İlk yazımızda bulunduğumuz yerin önemini çeşitli örneklerle anlatmaya çalıştık.
Bu yazımızda ise “varmak istediğimiz yer” başlığı üzerine örnekler vermeye çalışacağız. Bizler bulunduğumuz konumu belirlerken aslında bir bakıma varmak istediğimiz yeri de belirleriz. Mevcut ortamın yavaş yavaş meslek seçimine doğru kaymasının sebebi de budur. Buna örnek olarak verebileceğimiz en iyi yer üniversite ortamlarıdır. Bir Türk Dili ve Edebiyatı öğrenci ile aynı fakültenin Tarih bölümünde okuyan bir öğrencinin sohbeti genelde günlük konuşmalardan ibarettir. Ama kendi bölüm içinde yapılan sohbetlere bakarsanız, orada yavaş yavaş sorgulamaların başladığını görürsünüz. Çünkü ortamda bulunan herkesin varmak istediği hedef az çok aynıdır. Demek ki sonucu belirlemek aynı zamanda yürüyüşümüzü de belirler. Artık bireyler nasıl adım atması gerektiğinin bilincindedir ve buna göre hareket etmektedir.
Toplumumuza baktığımızda en büyük problemlerden birinin meslek seçimi olduğunu görürüz. Seçenekler arasında genelde şunlar vardır; baba mesleği, kendi işini kurma, o devrin popüler olan mesleğine yönelme ve hayalini gerçekleştirme. Bunlardan ilki olan baba mesleğini sürdürme, genellikle geleneksel toplum yapısında görülmektedir. Çiftçi olan bir ailenin çocuğu da büyük olasılıkla çiftçilik yapar. Çünkü baba da bu mesleği kendi babasından görmüştür. Birey etrafına baktığında seçeneğinin fazla olmadığını görür ve eğer güçlü bir yapıya sahip değilse “mahalle baskısı” kurbanı olur. Yani babası ne ise kendisi de o olur. Bugünkü toplumda bile bunun örneklerine rastlarız ve hala daha babamızın mesleği ile anılırız. “Çiftçi Hasan’ın oğlu, Terzi Hüseyin’in kızı” gibi adlandırmalara bugün de rastlayabilmekteyiz. Bu gelenekten kopmadığımızın bir göstergesidir.
Kendi işini kurmak, her bireyin hayalidir. İster baba mesleği olsun, isterse okuyarak elde edilen başka bir meslek olsun, birey kendi işini kurmanın peşindedir. Çünkü, büyümek ve daha fazla kazanma ihtiyacı insana özgü bir durumdur. Dershaneye gittiğim sıralarda bir hocamın aynı zamanda o dershaneye ortak olmasını buna örnek gösterebiliriz. Hangi yaşta olursa olsun, herkesin böyle büyük hayalleri ve hedefleri vardır.
