ÇEKİRDEK

HİKAYE

"Göz bebeklerini, hatta kirpiklerini dikip odaklandığı tespih dizme işini uzaktan biri izlese, bir sarrafın altının pahasını anlamak için taktığı büyütecin zihinde çıkardığı merak kıvılcımlarını görür gibi olurdu."

Uzun bir uğraşın sonunda dizdi 33 taneli tespih taşlarını çok sevdiği mumlanmış ipliğine. Mütemadiyen koyu kahverengi bir ip seçerdi Bektaş Bey'in  iplik dükkanından. Bu sırada odaklandığı tespih dizme işi alnında emeğin beyaz terlerini damla damla biriktiriyordu. Yer yer ahşap zemin ile buluşan damlalar, odayı saran koyu sarı ışıkla daha bir parlak görünüyorlardı. Yusuf Bey pür dikkat ve büyük bir simetri ile kestiği tırnaklarının yanlarından çıkan ve yaptığı tespihlerin iplerine takılan derilerden hep şikayetçi olur, işine engel olan her ayrıntıya kızdığı gibi onlara da kızardı. Siyah gözlü, orta boylu bir adamdır Yusuf Bey. Omuzları bir gezegen hizasında ve dert yüklenmeye müsait, yüz hatları sanki her çizgisinde bir çağ taşıyormuş kadar uzun ve derindi. Tavan lambasını hiç sevmez, ışığa hep yakın olmak için masa lambası kullanırdı. Göz bebeklerini, hatta kirpiklerini dikip odaklandığı tespih dizme işini uzaktan biri izlese, bir sarrafın altının pahasını anlamak için taktığı büyütecin zihinde çıkardığı merak kıvılcımlarını görür gibi olurdu. Tüm bunların içinde bir şehadet ve baş parmak uyumuyla dizdiği tespih elinden kaçıp yere, tahta zemine, sanki her tanesinde geceye bıçak saplayan kıvılcımlar saçarak dağıldı. Aylar var bu durumla karşılaşmamıştı. Tepkisi sanki her taneyi zeminde takip edecekmiş gibi yerinde hızla oynayan ve tane kovalayan gözlerin raksıyla oldu. Ölü sessizliği geceden kopup bu dört bir yanı taş ve ip dolu baharat renkli odaya hücum etmişti. Yusuf Bey, duraksadığı yerden gayri ihtiyari ileri doğru atıldı ve elinde kalan imameyi sıkıca kavrayıp, gölgeler oyunu oynayan küçük zeytin çekirdeklerini aramaya koyuldu. Herkes onun bu çabasına hayret ederdi. Zira boydan aşağı bir sabır manzumesi olan bu iş, onun yüz çizgilerine saklanan gizi bir kat daha arttırıyordu. Her sabah erkenden kalkar, fecr vaktine olan borcunu öder gibi, ibadet etme dikkatiyle, biriktirdiği zeytin çekirdeklerini bir kaç alet yardımıyla zımpara eder, önce sert ve sivri uçlarını yumuşak ve oval hale getirir, ardından bir iğne yardımıyla küçük delikler açtığı zeytin çekirdeklerini sedef kaplama kutusunda biriktirirdi. Bunu öyle bir vücut uyumuyla yapar ki sanki tüm vücut ayarlı bir saat gibi zamanını işletir ve şaşmaz bir dikkatle vazifesini yerine getirirdi. Bu bir yaşamak tasavvurudur Yusuf Bey için, bu bir varoluş gayesini maddenin çekirdeğinde arama meselesidir.

Zeytin çekirdeği bir artıktık insanlar için, zira etli üst meyve yenir, ötesi sert çekirdek... Fakat Yusuf Bey'in gönlünde yanan ateşi bu çekirdek söndürür. Onu törpülerken aslında benliğini törpüler, insana ve yaratılış gayesine olan kinini törpülerdi. Bunun idrakinde olan çekirdek taneleri ise ona usulca boyun eğerdi. İşte bu kum saati akışında ki parlak tanelerin birbiriyle kurduğu soyut bağın silsilesi, bu aramak ve bulmak ikilemi, Yusuf Bey'in kuyusunda gönül muhabbeti ve iş dikkatine evrilirdi.

Zaman akıyor alnında ki terler tek tek ahşabı kana buluyordu. Nasıl olmuştu? Nasıl olmuşta tam imameyi ipe geçirecekken elinden hatta parmağından kayıp gitmişti koca emek? Yerden topladığı taneleri hep tek tek sayıyor, saydığını her seferinde eksik bulup bu eksikliği kendi içinde yaşayıp iyice dertleniyordu. Yarım ışık masa altlarına yetişmeyince açık ellerini zemine sürterek gezdiriyor, bulduğu her tanede bir damla ter daha bırakıyordu kederinden. O gece sabah namazına kadar bu iş böyle sürdü.

Kalbinin katran renkli bir sızısı vardı Yusuf Bey'in. Adı Yusuf'tu fakat kaderi ona Yakup olmayı biçmişti. Bilindiği kadarıyla, on yıl kadar önce bir trafik kazasında eşi ve iki çocuğu ölmüş, Yusuf Bey bunu Mısır'da, iş için gittiği bir vakitte öğrenmişti. Sisin azrail kanadı olduğu bir mevsimde(o böyle anlatır) şoförün anlık bir hatasıyla küçükçe bir uçuruma yuvarlanan araçta Yusuf Bey tüm ailesini kaybetmişti. Sis ona hep ölümü anlatır bu nedenle. Zira dönmek için bilet aldığı uçak da sis nedeniyle birkaç gün onu ailesinin ölü bedeninden ayrı koymuştu. Bu hal ile bütün şuurunu yitiren Yusuf Bey, ailesinin bilmediği bir yere gömülmesini istemiş, adının Yakupluğuna talip olmuştu. ''Bu idrakin zirvesi, imanın marifetidir'' demişti onun için müritlerine.

Yusuf Bey on yıldır bilinmeyen mezarların, bilinmeyen ölülerini bir sisin içinde, kendi göğüs kafesine gömmüştür. ''İncir ve zeytine yemin'' edip, ömrünü onlara adamıştır. Bu ayete mazhar olan zeytin tanelerine hürmeti de buradan gelmektedir.

İşte tüm bu arayışla beraber sabah olmuş, ezan okunmuş ve sis çöken yolda, sese yönelip iz bulunmuştur. Yusuf Bey, o günden sonra bir daha hiç zihninin zeytin tanelerini toplamayıp hep dağınık kalmıştır.

                                               Hüseyin GÜVENEK

Yorum Yaz