İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Çırpınıp içinde döndüğüm deniz
Dalgalanır coşar ürüzgarından
Mevce gelip cuş eyleyen aşkımız
Ah çektikçe kaynar gelir derinden
Derya coşar inci saçar kenara
Aşk ehli dayanır ateşe kora
Bülbüller gül için geymişler kara
Seherler uyanır bülbül zarından
Aşıklara gurbet bülbüle firkat
Derdimi sorarsan dürülü kat kat
Ey gönül derdinden etme şikayet
Yüce dağlar gurur duyar karından
Derd ile mihnete dalmayan aşık
Ne yemiş ne doymuş eli bulaşık
Kınaman Veysel'i fikri dolaşık
Ayrılmış yarından yar diyarından
Aşık Veysel
Adımı “Ozan” koyan babamın gençliğine değin uzanıyor bağlamanın hayatımdaki serüveni. 27 yıllık ömrümün tamamında kulağımda, son 23 yılında ise elimden düşürmediğim dert ortağım, gönül hallerimin şahididir bağlamam.
Babam, askerlik çağından evvel Karakoçan’daki köyünde bağlama sevdasına düşer. Bir bağlama alabilmek için 3 arkadaşıyla birlikte harçlıklarını birleştirirler ve ortaklaşa bir bağlama alırlar. Günleri aralarında pay ederler ve gâh babamda kalır bağlama gâh diğer iki arkadaşında. Öğretecek biri de olmadığından köyde kendi kendilerine öğrenmeye çabalarlar. Aradan zaman geçer babam biraz daha para biriktirip arkadaşlarına paylarını öder ve bağlamayı tamamen kendine alır. Sazının heyecanı babamı öylesine sarmıştır ki bağlama çalışmaktan işlerini güçlerini aksatır. Dedem evin işleri konusunda hassastır ve bu duruma epey kızar. Hayvan gütme ve bağ/bahçe işlerinin aksaması demek köy yerinde her şeyin aksaması demektir. Dedem böyle bir gün babamın bağlama çaldığı esnada hışımla gelir, babamın sazını alır ve kırar. 80’lerin ikinci yarısında 18-19 yaşlarında babam İstanbul’a çalışmaya gelir. Kendine yeni bir bağlama edinir ancak eğitim alamaz. Askerlik ve peşinden evlilik süreciyle geçim derdi babamı dört kolla çalışmaya sevk eder. Hobi olarak bağlama çalmak ve türküler söylemek hayatında süregider. 90’larda köyde vefat eden bazı akrabalarımıza yaktığı Kürtçe ağıtlar hala Karakoçan’ın birçok köyünde dillerdedir.
Hafızamın yettiği kadar 90’ların ikinci yarısından hep hatırladığım evimizde babam bağlama çalar, annemle birlikte türküler söylerlerdi. Soğuk kış gecelerinde bir odaya yaşlı/genç akrabalarımızla toplaşır hep birlikte türküler söyler muhabbeti şirin şerbet eylerdik. O zamanlar yurt dışında çalışan bir akrabamız iyi ses kaydı alan yakışıklı bir teyp hediye etmişti bize. O teyp sayesinde babamlar türküleri kasete kaydeder, köydeki akrabalara eş dosta hediye gönderirlerdi(sonraları eve giren hırsız çalmaya değer bir tek o teybi bulup götürecekti). Hatta o zamanlar sesli mektuplar gider gelirdi Karakoçan ile İstanbul arasında. Tıpkı bugün akıllı telefonlarımızdan ses kaydı yollar gibi teyplerle kasetlere mektuplar kaydedilir; İstanbul’dan memlekete, memleketten İstanbul’a yollanırdı. Babamın türkü kaydedip memleketteki akrabalarına yolladığı kasetler bir zaman sonra Karakoçan’da yolcu minibüslerinde hatta İstanbul-Karakoçan arası hizmet veren yolcu otobüslerinde çalmaya başlamıştı. 1996 yılında yani ben 3 yaşındayken kendisi bağlama çalarken bana türkü söyletip kaydettiği bir kaseti bugün hala saklıyoruz.
