İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
İnsanoğlu bilim anlamında en modern gelişmeleri silah yapımında ve geliştirilmesinde kullandı. Özellikle de Sanayi Devrimi’yle teknolojide ivme kazanılması ve ortaya çıkan yeni buluşlar, insanın silah alanındaki çalışmalarında önemli bir sıçrama tahtası oldu. Yüksek oranda ölüm ve tahribat yaratan konvansiyonel silahlar, el bombaları ve havan topları ve devamında bir kitle imha silahı olan atom bombasının keşfi bu sıçramanın en büyük göstergesiydi.
Barutun Çinliler tarafından keşfedilmesi ve savaş teknolojisinde kullanılması M.Ö. 800’lü yıllara rastlamaktadır. Bu yeni keşfin diğer kıtalara taşınması ve zaman içerisinde ateşli silahların üretimi ile birlikte insanoğlu, içinden çıkamayacağı bir savaşlar silsilesinin de fitilini ateşlemiş oldu. Tabanca, top, tüfek gibi silahların savaş alanına girmesiyle birlikte canlı kayıplarının sistematik bir şekilde artması gibi bir durum söz konusu olmuştur. Savaşlarda kullanılan ve ölüm kusan birçok makine dahi, insanoğlunu silah konusunda tatmin edememiştir. Bu süreç kitle imha silahı dediğimiz yıkım ve yok oluşu içerinde barındıran ve etki gücü yüksek bombaları doğurmuştur. Atomun parçalanması ile ortaya çıkan enerjinin büyüklüğü karşısında şehirlerin yok olması ve birlerce hatta yüz binlerce insanın bir anda buharlaşması ile ilk kez nükleer silah olarak adlandırdığımız atom bombasının etkisi ve boyutu keşfedilmiş oldu. İkinci Dünya Savaşı’nda Japonya’ya karşı deniz savaşlarında kazanmasına rağmen savaşa son veremeyen ve mutlak galibiyet arayan ABD bulduğu bu atom bombasını iki farklı Japon şehrinde denemiş oldu. Önce Hiroşima, ardından da Nagazaki’yi haritadan silen bu bombalardan dolayı Japonya savaştan çekilmek zorunda kalmış, acısı bugün bile hâlâ devam eden derin yaralara gark olmuştur. İnsanlığın bu talihsiz buluşunun, insanoğluna verdiği zarar karşısında tüm dünyada yarattığı hayret duygusu ve korku ilerleyen zamanlarda nükleer silahların sınırlandırılması, kullanımının ve üretiminin yasaklanması ile sonuçlanmıştır.
İkinci Dünya Savaşı’nın ABD ve SSCB’nin içerisinde bulunduğu Müttefik devletlerce kazanılması üzerine, dünya iki farklı devletin güç mücadelesine sahne olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği arasında geçen güç mücadelesi her ne kadar ideolojik bir savaş gibi gözükse de meselenin farklı boyutları mevcuttur. İki ülke arasında yaşanan silahlanma yarışı göz önüne alındığında bu mücadelenin sadece ideolojik temelli olmadığı daha net anlaşılacaktır. Soğuk Savaş diye adlandırdığımız o dönemde, silah sanayisi alanında teknolojinin geldiği son nokta olarak gösterilen nükleer enerji devletlerarası güç mücadelesinin yeni adresi olmuştu. ABD’nin 1945 yılındaki ilk nükleer denemesinin ardından Rusya da 1949 yılında ilk nükleer denemesini gerçekleştirmiştir. Sırasıyla 1952’de İngiltere, 1960’da Fransa, 1964’te Çin Halk Cumhuriyeti, 1966’da İsrail, 1974’te Hindistan, 1979’da Güney Afrika, 1998’de Pakistan ve son olarak 2006 yılında Kuzey Kore nükleer silah sahibi olmuştur. Bu denli yıkıcı bir silaha sahip olan ülke sayısının artmasının yarattığı korkuyla birlikte bunun önüne geçmek isteyen nükleer silah sahibi ülkeler bir dizi program hazırlamış ve uygulamaya sokmuştur.
Soğuk Savaş yıllarında iki kutuplu rekabetin en çok gün yüzüne çıktığı meselelerden biri de hiç şüphesiz Küba Füze Krizi’dir. ABD’nin Türkiye’ye, Rusya’nın da 1962 yılında ABD’nin hemen yanı başındaki bir ülke olan Küba’ya nükleer başlıklı füze yerleştirmesi sonucu tırmanan gerilim iki devleti nükleer savaşın eşiğine getirdi. Fakat olası bir savaş durumunda yaşanacak zararın büyüklüğü ve güç kaybı devletleri uzlaşma yoluna itti ve her iki devlet de geri adım atmış oldu. Burada vurgulamak gerekir ki iki devasa güç de caydırıcı nitelikte olan nükleer silahların varlığından ötürü sıcak çatışmayı göze alamamıştır.
Nükleer caydırıcılık dediğimiz kavram Soğuk Savaş sürecinde nükleer silahların kullanımından doğan bir askeri savunma biçimidir. En net tanıma göre “Nükleer silahların yüksek yıkıcı gücünden dolayı, bu nükleer silaha sahip bir güç sürpriz bir saldırıyla yok olmasına karşı korunması koşuluyla daha güçlü bir düşmanı caydırabilmektedir.” Yani nükleer silaha sahip bir ülkeye, ülkenin varlığını tehdit eden bir hareket yapıldığında, bu harekete karşı nükleer reaksiyon gösterip göstermeyeceği bilinemez. Bu nedenle denebilir ki uluslararası toplumda nükleer sahibi ülkelerin beka konusunda daha ayrıcalıklı bir yeri vardır. Devletin varlığını yok etmeye yönelik en ufak bir oluşumda nükleer reaksiyonların aktifize edilmesi gibi bir durum söz konusudur. Bu da diğer ülkelerin o güç sahibi ülke ile sorunsuz bir ilişki içerisinde yaşamasını sağlar.
