansal dışa açılmanın gelişmekte olan ülkeler için birtakım riskler barındırdığı gerekçesiyle karşısında durmuştur. Bu yönüyle Keynesyen iktisatçılarla aynı görüşte fakat neo klasik McKinnon-Shaw yaklaşımıyla karşıt görüştedir.

Ozan DİLEK

Abdullah Azzam ERYILMAZ

 

KAYNAKÇA

Demir Ömer,” İktisat Metodolojisi”, Sentez Yayınları, 2012

Güngen Can, “Yapısalcılık:FerdinandSaussure ve ClaudeLevi Strauss” 2011

Dcf (2010), “Yapısalcılık” , http://dcf.blogcu.com/yapisalcilik/10534438

H.G. Özer, “Finansal Liberalizasyon Politikaları ve Kriz İlişkisi:1990 sonrası Asya ve Türkiye Örneği”, Sermaye Piyasası Kurulu Yay, 189, 2006.

Atamtürk, Burak, “Gelişmekte Olan Ülkelerde ve Türkiye’de Finansal Serbestleşmenin Tasarruflar  Üzerindeki Etkisi”. Marmara Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, Cilt:23, Sayı:2. (2007).

Aizenman,”Financial Openingand Development: Evidenceandpolicycontroversies”,

AmericanEconomicReview, 92(2), 2004.

Güngör, Kamil. "İktisadın Tarihine Kısa Bir Bakış Ve Merkantilizmden Günümüze İktisadi Düşünceler."  (2006).

Eker, Aytaç. Maliye politikası:(Teori, ilkeler ve yöntemler). Anadolu matbaacılık, 2002.

[1] Finansal serbestleşme ve faiz oranlarının artmasıyla ülkeye giren yabancı sermaye, ülke içindeki yatırımları ve dolayısıyla üretimi arttırır(Atamtürk, 2007:77).

Ozan DİLEK
Ozan DİLEK

Adil sistemin peşinde bir iktisatçı, şarkın tınısının peşinde bir müzisyen. [email protected]

Yorum Yaz