Yaşım dörttü ancak o günü hayal meyal de olsa hatırlıyorum. Babam benim için gürgen ağacından oyulmuş bir bağlama getirdi eve. Adımı “Ozan” koyduğundan beri bu günün gelmesini bekliyordu sanırım. O zamana değin türküleri dinleyerek, söyleyerek yaşıma göre çok iyi bir kulak dolgunluğuna sahip olmuşum fark etmeden. Babam nota bilmezdi. Tamamen dinleyerek kendi kendine öğrenmişti bağlama çalmayı. Haliyle bir eğitim metodu bilmiyordu ancak kendisi nasıl çalıyorsa bana taklit ettirerek çalmayı öğretti. Nasıl öğrettiğini hatırlamıyorum. Gülünç bir durum bunu hatırlamamam ancak bağlamayı nasıl öğrendiğimi hatırlamayacak kadar küçüktüm. Tıpkı okuma yazmayı ne zaman öğrendiğimi hatırlamamam gibi.
İlkokula başladım. 23 Nisan merasimlerinin vazgeçilmezi olmuştum. Hayli zayıf ve kısa boyluydum. Bağlamam boyum kadardı ve teknesini dizime koyduğumda sapa yetişemiyorum diye 23 Nisan programlarında sahneye sınıflarda kullanılan geniş oturaklardan getirirlerdi ve ben sazın teknesini oturağın üzerine koyarak çalardım. Ayaklarım da yere yetişmez havada sallanırdı. 3. Sınıfta okula dışarıdan bir bağlama hocası geldi ve sınıflarda duyurular yaptılar. Okulumuzda bağlama kursu açılıyordu. İşçi bir babanın oğluydum ve 90’lardaki ekonomik sıkıntılarımızı bir çocuk olmama rağmen idrak etmiştim. Hayatım boyunca bana tutumlu bir insan olmayı ve israftan uzak durmayı öğretti o çocuk yaştaki idrakim. Bağlama kursu için kayıt sırasında birkaç ayın ücretini peşin istiyorlardı. Bu masrafı aileme yüklemek istemedim. Hiç unutmam, sınıf öğretmenim bana o parayı ödeyebileceğini, ne zaman istersek kendisine ödeyebileceğimizi söyledi ve ödedi de. Öğretmenimin vesilesiyle kursa başladım. Sonrasında babam o parayı öğretmenimize ödemişti. Öyle heyecanlı ve istekliydim ki sazıma dört kolla sarılmıştım ve hocamın ağzına bakıyordum bugün bize ne öğretecek diye. Bu zamana kadar babamdan kara düzen dedikleri âşık tarzı bağlama çalmayı öğrenmiştim. İlk defa nota isimlerini, bağlama düzeni ile bağlama çalmayı öğreniyordum. Kurs günlerinin akşamları eve gidip öğrendiklerimi babama gösteriyorum ve o da benden yeni çalma metodunu öğreniyordu. Bu sefer babamla rolleri değiştirmiştik. Dönem sonunda kurs arkadaşlarımızla birlikte okulda bir konser verdik. Bizim için harika bir tecrübe olmuştu. Bağlama hocamız yeni dönemde eğitime okulda devam edemeyeceğini ve kendi dershanesine gelmemizi rica etti. Dershanesi ilçemizde olsa da evimize biraz uzaktı ve ben 4. sınıfa yeni geçmiştim. 2-3 ay annem beni kursa götürdü ancak daha fazla devam edemedik. Kurstan ayrılmak zorunda kaldım. Tüm öğrendiklerimin üzerine bir şeyler koymak için her gün evde uzun saatler bağlama çalardım. Ortaokul yıllarımda babam eve bir VCD oynatıcı almıştı. Artık kaset dönemi bitmiş CD albümler yaygınlaşmıştı. Yeni çıkan albümleri alıp CD oynatıcıda saatlerce dinleyip taklit etmeye çalışıyordum. O albümler yeni eğitmenlerim olmuştu. O zamana kadar hep Türk halk müziği ve yöremize ait Kürtçe şarkılarla muhatap/meşgul olmuştum. O dönemlerde klasik Türk müziğine ilgisi olan ve ney üflemeyi öğrenen kıymetli bir ağabeyim –aynı zamanda yakın akrabamız olur- bana repertuarı klasik Türk müziği eserleri ve türküler ile harmanlanmış hem klasik Türk müziği sazları hem de Türk halk müziği sazları ile icra edilmiş bir albüm hediye etti. Orada ilk defa tarzına yabancı olduğum eserler dinledim ve çok hoşuma gitti. Albümdeki eserlerden biri Tamburi Cemil Bey’e ait “Çeçen Kızı” isimli eserdi ve icrada ney ve bağlama bir aradaydı. Saatlerce, günlerce, haftalarca o eseri dinleyip çalmaya gayret ettim. Bağlamada notaların yerlerini biliyordum ancak kâğıt üzerinde nota okumayı öğrenmemiştim. Bugünkü gibi internet de hayatımızda o kadar aktif değildi. Dolayısıyla kulağım CD oynatıcıda saatlerce bağlamam ile hangi notaya bastığını anlamaya çalışıyor ve eseri çıkarmaya çalışıyordum. Benim için zor bir eserdi ama orijinaline yakın derece çalmayı başardığımda albümü hediye eden ağabeyimle düet yapma imkânı nasip oldu. Yaptığım işten aldığım zevkin doruk noktaları böyle anlardı hep.
