İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Falih Rıfkı Atay’ın Zeytindağı isimli eserini okudum. Bu eserden sizlere bahsetmek istiyorum. Ülkemizde Kudüs ile ilgili kitap okumak istediğinizde, size önerilecek kitaplardan birisi de budur. Atay, kendisi Gazze’de bulunmuş ve daha sonrasında hatıralarını kaleme almıştır. Eserinde dönemin önemli paşalarından Cemal Paşa ve Enver Paşa’ların hayatına dair ilginç bilgiler bulmaktayız. Dönemin Kudüs’üne dair şaşırtıcı ve oldukça ilginç bilgileri de içermektedir. Ayrıca orada verilen destansı mücadeleden de az da olsa satırlar mevcuttur.
Yazar eserine şöyle başlamaktadır:
“Biz şimdi kırkına yaklaşanlar, Osmanlı imparatorluğunun son gençleriyiz. 1914’te üç, beş, yedi yaşında bulunan çocuklar, bugün yeni Türkiye’nin gençleri olmuşlardır ve hatıralarında imparatorluktan hiçbir iz kalmamıştı. İşte onlara, saltanatın, Suriye’de, Filistin ve Hicaz’daki son yıllarını anlatmak istiyorum.
Bizden Belgrad’ı aldıkları zaman, düşman delegeleri Niş kasabasını da istemişlerdi. Osmanlı delegesi ayağa kalkarak:
-Ne hacet, dedi. İstanbul’u da size verelim.
Babalarımız için Niş, İstanbul’a o kadar yakındı.
Biz eğer Vardar’ı, Trablus’u, Girid’i ve Medine’yi bırakırsak, Türk milleti yaşayamaz sanıyorduk.
Çocuklarımızın Avrupası Marmara ve Meriç’te bitiyor.”
Yazarın yukarıda anlattıkları üzerine çok da bir şey ilave etmeye gerek yok diye düşünüyorum. İmparatorluğun çöküşünü görenler büyük bir üzüntüyü yaşadıkları kesin. Elde kala kala bir avuç toprak kaldı. Üstüne üstelik askerlerimizin hizmet ettikleri topraklarda tarihleri yanlı ve tahrik edici şekilde yazıldı ve anlatıldı.
1917 yılında Allenby komutasındaki İngiliz kuvvetleri Kudüs’ü işgal edeceklerdir. Aynı Allenby Türkler karşısında yavaş ilerlediklerini günlüğüne kaydetmiştir. Filistin cephesinde şehitlerimiz olduğunu da biliyoruz. Benim burada aktarmak istediğim kısım ise Kudüs’ün düştüğü haberi alındıktan sonra Türk güçleri bölgeden çekileceklerdir. Kudüs’te çarpışma olmadı. Kudüs savunulabilirdi ama söylenilene göre bu kutsal şehre zarar verilmemesi için anlaşma yapıldı. Atay’ın Kudüs düştükten sonra anlattıklarını aktarmak istiyorum. Bu aktaracağım kısım sadece size kitaptan kısa bir izlenim verecektir. Bunun haricinde kitap okunmaya değer ve içerisinde oldukça güzel bilgiler bulunduran bir eserdir. Atay’a kulak verelim:
“Allah’a Ismarladık
Nebi Samoil siperlerinde Kudüs için kan döken Türk askerlerine bu kadarcık yardım edemiyoruz.
O yıl Galiçya topraklarında döğüşmek için yirmi bin “lüzümsuz Türk” bulmuştuk.
Bir yığın Anadolu çocuğunu, yurdundan kopmuş, uzak Medine içinde, iskorpite ve çöle yediriyorduk.
Bir sabah kumandanın odasına girdiğim zaman, gözlerinin ağlamaktan yorulmuş olduğunu gördüm: Kudüs İngilizlerin elinde idi.
Oradaki son Türklerin nasıl kahramanca vuruştuklarını masanın üstünden aldığım şifreli telgraftan okudum. Kudüs’ü İsrailoğulları gibi bırakmadık; Türkler gibi bıraktık. Nebi Samoil üstünden Müslüman veya Hristiyan mabetlere doğru inenler, Türklerin son gününü hatırlayacaklardır.
Karargahın içinde: “Kudüs düştü!” sözü ölüm haberi gibi yayıldı. Daha şimdiden Beyrut’a, Şam’a, Haleb’e göz yaşlarımızı hazırlamak lazımdı.
Artık yalnız Anadolu’yu ve İstanbul’u düşünüyorduk. İmparatorluğa, onun bütün rüyalarına ve hayallerine, Allahaısmarladık!
Zeytindağı’nın çamları arasından, güneşi hiç sönmeyecek, hiç akşam gölgesi görmeyecek gibi bakan Lût çukuru, şimdi bütün imparatorluğu, içine çeken bir mezar gibi, genişleyip derinleşiyor.
Eşyam ve kağıtlarımı bavuluma yerleştiriyorum. Artık Şam’dan ayrılıyoruz. Cemal Paşa İstanbul’da istifa edecektir.
Tren giderken iki tarafımızda Suriye ve Lübnan’ı sanki safra gibi boşaltıyoruz. Yarın kendimizi Anadolu köylerinin arasında Kudüs’süz, Şam’sız, Lübnan’sız, Beyrut’suz ve Haleb’siz, öz can ve öz ocak kaygısına boğulmuş, öyle perişan bulacağız.