Teknoloji ve hayat gün geçtikçe ilerliyor ve insanlar buna yetişmekte zorlanıyor. Haliyle bazı meslek grupları da geride kalıyor. Bunun en büyük sebebi de ülkelerin geri kalmasıdır. Bizler genelde modern hayatla beraber gelen mesleklere yöneliyoruz. Oysaki teknolojiyi mesleklere uyarlayabilseydik daha başarılı olurduk. Örneğin, İngiltere’de başlayan “Sanayi Devrimi”nden sonra tarım hayatı gün geçtikçe önemini kaybederek, yerini ortaya çıkan yeni meslek gruplarına bırakmıştır. Ülkemizde artık tarım sektörünün önemini kaybettiğini özellikle 1950’lerden sonra şehre göçün başladığını görürüz. Çünkü, birey her zaman fazlasını ister. Oluşturulan algı ise, şehirde her zaman fazlası vardır. “İstanbul’un taşı toprağı altındır.” Sözü bunu gözler önüne sermektedir. Aradan kaç yıl geçti. Şuan 2017’deyiz. Devletin politikalarına baktığımızda, daha bir asır geçmeden bu sefer şehirden köye göçü teşvik etmeye başladığını görürüz. İstanbul’un altını 67 yıl yetecek kadar değildi. Aksine İstanbul 1950’lere göre daha verimlidir. Ama her verimliliğin bir kapasitesi vardır. Biz toplum olarak kendi kapasitemizi ölçemediğimiz için, şehirde yaşanan yığılmalar, sorunları da beraberinde getirdi. Popüler olan bir mesleğe yönelme, işte modern hayatın getirdiği en büyük etkilerden birisidir. Bu olumlu ya da olumsuz olabilir. İşte burada devreye hem devlet hem de birey girmektedir. Bundan birkaç yıl öncesine kadar Kimya alanı popüler meslek alanlarından biri idi. Bugün ise üniversitelerimizde adına az rastladığımız ve kontenjanlarını doldurmakta zorlandığımız meslek alanlarından biri oldu. Aynı şekilde “Bilgisayar Mühendisliği” yavaş yavaş, iş bulmanın zorlaştığı bir meslek olma yolunda ilerlemektedir. Neden mi? Çünkü her yıl verilmesi gerekenden fazla mezun veriyor ve bu kontrolsüz meslek yönelimleri, işsizliği ve sorunları beraberinde getiriyor.
Devlet 1950-1960 yılları arası Demokrat Parti iktidarı, tarım hayatını canlandırmak ve geliştirmek adına modernleşmeye gitti. Makineler çiftçilere dağıtıldı ve insanların cebi para görmeye başladı. Buraya kadar her şey güzel, ama neden uygulama başarısız oldu? İşte kontrolsüz bir dağılım nerede uygulanırsa uygulansın başarısız olur. Devlet bundan 10 yıl sonrasını öngöremiyorsa ya da tarımdan gelecek hasadın eksik çıkabileceğini hesaplayamıyorsa, burada sorun var demektedir. Haliyle bu sorun alınan makinelerin borcunun ödenememesine ve çiftçiye yüklenen verginin artması sebep oldu ve makineler elimizde kaldı. Japonya’ya bakalım: bugün üç tarafı denizlerle çevrili, İkinci Dünya Savaşı’nda ağır yaralar almış, ama bakıyorsunuz ki dünya genelinde teknoloji devlerini bünyesinde barındırıyor. Aynı zamanda eski bir meslek olan balıkçılığa teknolojiyi uyarlıyor. Modern balıkçılığın bugün zirvesi konumunda yer alıyor.
Sonuç olarak, bir meslek grubunu öldüren şey, devletin yanlış politikası ve beraberinde gelen aşırı yığılmalardır. Bugün ne bilgisayar, ne mühendislik, ne tarım ne de balıkçılık önemini kaybetmedi. Aksine zamana uyum sağlayamadığı ve hıza yetişemediği için önemsiz konuma düşürüldü. Ya da tam tersi oldu ve önemli hale gelir gelmez aşır yönelim oldu ve tıkanmalar baş göstermeye başladı. Bir ülkede bir yılda 100 bilgisayar mühendisine ihtiyaç varken, okullarımız 1000 mezun verirse, bunun anlamı 900 kişinin işsiz kalması demektir. Bunlardan 100 kişi de istisnalar dışında, doğru üniversiteyi tercih etmiş olanlardan oluşmaktadır. Devletimiz bugün bireylere varabilecekleri hedefleri arttırmak için sürekli üniversite açmaktadır. Peki kaç üniversite yeterli donanıma sahip? Bugün bir elin parmağını geçmeyecek üniversiteler dışında, yeni açılan birçok üniversiteye baktığınızda, yalnızca diploma almak için orada olduklarını görürsünüz. Demek ki bir yere varmak istiyorsak, kullandığımız yol çok önemlidir. Belki isim olarak hepsi mezun olduğunuzda, diplomanıza “Bilgisayar Mühendisliği” yazdıracak.
Peki ya kaçı sizin mühendis olmanızı sağlayacak?
(devamı gelecektir…)
Mustafa ÇAĞLAR