Ortaokul yıllarımda akraba eş dostların düğünlerine davet edilir oralarda çıkıp bir iki türkü çalar söylerdim. Yaşım küçük olduğu için beğenilirdi ve aileme gelen övgü dolu sözler babamı gururlandırır dururdu. O yıllarda bir albüm teklifi geldi babama benim için. Babamsa önceliklerinin benim okulum ve eğitimim olduğunu söyleyerek teklifi reddetmişti. İyi ki reddetmiş derim hep. Hatırlayanlar bilir o dönemler 80’lerin küçük Emrah’ından sonra 90’ları kasıp kavuran Küçük İbo’nun ergenlik dönemi ses değişimine uğramasından ötürü albüm yapmadığı ve yeni bir küçük sanatçı için müsait bir ortamdı ama Türkiye buna hazır mıydı bilemiyorum.
Bağlama çaldığım ortamlar farklılaşınca sürekli müzik teorisi bilgimin zayıflığı karşıma çıktı. Babam iyi bir eğitim almam için iyi bir hoca buldu ve ben liseye henüz başlamış 14 yaşında iken iyi bir eğitime girdim. Hem piyano başında solfej dersleri alıyordum hem bağlama dersi alıyordum. Babam bu eğitime önem vermişti ve benim hem grup derslerine girmem hem de birebir özel ders almam için imkânlarını zorlamıştı. Nota başlarda zor geldi. Ben daha çok pratik yapmak istiyor ve yeni çalma teknikleri öğrenmek istiyordum. Hocamı bir gün çok kızdırdım bu konuda ve beni kurstan kovdu. Hiç unutmam “Ben seni para için eğitmiyorum. Nota çalışmayacaksan bu iş olmaz, gelme bir daha derse.” dedi. 3 hafta perperişan yalvardım hocama beni derse al diye, almadı. Sözler verdim zar zor ikna ettim. Tekrar derslere başladık ama bağlama çalma ödevlerimi harika yaparken nota okuma ödevlerimde hep zayıf kalıyordum. Bir gün bir sayfalık nota okuma ve icra etme ödevimi eksik yaptım ve hocamın sigortalarını yine attırdım. Beni aldı bir odaya kapattı. Başımda bir org ritmi açtı ve bu ödevi bu ritme göre okuyup çalmadan bu odadan çıkamazsın dedi. Gitti ve benden sonraki öğrencileriyle derse girdi. 8 saat ben o odadan çıkamadım. 8 saat o ritim benim başımda çaldı ve artık tokmakla kafama vuruyorlar etkisi yapmıştı. Nefsim nota konusunda kendimi zorlamama mani oluyor, kendimle mücadele ediyordum resmen. 8 saatin sonunda hocamı çağırıp bitirdiğimi söyledim. Geldi, dinledi. “Olmuş.” dedi ve kendisiyle birlikte içeri gitmemi istedi. Bir tabak yemek vermişti bitişik komşusu. O tabak yemeği benimle paylaştı. Orada aynı tabağa ekmek banarken hiç unutamadığım bir diyalog geçti aramızda:
- “Hocam sanırım içerde kafamdaki bir tahta eksildi”
- “Gerçekten mi?”
