BİR YOLCULUKTAN…

DENEME

Sabah ışıklarıyla birlikte Maty Fall adlı hanımefendi, Atatürk Havalimanı’ndan Senegal’e uçmuş ve bu yolculuk esnasında Güney Sudanlı bir beyefendi ile tanıştı. Maty Fall, bu adamla uçakta gerçekleşen sohbeti detaylı bir şekilde, en yakın arkadaşı Gavu’ya e-posta atarak anlattı. Maty Fall tarafından gelen e-posta bu şekildedir:

Merhaba Gavu’cum

Dün sana söyleyemedim. Yolculuk esnasında münevver bir adam yanımda oturuyordu ve dikkatimi çekiyordu. Bu adamdan anlaşılan uzun zamandır yurtdışında yaşamış. Bakışlarında, derin bir tecrübenin izlerini görüyordum. Sessizliğiyle uzun bir hikâye anlatıyordu. Yüzünde yaşanmışlıkların yansımalarıyla birlikte, yıllardır yurtdışında yaşamış birinin özlem dolu ifadesini taşıyordu. “Artık yurt dışında çok kaldım. Çok yoruldum, yurduma dönüp, geri kalan ömrümü yaşayayım” diyen bir hissini onda seziyordum. Bu adamla konuşmak, sohbet etmek, hikâyesine kulak vermek için müthiş bir arzu duydum. Fakat nasıl onunla konuşacağımı bir türlü çözemedim. Bu adamla iletişime geçerek, ondan pek çok şey öğrenebileceğimi düşündüm. Onunla konuşmanın, belki de kendi hayatımda bir dönüm noktası olabileceğini tahmin ettim. Onunla konuşmak için bir sebep arıyordum. Tam bu düşünceler içindeyken, hostes beklenmedik bir şekilde çay, kahve ve soğuk içecekler dağıtmaya başladı.

Hostes geldi.

Hostes: Merhaba efendim, ne içersiniz?

Ben: Sade Etiyopya kahvesi alabilir miyim?

Yanımdaki adam: Çay alabilir miyim? demiş. Hostes, hay hay diyerek verdiğimiz siparişleri önümüzde bulundurdu ve derhal yan masaya geçti. Tam o sırada kulaklığım düştü. Adam, koltukların arasına giren kulaklığımı kaldırarak bana uzattı. Tebessüm ederek ondan aldım, teşekkür de ettim. Ayrıca benim adımın Maty Fall Hanım olduğunu söyledim.

Memnun oldum Maty Fall Hanım, benim adım da John Garang dedi. Ama kısaca Garang diyebilirsiniz.

Ardından ilave ettim, genel olarak yolculuk esnasında sıkılmamak adına genellikle insanlarla sohbet etmeyi severim. Siz de öyle misiniz?

John Garang: Ben de yeni insanlarla tanışmaktan memnuniyet duyarım. Çünkü yolculuklar, karşımıza yeni insanlar çıkarırken, yepyeni fırsatlar da önümüze seriyor.

Maty Fall: Kesinlikle! Yolculuklar rüyalar gibi ve her rüyada ayrı bir hikâye görürüz.

John Garang: Tabii ki efendim, dolayısıyla gördüğümüz her hikâye, her rüya, dolaylı bir şekilde bizlere mesaj verir.

Maty Fall: Sizin yolculuk anılarınız var mı?

John Garang: Tabii efendim, hem de unutulmaz anılarım var. Bunu anlatmaya kalksam, yolculuk boyunca bitmez. Eşimle bile bir yolculukta tanıştık.

Maty Fall: Ooo, eşiniz nereliydi, nerede tanıştınız çok merak ettim.

Garang, Eşiyle Olan Hikâyesini Maty Fall Hanıma Aktarıyor:

Eşimle yolculuk sırasında tanıştık. Bu tanışma, hayatımın en anlamlı noktalarından biri oldu. O yolculuktan itibaren birlikte yürüdüğümüz hayat yolculuğumuzun hikâyesi başladı. Bu hikâye benim için derin bir anlam taşımakla beraber, yaşamanın en muhteşem serüveniydi. Benim nazarımda yolculuklar sadece yer değiştirmek değil, öte yandan kendimizi, fikrimizi ve iç dünyamızı da değiştiren bir etkendir. Kederin acayip cilvelerle örülmüş hâlini yolculuklarda görmek mümkündür.

