İlim ve Medeniyet

DÜNYA NİMETİ KİTABI ÖZETİ

“İki ciltlik Dünya Nimeti (Markens Grode) 1984’de çıkdı. Dünya nimeti ıssız toprakları canlandırmak için insanın gücünün verdiği imtihanları ve tabiat kuvvetlerinden bahseden bu kitap katı ve boş topraklara düşen alın terlerinin önce kıt kanat sonra da giderek cömert hasadını ve bu başarıdaki büyük hazzı dile getiriyor. Bu kitapta Hamsun yirminci yüzyıl insanının destanını anlatmış, ve insanın her zorluklardan geçerek insanın büyüklüğünü de gözler önüne sermiştir”
“Hamsun kendisi inziva adamıydı. Gençliğini çetin ekmek kavgalarıyla dolu geçirmesi sonucu zamanla kendisini hayatın içinden yalnızlıklara atmış fakat inzivasında yakından tanıdığı hayatı yakalamıştır. Yoksulluğun yetiştiği çevrenin izlenimleri görünür kitaplarında. Kunut Hamsun yazdığı eserlerde içlerinde ki tedirginlik, kararsızlık yüzünden oradan-oraya göç eden yersiz, yurtsuz, tuhaf tabiatlı kişilerden yola çıkar ve onlara dair anlatır. Bu gezginlik hevesi ve macera düşkünlüğünün yanında toprağın bereketini toprağa bağlı hayatın mutluluğunu över. Kunut Hamsun eserleriyle sevilmiş ve merak edilmiştir. Bundan dolayı da Nobel ödülü almıştır.”

Dünya Nimeti Kitabı Özeti

Yolunun üstünde bataklıklara, barınabilir yerlere veya ormanın açıklık kesimlerine geldikçe torbasını yere koyar, etrafa göz gezdirir ve daha sonra toprağın durumunu gözden geçirir, bir süre sonra yine torbasını alıyor ve dönüp yine yürüyordu. Bu böyle bütün gün sürüyordu değişik yerlere geldiğinde yine etrafa göz gezdirir toprağın durumuna bakar daha sonra yine yürüyüşüne devam ederdi. Her yola çıktığında Hey Allah’ım derdi. Yine dosdoğru kuzey yönüne yürüyordu, güneşe bakıp vakti hesaplıyordu. Burada ona sorular soruluyordu. Bu adam ne arıyordu? Bir arazi mi bir toprak mı? Köylerden kaçan bir göçmendi belki. Çünkü çevresine dikkatle ve gözleyerek bakıyor ve bazen de bir tepeye tırmanıp civarı araştırıyordu. Adam yürüyerek çeşitli ağaçların arasında uzayıp giden bir vadinin batısına geldi. Bu kısımda yapraklı ağaçlar ve otlaklar göze çarpıyordu. Adam birden hafiften ırmak şırıltısı işitti ve tepeye çıkarak uzayan ormanlığın o güzel manzarasını seyrederek gece orada uyudu.

Sabahleyin orman ve otlakla örtülü bir arazinin, ayakları altında uzayarak gittiğini gördü. Etrafı gezdi, her yer büyük otlaklar ve sık ağaçlarla örtülü idi, daha sonra birden sıçrayarak ırmağı geçen bir tavşan gördü. Sonra kendi kendine burada hayvanlar da yaşıyormuş dedi. Etrafa göz gezdirince çiçekleri, otlakları ve ağaçları gördü ve burada yaşamaya karar verdi. Adam ilk gün sabah erkenden kalkarak ormanın suyu çekilmeden ağaçların kabuğunu soymakla işe koyuldu. Kabukları üst üste istif ediyor, üzerine taşlar koyup kurutuyor sonra günler süren uzak köylere götürüp yapı malzemesi diye satıyor ve kazandığı parayla da yiyecek alarak geri dönüyordu. Günler geçtikçe yapı malzemelerini çoğaltıyor, daha çok satıyordu. Bir gün yağmurdan korunmak için kedine kerpiç ve çamurdan içerisinde ayakta durulacak, oturulacak, yatılacak büyüklükte kulübe yaptı. Artık geceleri kulübede yatıp kalkıyordu. Adamın ismi Isak’tı. Köye sattığı yapı malzemelerinden kazandığı parayla iki keçi alarak yaşadığı yere geliyor ve onlara sığınacak bir dam yapıyordu. Bir gün keçiler otlakda otlarken ormanın yakınından geçen Lapon kentçiler keçileri görerek Isak’a “demek burada yaşıyorsun” diye sormuş, Isak da “evet” diye cevap vermişti. Başlangıçta evi bırakıp gittiğinde keçileri salıveriyor, keçiler de ormandaki dallardan karınlarını doyuruyordu, daha sonra başka bir çare buldu. Kovanın içine ince bir su sızıyor, aradan on dört saat geçince kova doluyor, artık taşacak hale gelince dibe çöküyordu ve yeterince ağırlaşmış oluyordu. Kova batarken, bu sefer ot ambarıyla bağlantılı bir ipi çekiyor, ambarda bir delik açıyor, içeriden dışarıya keçiler için önceden ayrılmış ot dökülüyordu. Bu yöntem Isak’ın işini kolaylaştırıyor, rahat rahat köye gidebiliyordu. Bir süre sonra havalar soğuklaşınca sular dondu ve bu yöntem işe yaramaz hale geldi. Isak, gittikçe çoğalan keçilere bakacak bir yardımcı kız arıyordu ve bunu da oradan geçen Laponlara sordu, gittiğinizde köylere haber veriniz diye her yana haber salmıştı. O sırada köylerdeki kadınlar kendi aralarında haberi duyunca “hangi kız gider de dağ başında yalnız yaşayan adama yardımcı olur” diye dedikodu ediyorlardı.