Nükleer silahlanma rekabet ortamında varlık gösteren devletlerarası mücadelede her ne kadar savaşı önlüyormuş izlemi uyandırsa da bu durum tehlikeli noktalara evrilmektedir. Güven vermeyen ve çatışmadan beslenen ülkelerin nükleer silahlara sahip olması insanlığın geleceği açısından korku uyandırmaktadır. Mesela Hindistan ve Pakistan arasındaki düşmanlık iki devleti de silahlanma ve güç elde etme yarışı içine sokmuştur. Her iki ülkenin de nükleer silahlara sahip olması şimdilik bir caydırıcılık sağlasa da gelecek adına kaygı uyandırmaktadır. Bu düşmanlığın boyutları o kadar ileri seviyededir ki olağanüstü bir olay karşısında fitillenecek bir bomba her iki ülkeyi de yok olmanın eşiğine getirecektir. Kuzey Kore gibi parlamenter yapıdan uzak monarşinin varlık sürdüğü devletlerde, tek kişinin ağzından çıkacak savaşla ilgili bir sözün koca bir ulusun kaderi olması, nükleer silah konusundaki kaygıları haklı çıkarmaktadır. Bölgesinde kızgınlaşan ve kontrol altına alınmaya çalışılan Kuzey Kore karşısında devletlerin mesafeli yaklaşımı nükleer caydırıcılığın en önemli göstergelerinden birisidir. İsrail’in nükleer silah gücünü, bölgesinde yaptığı haksız, hukuksuz toprak işgallerine karşı bir paravan olarak kullandığı da bir gerçektir. İsrail’in bu girişimlerine karşı mukavemet göstermekte pek de istekli olmayan çevre ülkeler, nükleer silahların varlığından ötürü seslerini çok çıkaramamakta ve yeterli bir görüntü çizememektedir.
Nükleer silah sahibi ülkeler nükleer silahların ve silah teknolojisinin yayılmasını önlemek, nükleer enerjinin barışçıl kullanımlarında iş birliğini arttırmak ve nükleer silahsızlanma hedefini ilerletmek amacıyla 1968 yılında Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’nı imzaladı ve antlaşma 1970'te yürürlüğe girdi. Bu antlaşmayla birlikte nükleer tehdit karşısında önemli bir adım atılmış oldu. 189 ülkenin taraf olduğu bu antlaşmaya İsrail, Pakistan ve Hindistan dâhil olmamış, 2003 yılında da Kuzey Kore antlaşmadan çekildiğini ilan etmiştir. 1972’de ise Stratejik Silahların Sınırlandırılması Antlaşması imzalandı. 2010 yılında da güncellenerek Yeni Stratejik Silahların Azaltılması Antlaşması adını alarak modern şekle büründü. Görüldüğü üzere ülkeler nükleer tehlikeden ötürü silahsızlanma adımları atarak bu alanda kâğıt üzerinde de olsa ciddi bir duruş sergilemişlerdir. Son olarak 2017 yılında ABD, Rusya, Çin gibi nükleer güç sahibi ülkelerin karşı çıkmasına rağmen nükleer silahların tüm dünyada imha edilmesi ve yenilerinin yasaklanmasını amaçlayan Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşması Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda 122 ülkenin onayıyla kabul edildi. Nükleer silah sahibi olan ABD, Rusya, Birleşik Krallık, Çin, Fransa, Hindistan, Pakistan, Kuzey Kore ve İsrail ise bu antlaşmayı kabul etmeyerek imzalamadı.
Nükleer silahlanma yarışı İkinci Dünya Savaşı’ndan beri ülkelerin güvenlik bağlamında birinci önceliği haline gelmiştir. ABD’nin Japonya’ya attığı iki atom bombasının ardından birçok devlet nükleer silaha sahip olmaya çalışmıştır. İki kutuplu dünya yapısının varlık sürdürdüğü Soğuk Savaş yıllarında Küba Füze Krizi ile tırmanan nükleer gerginlik tarafların geri adım atmasıyla çözülmüş ve sonuçları küresel olacak bir savaşın önüne geçilmiş oldu. Daha sonra nükleer programa sahip ülkelerin çabalarıyla Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması imzalanmış ve silahsızlanma anlamında ciddi bir adım atılmıştır. Buna rağmen birtakım ülkelerin antlaşmaya aykırı hareket etmesi de uluslararası toplumda kaygı uyandırmaktadır.
M. Fatih Özmen
Pusat Doğan Köse
07.07.2021 / 20:55Amerikan Bilim Adamları Federasyonu, 2012 itibarıyla dünyada 4.300'ü kullanıma hazır olmak üzere toplam 17.000 nükleer başlık bulunduğunu ifade etmekteler. Hocam sizce dünya bir atom bombasının patlamasına karşı koyacak fiziksel bir gücü kaldım? Yada borsanın tek tuşuna basarak ülkelerin ekonomik çöküşlerinin izlerini atom bombası gibi tahrip edilmiş ekonomi, siyasi çarkıntılarını ve darbelerin getirdiği iç savaş gibi küresel oyunların izleri galiba atom bombasının izlerini aratmıyor...