Bizim hikâye 25 Mayıs 2012 senesi sonbaharında ve yağmurlu bir günde ilk tohumu atıldı. Ülke Türkiye, şehir ise âşıkların şehri İstanbul’du. Tren yolculuğunda tesadüfen değil, tevafuk olarak karşılaştık. Yan yana oturuyorduk, birbirimize bir şey söylemeden, bakışlarla konuşuyorduk. Karşılaştığımız ilk andan itibaren aramızda bir yakınlık hasıl oldu. Tren Yenikapı son durağa ulaştı. Yürüyen merdivenlerden yukarıya doğru çıkıyorduk. Şu ana kadar kimse kimseye bir şey söylemiyordu. Kızın giyiniş tarzından nereli olduğunu bana belli oluyordu. Kim bilir, belki o da benim nereli olduğumu tahmin ediyordu. İçimde garip bir ses fısıldıyordu, bu bayanla tanış diyordu.

Bir anda İngilizce olarak ona:

-Hello

-Hello

-How are you?

-I’m good. How are you?

-Thank you, I’m fine too.

Sonra ona İngilizce olarak birtakım sorular sordum. İngilizcesinin biraz zayıf olduğunu belirtti ve Swahili dilinde daha rahat ifade edebileceğini dile getirdi. 2003 yılında Tanzanya’dayken, Vivian adlı bir hocadan Swahili dersleri almıştım. Dolayısıyla konuşma konusunda bir sıkıntım yoktu ve onunla Swahili olarak sohbet etmeye başladım. Bu genç kızla aramdaki bağ, içsel bir uyum hissi bariz görünüyordu. O, adeta içimdeki yankı gibi sesleniyordu, duygularımın bir yansıması oluyordu.

Bu genç bayan İstanbul’la uyum içinde, dolgun ve açık siyah tenliydi. Marmara Denizi’nden esen rüzgâr yanaklarını okşuyordu. O zaman rüzgârdan büyük bir kıskançlık duyuyordum. Bu hanımefendinin yüzünde manalı tebessümler oluşuyordu. Manalı manalı sözler söylüyordu. Gülümserken, gözlerinden bir güzellik bulutu geçiyormuşçasına bir tablo resmediyordu. Göğsünde bizim Cebel Marra Dağı[1]’nın tatlı portakallarını taşıyordu ve gelip geçenlerin dikkatini çekiyordu. Bu kız, benim hayalimdeki bütün Afrika kadınlarından güzellik alıyordu. Çok konuşmazdı, sorularımı kısa bir şekilde yanıt veriyordu. Afrikanist bir kadın ve Pan-Afrikanizm uğrunda mücadele veriyordu.

-Nerelisin diye sorduğumda Afrikalıyım dedi.

- Biliyorum, hangi ülkedensin?

- Benim belli bir ülkem yok, tüm Afrika bizimdir. Batı ülkeleri tarafından çizilmiş sınırlara inanmıyorum. Botsvana vatandaşlığım olmasına rağmen, kendimi Birleşmiş Afrika vatandaşı olarak görüyorum.

- Anladım ama artık o sınırları kabul etmek zorundayız, bu sınırları çizmesek de.

- Bu uzun bir hikâye, “sana söylediğim şeyler inandığım davadandır, savunduğum düşüncedendir, tasavvur ettiğimiz mefhumdandır, tasarladığımız Afrika'nın geleceğin dünyasındandır. Seni nasıl sınırlar çizerek inandırırlarsa, ben de var olduğum sürece, bu düşünceyi savunarak, seni inandıracağım. Pan-Afrikanizm fikrini benimsemeden önce, sizin gibiydim Garang Bey. Sonra bu konu hakkında çok düşündüm, araştırmalar yaptım. Ben kimim? Hangi medeniyete mensubum, kimlik ne ifade eder? Milletler ne ile yaşar? Aklımı kurcalayan sorular Pan-Afrikanizm düşüncesinde cevabını buldum ve kani oldum. O günden sonra, artık kendimi sadece Botsvanalı bir hanım olarak değil, Büyük Afrika dünyasının aynasında görüyorum. Kısaca Afrikanist[2] bir bayanım.

- Anladım, Afrikalı kız, nedir ismin?

- Benim adım Linda.

- Benim adım Garang.

- Memnun oldum.

- Ben de memnun oldum diyerek elini sıktım. Elinin sıcaklığını hissedene kadar bırakmadım. Bana niye o kadar elimi sıkıyorsun der gibi baktı. Fakat bir şey demeden sükût içinde kaldı. Bu sessizlikten çıkmak için ona sormaya başladım.

- Hangi okulda okuyorsunuz?

- Boğaziçi Üniversitesi'nde.