Günler geçtikçe hayatı gitgide iye doğru gitti. Her sabah ormana gider ağaç keserdi. Adamın okuma yazması olmasa bile “insan üstün bir zekâya sahiptir” derler ya Isak da öyleydi. “Allah büyük!” diyordu. Hiç kitap okumuşluğu yoktu, zihnini daha çok Tanrıyla meşgul ediyordu. Pazar günlerini kutsal bir gün sayarak yıkanıyor ve ardından yeniden işe koyuluyordu.

Bahar gelince ağaçların yıllardır dökülen çürümüş yaprakları ile gübrelenen otluk yerinden ufacık tarla yaptı ve patates ekti. Keçiler de ikizler doğurmuş ve sayıları artmıştı. Isak sattıklarından kazandığı para ile kulübesi için kapı ve pencere almıştı. Hayvanların yerleşmesi için aldığı kapı ve pencereyi kulübeye yerleştirmişti. Kulübeyi de büyütmüş ve bir kısmını da hayvanlara sığınak yapmıştı. Bir gün ağaç keserken bir ses duymuş ve kulübenin yanında bir bayan görünce kulübeye gelmiş ve onunla sohbet etmişti. Bayana “nereye gidiyorsun?” sorduğunda “dağın diğer tarafına” diye cevap vermişti. Kadın dolgun ve güçlü idi lakin yüzü çirkindi. Kadın çiftliğin o güzel manzarasını görünce burada kalmak istedi. Yardımcı bayana ihtiyacını daha önce duymuştu. Isak adını sormuştu. Kadının ismi İnger idi. Isak, İnger’i içeri davet etti ve ona keçi sütü ikram etti. Akşam ise yatağına yatan İnger’e bakarak duygulandı. Galiba aşık olmuştu. Sabah kalktığında İnger keçileri sağdı ve onları yemledi, Isak ise köye malzeme satmaya gitmişti. Isak yemek alarak geri döndü ve kulübeye yeni eşyaların geldiğini gördü. Bu nimetler İnger’in çeyizleri idi. Çeyizler kulübenin içini doldurmuştu.

Isak bir gün balık gölüne rastladı ve eve balıkla döndü. İnger Balığı görünce sevindi ve pişirip yediler. Isak bir kişi daha arttıkları için bir çare düşündü ve bir ev inşa etmek istedi. Evi patates ekini ve ot biçimi gelene kadar inşa etmeyi düşündü ve ormana giderek iri ağaçlar devirerek kulübenin yanına getirdi ve ev inşasına başladı. İnger akrabalarına giderek iki koyun ve daha sonra ise bir inek getirdi o esnada İnger gecikmiş ve Isak karısının geri dönmeyeceğinden endişe etmişti. İnger üç dört gün sonra bir inekle beraber dönmüştü. Isak ilk başta İnger’in akrabası gelene kadar ineğin çalıntı olduğunu düşünmüştü ve sahibi kayıp etmiştir belki de İnger onu yakalayarak getirmiştir gibi düşüncelere kapılmıştı.

Bir gün evi inşa etmek için köye giderek binalara bakmış ve gelince kestiği ağaçlardan bir yatak odası bir de salon inşa etmeye başlamıştı: O sırada Isak gidip köyden bir adamı evi inşa etmek için yanına getirmek istemiş. Lakin sonra Isak kendi işlerini kendi yalnız gördüğü için vazgeçmişti ve İnger’den sütunları kaldırması için yardım istemişti. Isak malzemeleri köye satmaya giderken İnger ondan bir sepet ya da bir sandık almasını istemişti. Isak da yeni evimiz için kapılar ve pencereler alacağım diye cevap verdi. Köyden dönünce kapı pencere ve bir sandık içi dolu yiyecekle döndü. Isak derhal kapıları ve pencereleri eve yerleştirdi. Kapılar eski olduğu için onları boyadı ve evin içine taşlardan ocak yaptı ama bu ocak çok yer kaplıyordu.  Isak geri köye gider odun satmaya. Geri dönünce sırtında mutfak ocağı getirir, taş ocağını söker ve mutfak ocağını yerleştirir yerine. Isak yağışlar başlamadan önce evin damını bitirdi, daha sonra ise evin duvarlarını süsledi. Kış geldiği için Isak ormandan odun keserek onu köye satmağa gitti. Geri geldiğinde yemek, bel ve bıçkı alarak geri dönmüştü. Evden bir çocuk sesinin geldiğini duydu ve eve girdiğinde keçiler sağılmış, temizlik yapılmış ve yemeğin pişirildiğini gördü ve daha önce ısrarla aldırdığı sandığa ipler bağlanmıştı ve için de bir çocuk vardı. Bir kişi daha artığını gören Isak daha çok çalışmaya başlamıştı. Isak patates ekerken yabancı bir ses duymuş ve bir kadının İnger’le konuştuğunu görmüştü. İnger’in yanına geldi ve İnger işte beni bu halimle kabul eden kişi bu işte diye Isak’ı göstermişti. Sonra çocuğu görünce onlara nikâhlı mısınız diye sorduğunda onlar da işlerden fırsat olmadığı için nikâh yaptıramadıklarını söylemişti. Sonra Oline birkaç gün çiftlikte kaldı ve bu sırada gidip nikâhlarını yaptırdılar. Çiftlik Oline’nin hoşuna gitti ve İnger’in getirdiği ineği görmek istedi ve Isak onu hayvanları için yeni yaptığı büyük dama götürdü ve orada İnger’in yalan söylemediğini öğrenince sevinmişti. Az sonra inek doğmuştu.

