DİKKAT HIRSIZ VAR!

İSLAM

Hırsızlık şüphesi varsa bir yerde, bütün kapılar ve pencereler sıkı sıkı kapatılır; iyice, birkaç kez üst üste kontrol edilir. Gerekirse polise haber verilir, üst düzey koruma önlemleri alınır. Ve daha başka şeyler yapılır.

Peki, biz neden çıldırırcasına kapılarımızı, pencerelerimizi sonuna kadar açtık da hırsıza kırmızı halılar serdik? Kendimizi soydurmak için canı gönülden davetiyeler çıkardık. Ya biz hırsızın hırsız olduğunun farkında değiliz ya da sahip olduğumuzun hiçbir kıymeti yok. Dinimiz, imanımız gibi… (!)

Batı, dinimizin (İslam) ve imanımızın hırsızı değil midir? Öz değerlerimizi elimizden alan ve bizi kendi kültür ve dinine (pozitivizm) aciz bıraktıran Batı değil midir? Ortada hırsız var ve hırsızlık var. Her geçen gün; zayıflayan, cılızlaşan, eksilen bir imanımız var. Bunu eksilten bir şey, birileri yok mu? Kendiliğinden mi kayboluyor? Biz kendimiz dahi bu konudan şikâyetçi değil miyiz: “Asr-ı Saadet devrinden her geçen gün uzaklaşıyoruz” diye.

İslam’dan uzaklaştık, Kur’an’dan uzaklaştık, Cihad’dan uzaklaştık. Ne kadar değerimiz varsa hepsinden uzaklaştık. “Nesiller gittikçe bozulacak” deyip bunun fıtratın bir gereği olduğunu mu kabul edeceğiz? Hayır! Bu kadar ucuz olmamalı.

“Hırsız ve hırsızlık” konusuna dikkat etmek lazım. Çalınan dinimiz, imanımız, değerlerimiz var. Örneğin; Müslüman hanımların elinden alınan “edep, hayâ” var. Müslüman beylerin elinden alınan “haksızlığa karşı dik duruş” var. Artık hanımlarımız hayâsızca ve fütursuzca dolaşıyor sokaklarda ve beylerimiz bunu kabullenmiş, erkekliği yumuşamış bir vaziyette.

Eskiden “başörtü” meselesi vardı şimdi kokuşmuş, içi boşaltılmış kafaları örten “boş örtü” meselesi var. Batı elinden geldiğince öz değerlerimize el koydu, geriye kalanları da “şekil”e dönüştürdü. Artık şekilci bir yaşam biçimimiz var. Artık, kendini tesettürlü sanan örtülü aşüfteler var. Ya da kendini Filistin davası üzerinde gören ‘tiky’ci, ‘hippy’ciler var. Manitası(!) ile Âlem-i İslam’ın kurtuluş reçetesini yazan var. Daha neler var neler.

Batı’nın dört taraftan kuşattığı bir vaziyetteyiz. Evlerimize, odalarımıza kadar girdi. Her alanda bizi kendine bağladı. Teknolojide, sağlıkta, eğitimde, okulda, işte, sokakta, sağda, solda ne varsa her yerde o var. Bunun farkında mıyız acaba? Farkında değilsek önce bunun farkına varmak gerekiyor.

Yok, eğer farkındaysak, soruyu bir daha soralım: Dört tarafımızı kuşatmış hırsıza karşı neden bütün pencerelerimizi, kapılarımızı açtık? Hemen teslim olduk. Tesettüre bürünmüş hanımların, bu durum karşısında kendilerini daha çok örtmesi, gizlemesi, saklaması gerekmiyor muydu? O halde neden daha çok açıldık, saçıldık. Boşörtülüler artık Gencolarla sokaklarda el ele dolaşıyor, bunun bir izahı var mı? Hüsn-ü zanda bulunarak tek izahı olabilir, o da şöyle: “Türkiye’de evlilik yaşı yükselmiyor, aksine 17 – 18 yaşa kadar düştü.(!)”

Yine en çok aciz kaldığımız bir mesele var: İnternet. Müslüman Hanım, saçının tek telini göstermekten hayâ eden değil miydi? Kendisine haram biri ile karşılaşmamak için hiçbir tehlikeye girmeyen, kendini evinde koruyan değil miydi? Şimdi ise; sokağa çıkmayı bırak, kendini sosyal paylaşım sitelerinde “paylaşan” boşörtülülerin hali nedir?

Kapitalizmin en somut örneği bugün yine boşörtülüler üzerinde kendini gösteriyor. Bir eli telefonunda kendini paylaşan; diğer eli başında emanet duran, kokuşmuş kafasını örten “boşörtünün” uçmasını engellemeye çalışan bizden değil midir?

Seni senden almaya çalışan bir hırsız var. Sahip olduğun değerleri her zamankinden daha çok koruman ve saklaman gerekiyor.

Ya özüne dön! Ya kabuğundan çık!

(Kendini Hakk’a adayan ömürler var. Müslüman hanımlarımız ve beylerimiz… Kendilerini tenzih ediyor, bütün Âlem-i İslam’ın özüne dönmeleri ve Hak yolunda sebat etmeler için dualarını bekliyoruz.)

Hasan HADİ

Yorum Yaz