İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Demokrasiye yapılabilecek eleştirilerden bir diğeri de halkın tamamen politize olması açısından ortaya çıkan sorunlar nev’indendir.
Samual Hungtington’un “The Crisis of Democracy” adlı eserinin tezi: demokratik yönetiminin krizine yol açan şey, demokratik yaşamın yoğunluğundan başka bir şey olmadığıdır. Ali Yaşar Sarıbay buna demokratik yaşamın fetişleştirilmesi adını da vermektedir.
Demokratik süreç, sürekli olarak oyuna sokma, özneleşme biçimlerinin icat edilmesi ve kamusal hayatın daimi özelleştirilmesine karşı harekete geçen inceleme vakalarının sürecidir. Halkın politize olması her konu hakkında manipülasyona açık bir hale gelmesine neden olmaktadır. Çünkü, demokrasi adı altında herkes posta bir delik açmaya çalışmaktadır. “Demokrasi Üzerine” yazı dizisinde bahsedilen bireyselleşme, narsizm ve demokrasi ilişkisi göz ününde bulundurulduğunda her ağızdan bir ses çıkmış olacaktır. Halbuki, demokrasinin karşılıklı uzlaşı ve konuşma olduğu göz önünde bulundurulduğunda, karşı tarafı ya da ötekini dinleme alanı atlanılmaması gereken bir şeydir. Ya da bu uzlaşı ve tartışmanın sınırı nerede başlayıp nerede bitmektedir?
Jacques Ranciére,
“demokrasi, aksine, "ayırt edilemez" şeyleri anlatmak, bir araya gelmiş eşit insanların gücünün şekilsiz ve gürültücü bir kalabalığın kafa karışıklığından başka bir şey olmadığını göstermek için icat edilmiş bir terimdir. Kaosun doğa üzerindeki yeri neyse, sözü edilen kalabalığın gücünün de toplumsal düzendeki yeri aynıdır.” şeklinde ifade etmiştir.
Maurice Duverger Siyasi Partiler’in girişinde: Siyasi partiler demokrasiye getirilen ilk sınırlardır, der. Madem bireyler özgürse neden özgür olmak için özgürlüklerine kısıtlama getirildiklerinin farkında değillerdir? Halbuki bir araya gelmek için bile bazı haklardan vazgeçmek gerekmektedir. “Kamusal iyiye duyarsız hale gelmek”, Jacques Ranciére’in parmak bastığı önemli noktalardan biridir. Bir toplumdan ve cemiyetten ziyade topluluk olabilmek için bile asgari müşterekten söz edilmektedir. Gerçi özgürlük hastalığı kaosu düzene tercih etmektir. Bu minvalde egoist ve hazcı bireyden her türlü düzene karşı olmaktan başka bir şey beklenmemektedir. Uzlaşı adına “her şeyi konuşabilir kılmak” da ilaç niyetine zehir içmek değil midir? Bu soru bir soru ile daha desteklenebilir: Maksat uzlaşmak mıdır yoksa posta delik açmak mıdır?
Sözde demokratlık, tartışma kültürü adına bizden kültür ve medeniyetin sabiteleri de değişken nev’inden algılanıp tartışmaya açılmak istenmektedir. Milli varlıklar bile tartışılmak istenmektedir. Demokrasi, kendisini yıkmaya azmetmiş insanların söylemlerinin de garantisini sağlarsa kendini yok etmeyi kabullenmiş olur ama yasakladığı zaman da demokrasi özelliğini kaybetmiş olur… Milner, “Demokratik Avrupa'nın Suç Eğilimleri” kitabında: "sınırsız toplum" teması, en kısa ve öz şekilde hipermarket tüketicisini, başörtüsünü çıkarmayı reddeden öğrenciyi ve çocuk sahibi olmak isteyen eşcinsel çifti tek bir "demokratik insan" figüründe bir araya toplayan verimli literatürünü özetler. Hiçbir değeri olmayan kesin özgürlükler oluşturulmaya çalışılmaktadır. Halbuki insanoğlu sürtünmesiz bir ortamdaki “rijit cisim” midir? Peki, bu aşırı özgürlük nereye yaslanmaktadır?.. Genelde cevap “insanlık” olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsanlık kavramı neyi kapsamaktadır. Hem insanın öznel bir varlık olduğu unutturulmakta hem de öznellik narsist bireysellikle harmanlanmaya çalışılmaktadır.
Aynı zamanda halkın politize olmasının bir sonucu da demokrasi adına toplumu yapılandıran bütün ilişkilerin ve hiyerarşinin tersine dönmesidir: Yöneticiler yönetilenleri andırır, yönetilenler de yönetenleri ; kadınlar erkeklerle; babalar evlatlarına eşit olarak davranmayı öğrenir; yabancı ve göçmen, yurttaşla eşit olur; öğretmenler öğrencilerden hem korkar hem de onları över, öğrencilerle alay eder; gençler kendilerini yaşlılarla eşit görür ve yaşlılar da gençleri taklit eder; hayvanlar bile özgürdür, özgürlüklerinin ve onurlarının farkında olan atlar ve eşekler (platon'un Devlet in sekizinci kitabında demokrasiyi "bir düzen panayırı" olmakla eleştirir) sokakta onlara yol vermeyenleri itebilir.
Aslında bu çağı kitlesel demokrasi çağı diye nitelemek mümkündür. Kitleden kastedilen, bilinçdışı, duygu, arzu ve istekleri ile karar vererek akıl ve mantığı ile karar verdiğini zanneden bireylerin oluşturduğu güruh. Bu güruhta özgürlük çerçeve kavramdır. Herkes kendine göre asgari müşterek, ortak iyi gözetmeksizin iyi-kötü, doğru-yanlış bir şeylerin özgürlüğünü istemektedir. İnsanları salt kendileri için yaşayan bireyler haline getirmektedir. Güney Koreli Alman filozof Byung-Chul Han “Psikopolitika: Neoliberalizm ve Yeni İktidar Teknikleri” adlı kitabının girişinde Jenny Holzer’e atıfla
“İstediğim şeyden koru beni.”
Cümlesi ile başlamaktadır. Mesele neoliberalizm-demokrasi-birey-özgürlük bağlamında ele alınırsa gerçekten de bu ifade mana kazanacaktır.
MÜCAHİT BAYRAM IŞIK
Yorum Yaz