İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Türkiye'nin ithal sorunlarla uğraşmaktan asli sorunlarıyla uğraşmaya mecali kalmamış bir ülke olduğunu hepimiz idrak etmiş durumdayız. Bu sonuca varmamızda ki en önemli sebep; ülke içi gündemin ve entelektüel faaliyetin Batılılar tarafından belirlenmesidir.
Bu durum bizim bizden uzaklaşmamız anlamına geliyor. Kendimizi tanımamıza veya duruma göre unutmamıza yol açıyor. Çünkü bizden olmayan birisinin eliyle sorunlarımız gündeme alınıyor veya gündemden düşüyor. Gittikçe kendimizin olmayan sorunları kendimiz gibi, bizim olan sorunları ise hiç aklımıza getirmiyoruz.
Bir insan teki üzerinden konuşsak dahi o insanın sorun ve dertleriyle bir bütün oluşturduğunu görürüz. Ülke bazında değerlendirildiğinde bu durum daha çarpıcı olarak ortaya çıkar. Çünkü ülkeden bahsetmek genel anlamda bir toplumdan bahsetmektir. Ve tarihin gözetimi altında şu yorumu gerçekleştirebiliriz ki: Toplumlar alelade bir şekilde ortaya çıkmazlar. O toplumların özelliklerini oluşturan bir kültürleri vardır. Bu kültürün geçirdiği merhaleler bir bakıma o toplumun merhalelerinden bahsetmektir. Toplum hayatı açısından, dünyanın o anki durumu, toplumun diğer toplumlarla olan ilişkisi, onun bir bakıma toplumlar arasında yerini belirtmektedir. Bu belirtilen yer ise ona iyi veya kötü yönlerini anlamada yardımcı olur. Mukayesesini kolaylaştırır.
Ancak var olan sorun ve dertler tikellik arz eder. Yani kültürden kültüre bu sorunların farklılığı hemen dikkat çeker. Dikkat çekmelidir aslında. Şuan çekmemesi benim yazıyı yazmama vesile olan şeydir.
Batının emperyalizmi sınır tanımadı, sömürgeleştirdiği toplumları kıskacına alırken en önemli darbeyi kültürlerine, buna bağlı olarak millet hayatlarına vurdu. Bahsettiğimiz mesele kültür emperyalizmi. Sanki bütün toplumlar Batının yaşadığı tarihi süreçleri yaşamış, geçtiği merhalelerden geçmiş gibi önlerine aldıkları ve aşmaları gereken sorunlar Batının yaşadığı sorunlardır. Bir bakıma Batının yaşattığı sorunlardır. Ancak bu, toplumları kimlik krizine hapsetmekle kalmayıp onların kimliklerinin ellerinden kayıp gitmesine kadar ulaşan bir süreci ifade ediyor. Bir zaman sonra gündemi kendi gündemi değil önceden programlanmış kendisinin olmayan bir gündem yığınına dönüşüyor. Burada gündemden kastım o kültürün, toplumun tarihsel olarak veya o günle alakalı ilgilenmesi gereken konulardan bahsediyorum.
Bu tablo en basitinden din-bilim, akıl-gönül bağlamında ülkemizde gerçekleştirilen tartışmalara baktığımız zaman dahi anlayabileceğimiz bir şeydir. Batı kendi içinde ilk başta kiliseyle dini özdeşleştirmek suretiyle kilisenin yaptıklarını dine hasretti. Sonra kilisenin yaptığı hataları öne sürerek bir din eleştirisi gerçekleştirdi ve bunu tüm inançları kapsayacak şekilde halletti. Kilisenin bilimsel çalışmalara akla hakaret edercesine olan tutumunun faturasını dine kesti. Bu eleştiri ardına papazların, rahiplerin yerine bilim adamlarını geçirerek kendini bu temellerde inşa etti. Amacım bu konuyu ele almak olmadığım için geçiyorum. Bunları söylemekten kastım biz bu süreçleri yaşamasak dahi yaşamışız gibi ele alıp sanki bizde de böyle bir karşıtlık varmış gibi gündem etmeye devam ediyoruz. Oysaki çok daha mühim ve elzem konularımız var tartışmamız gereken.
Bu durum kesinlikle bizim gündemimizin, sorunlarımız çerçevesinde çizilmediği anlamına geliyor. İşe ilk başta tarihsel anlamda bir bütünlük kazandırarak nelerle uğraşmamız gerektiğine ulaşarak başlamamız gerektiğini düşünüyorum. Böylelikle hem kendimizi unuttuğumuz oranda hatırlamamız hem de bugüne ışık tutacak malzemeyi ele geçirmiş oluruz.
HÜSEYİN ŞİŞMAN
Yorum Yaz