- “Evet, hocam kafayı yiyecek gibi oldum meseleyi çözene kadar”
- “O zaman amaç hâsıl olmuş.”
- “Nasıl yani hocam?”
- “Gerçek müzisyen olmak istiyorsan kafanda bir tahta eksik olmalı. Çünkü müziği sindirebilmek için zihninde bir yer açılmalı.”
O günden sonra benim için nota bir problem olmaktan çıktı. Hocamdan 3 yıl boyunca harika bir eğitim aldım. “Benden öğrendiklerinizi bir başkasına öğretmeden ölürseniz hakkımı size helal etmem” derdi. 17 yaşımda bir rehabilitasyon merkezinde 5 kişilik bir öğretmen grubuna bağlama dersi vermeye başladım. Sene sonunda rehabilitasyon merkezinin düzenlediği bir yıl sonu programında öğrencilerimle sahneye çıkıp birlikte çalmak nasip oldu. O yaşta biri için harika tecrübeler ve duygulardı bunlar. Bir yaz bir gitar edinip tüm yaz onu öğrenmeye çalıştım. Başka bir yaz da neyzen bir arkadaşımdan ufak birkaç şey öğrenerek ney üflemeye çalıştım. İki enstrümanda da kendi kendime bir miktar yol kat ettim. Üniversiteye hazırlık sürecinde bağlama eğitimine ara vermek durumunda kaldım. Üniversite yıllarımda İran müziklerine merak saldım. Bir kopuz edinerek İran müziklerini icra etmeye başladım. Latin harfleriyle internette arama yapmak ve şarkı sözlerini bulmak zorlaşınca Farsça öğrenmeye başladım. 4 aylık Farsça dersinin bana ciddi katkısı oldu. Türkçe ve Kürtçeden sonra Farsça yoluyla öğrendiklerim de eklenince müzikten beslenme yollarım arttı. Bu da tarzımı etkiledi tabi ki. Müziğe dair yeni ne keşfettiysem koşup heyecanla hocamla paylaşırdım. Ta ki 2017 yılında 40’lı yaşlarında vefat edinceye kadar. Üzerimde çok emeği vardır, toprağı bol olsun. Yaklaşık 5 yıldır kopuz çalıyorum. Arada tambur ve udla da tanıştım. Bir dönem de kendime bir duduk alıp uzun süre duduk çalıştım. Üflemeli sazlar bana hep büyük zevk verdiler. Bir dönem de yaylı enstrümanlardan denediklerim oldu ancak beceremedim. Sanırım yaylı enstrümanlar için çok çok emek sarf etmem gerekir. Kim bilir belki bir gün onlar da nasip olur.
Üniversiteyi bitirdiğim yıl Genç Öncüler Derneği’nde bağlama dersi vermeye başladım. 1 yıl boyunca yaklaşık 15 kişilik bir grup ile birlikte çalıştık. Bağlama eğitiminin yanında helal dairede müzikle meşgul olmak için bir anlayış inşa etmek için çaba sarf ettik. Hâlihazırda insan kaynakları alanında mesleğimi icra ediyorum. Evlilik, kendim ve ailem için yeni bir düzen kurmama vesile oldu. Müzik ise hayatımda hep harika bir köşeyi tutmaya devam ediyor. Hayallerimin, gelecek planlarımın bir köşesinde hep müzik var. Bence herkesin hayatında müzikle kesiştiği bir noktası olmalı. Herkes en az bir enstrüman çalmayı öğrenmeli ve onu bir hayat arkadaşı olarak görmeli. Müzik, gönülleri yumuşatan ve insanın iletişim kanallarını kuvvetlendiren güçlü bir sanat ve kanaatimce herkes bu kapıdan nasiplenmeli.
Ozan DİLEK
Kaynak: Bu yazı, Genç Öncüler Dergisi Aralık 2020 tarihli 161. sayısından alıntılanmıştır.
Yorum Yaz