Kumandanım harap Anadolu topraklarını gördükçe:
-Keşke vazifem buralarda olsaydı, diyor.
Keşke vazifesi oralarda olsaydı. Keşke o altın sağnağı ve enerji fırtınası, bu durgun, boş ve terk edilmiş vatan parçası üstünden geçseydi!
-Eğer kalırsam, diyor; bütün emelim Anadolu’da çalışmaktır.
Eğer kalırsa, eğer bırakılırsa… Anadolu hepimize hınç, şüphe ve güvensizlikle bakıyor. Yüzbinlerce çocuğunu memesinden sökerek alıp götürdüğümüz bu anaya, şimdi kendimizi ve pişmanlığımızı getiriyoruz. İstasyonda bir kadın durmuş, gelen geçene;
-Benim Ahmed’i gördünüz mü? Diyor.
Hangi Ahmed’i? Yüz bin Ahmed’in hangisini?
Yırtık basmasının altından kolunu çıkararak, trenin gideceği yolun. İstanbul yolunun aksini gösteriyor;
-Bu tarafa gitmişti, diyor.
O tarafa? Aden’e mi, Medine’ye mi, Kanal’a mı, Sarıkamış’a mı, Bağdad’a mı?
Ahmed’ini buz mu, kum mu, su mu, skorpit yarası mı, tifüs biti mi yedi? Eğer hepsinden kurtulmuşsa, Ahmed’ini görsen, ona da soracaksın:
-Ahmed’imi gördün mü?
Hayır… hiç birimiz Ahmed’ini görmedik. Fakat Ahmed’in her şeyi gördü. En alasından cehennemi gördü.
Şimdi Anadolu’ya, batı’dan, doğu’dan, sağdan, soldan bütün rüzgarlar bozgun haykırışarak esiyor. Anadolu, demiryoluna, şoseye, han ve çeşme başlarına inip çömelmiş, oğlunu arıyor.
Vagonlar, arabalar, kamyonlar, hepsi, ondan, Anadolu’dan utanır gibi, hepsi İstanbul’a doğru, perdelerini kapamış, gizli ve çabuk geçiyor.
Anadolu Ahmed’ini soruyor. Ahmed, o da dün bir kurşun istifinden daha ucuzlaşan Ahmed, şimdi onun pahasını kanadını kısmış, tırnaklarını büzmüş, bize dimdik bakan ana kartalın gözlerinde okuyoruz.
Ahmed’i ne için harcadığımızı bir söyleyebilsek, onunla ne kazandığımızı bir anaya anlatabilsek, onu övündürecek bir haber verebilsek… Fakat biz Ahmed’i kumarda kaybettik!
Burada ne büyük bir mücadele verildiği görülüyor. Çok zor şartlar altında, ülkesini savunmak için Anadolu’nun gençleri silah altına alınıyor ve düşmandan önce savaşmaları gereken bir dünya hastalık var. Savaşı kazansalar, hastalığa mağlup düşüyorlardı. Yazarın da şikayet ettiği durum bu. Buna rağmen Kudüs savunulmuş ve büyük fedakarlıklar gösterilmiştir. Şimdi bizlere de her nerede oluyor ve bulunuyorsak, her ne iş yapıyorsak, çok çalışmamız ve mücadele etmemiz gerekmez mi? akıllı insanlar nimetin kıymetini elinden gitmede anlayanlardır. Gafletin uzun sürmesi, nimeti görememek en büyük nasipsizliklerdendir diye acizane düşünüyorum.
Bu eserde döneme ait oldukça önemli ve güzel bilgileri bulmak mümkündür. Atay, anlattığı olaylara bizzat şahitlik ettiğinden elimizdeki bu kitap birincil kaynak statüsündedir. İçerisinde Kudüs’e dair anlattıkları ve oradaki adetlerden bahsetmesi eserin diğer bir özelliğidir. Eserden birkaç alıntı yapmış olduk. Umarım faydalanmışsınızdır.
Bunu biliyor muydunuz?
Kudüs’ün tarih boyunca beş farklı isim ile anıldığını yani Kudüs’ün beş tane isminin olduğunu biliyor muydunuz?
Kudüs’ün tarih boyunca kullanılan isimleri: 1. Urusalim, 2. Yebus, 3. Hz. Davud’un şehri 4. İliya ve 5. Kudüs’tür. Urusalim ismine dair iki rivayet vardır. Birincisi; İr- şehir- Salem-barış yani barış şehri veya Salim’in şehri anlamına gelmektedir. Yebus ismi bölgede bulunan Yebusilerden dolayı kullanılmaktadır. Hz. Davut Kudüs’ün fatihi olduğundan bu isimle anılmıştır. İliya ise Roma imparatoru Hadrianus şehri ele geçirdiğinde burada önceden şehri kuşatmak amacıyla bir koloni bulunmaktaydı ve koloninin adı İliya idi. Bundan dolayı şehir uzun süre İliya olarak anılmıştır.[1]
[1] Zekeriya Kurşun ve Ali İhsan Aydın, 100 Soruda Kudüs, 22.
Yorum Yaz