- Hangi bölümdesin?

- Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümündeyim.

- Siz okuyor musunuz?

- Hayır, ben okumuyorum, çalışıyorum.

Aniden telefonu çaldı ve özür dileyerek, "Ben gidiyorum, görüşürüz," dedi. İlk buluşmada, Linda ile geçirdiğim kısa sürede ona karşı derin bir ilgi hissettim. Ancak ne yazık ki, kız ani bir şekilde gitmek zorunda kaldı. Birkaç dakika içinde kurduğum umutlarımın da gittiğini hissettim. Onu çağırıp, adresini veya numarasını almak istedim. Tam cesaretimi toplamaya çalışırken, ortalıktan kayboldu Linda. Linda, giderken bana öyle bir bakış attı ki, o bakış çok şey anlatıyordu. Onunla bir daha karşılaşmayacağımı düşünüyordum. Fakat kader bizi tekrar bir araya getirdi.

Tam bir ay sonra, aynı yerde, beklenmedik bir şekilde buluştuk. O an, ikimiz de içimizdeki hislerle yüzleştik. Gözlerimdeki umut, Linda’nın yüzündeki tebessümle karşılandı. İlk buluşmada boşa çıkan istek, şimdi yerini heyecana bırakmıştı. Zaman aktıkça, güzel Afrika kahvemizi yudumladık.  Gambiyalı hanımların zarif elleriyle hazırlanan serin Bisap[3] şerbetiyle serinlendik. Aramızdaki mesafe giderek azaldı. Eskiden uzun ve ince görünen yollar genişledi. Hayat içimizde güldü, farklı duygular uyandırdı. Linda ile güldük, birlikte ağladık, birlikte yaşadık. Linda, benim için sadece bir eş değildi, aynı zamanda bir fikir ve dava arkadaşıydı. Linda, tam cesur Afrika kadınıydı dedi, Garang Bey….

Değerli dostum Gavu’cum, maili çok uzattım. Garang Bey hikâyesini bitirmeden uçak Senegal Blaise-Diagne Uluslararası Havalimanı'na indi. Hikâyenin tam ortasında kalakaldım. Garang Bey'in gözlerindeki o derinlik ve anlattığı her kelimenin ardında saklanan anlam beni öylesine içine çekmişti ki, hikâyeyi sonuna kadar dinlemek istiyordum. Ama uçak inince hikâye yarım kaldı, adeta aklımda asılı kaldı; Anju gibi.

Gavu’cum, Linda Hanım’ın savunduğu düşünceler beni de derinden meraklandırdı. Yolculuktan döner dönmez bu konuda araştırma yapmaya karar verdim. Benimle var mısınız?

Muhammed Abdalla Khazin

 

[1] Cebel Marra Dağı, Sudan'ın batısında, Darfur bölgesinde yer alan önemli bir dağdır. Bu dağ, mümbit   topraklara sahiptir. Ayrıca tatlı portakallarıyla ve çeşitli meyveleriyle meşhurdur.

[2] Afrikanist: Pan-Afrikanizm düşüncesini benimseyen zata denir.

[3] Bisap, Afrika'nın ünlü ve geleneksel bir şerbetidir. Batı Afrika'da "Bisap" olarak adlandırılırken, Sudan, Çad ve Mısır gibi ülkelerde "Kerkede" ismiyle bilinir. Bu içecek, Afrika kültüründe öylesine büyük bir öneme sahiptir ki, neredeyse milli bir şerbet olarak kabul edilir

Muhammed Abdalla Khazin
Muhammed Abdalla Khazin

Muhammed Abdalla Khazin 1996'da Sudan'da dünyaya geldi. İlkokul, ortaokul ve lise eğitimini ülkesinde tamamladı. Eylül 2015'te Kur'an-ı Kerim ve İslami İlimler Üniversitesi Dil Fakültesi Türkoloji Böl ...

Yorumlar
  • author
    The Zahir
    28.06.2024 / 08:50

    " Bir Yolculuktan anlar " başlık Ellerine Ve Kalemine Sağlık. Linda'yim, Yenikapı'de Garang'im görmek için, her gün oradayım, ama ne yazık ki, Garang'im ne Yenikapıde ne Türkiye de gibidir, hem de ben Linda gibi olmadığımı farkındayım. Linda Cesur, Panafrikanizm Davası Kalbinde taşınır, Ben de O davaye Hakkı tanırım, inanırım, ama Linda nin cesareti gibi nasıl olurum? Lindayu sorar mısın? Napiyim ?

Yorum Yaz