Aylar yıllar geçtikçe nimetlerin çoğaldığını gören Isak seviniyor ve şimdi kendini değil evdeki kadını ve oğluna bakmak için çalışıyordu. Isak hayvanlar için ot biçer ve kulübenin yanına yığardı. Kış gelmişti. Isak ormanda yeni aldığı bıçkısıyla daha kolay ve daha çok ağaç kesiyor ve onları odun haline getirerek köye ödünç aldığı beygir ve kızakla satmaya götürüyordu. Ödünç aldığı beygiri iade etmenin zamanı gelmişti. Isak odunları daha çok satması ve taşıması için kendine bir tane at arabası almayı düşündü. Köye uğradı ve iki üç gün geç kaldı. Isak’dan dolayı İnger endişe ediyordu ve onu artık daha çok seviyordu. Isak geri döndüğünde bir beygir ve arabasıyla dönmüş ve İnger ona nerden aldın yoksa çaldı mı diye sormuştu. Atı ve arkasına koşulan arabasını borçla almıştı. Bu öyle borçtu ki bir senede ancak biterdi. Oysa Isak onu ödeyeceğine emin olarak onu aldı. Şimdi köye odun daha çok satmaya gidiyor ve geldiğinde daha çok yiyecek getiriyordu. Köye yine odun satmaya giden Isak geriye dönerken bir torba buğday aldı. Çünkü buğday ekmek demekti ve buğdaysız kalmak ölüm demekti. Bir de artık ekinler başlamıştı ve tarlayı genişleterek ekine hazır hale getirmiş ve yağmurun yağmasını bekliyordu. Isak’ın beklediği gün gelince yağmurun yağacağını hissetti ve tarlada gezerken buğday tohumlarını toprağın üzerine serpti ve gönlünde bir hoşnutluk ve bir kulluk hissediyordu. Bu sıra da çocuğun ismini de Elesus koymuştu İnger. Isak bu ismin bir rahip ismi olduğu için sevmişti.

Kış çıkmak üzereydi. İlkbahar geliyordu ama Oline hiç çiftliğe uğramamıştı. Isak ormana gidiyor ve odun kesiyordu. Bir odun kesmeden eve gelen Isak bir sürprizle daha karşılaştı. Bir oğlu daha olmuştu ve bu duruma çok sevinmişti. Isak nüfusları bir kişi daha arttığına göre yani ikinci oğlandan sonra bir yatak takımına ihtiyaç duymuştu. Isak ormana giderek büyük ağaçlardan devirdi ve onları eve getirdi ve ondan iyi bir yatak takımı yaptı. Yatak takımı hazırlamış fakat bu defa kendisi yataksız kalmıştı, çünkü İnger çocuklarla birlikte yatıyordu, haliyle Isak’a yer kalmamıştı. Isak bir süre ot ambarında yatmıştı derken yaz geldi. Yeni bir yapıya daha ihtiyaç duyuldu. Bu yaz yine kurak gözüküyordu. Ayrıca ormanda ağaç kesimine de dikkat ediyordu Isak. Her ağacı kesmiyordu. Odunluk ağaçları özenle seçiyordu ve yaşlı kuru ağaçlar olmasına dikkat ediyordu. Bu arada ikinci oğlanın adını Sivert koydular. Sivert, İnger’in dayısını ismiydi. Isak’ın aklında Jacob ismini vermek vardı ama bu isteğini bildirmedi ve İnger’in isteğine yine itiraz etmedi. İlk çocuğunun ismini Jacop koymak istese de İnger’in söylediği isme itiraz etmemişti. Eleseus varken İnger az çalışıyor ve Isak’ın işlerine yardım edemiyordu. Oysa Sivert’ten sonra her işe koşuyor, yabani ot biçiyor, ev işlerinden başka hem çocuklarla, hem de Isak’ın işleriyle ilgileniyordu.

Allah’ın dağındaki bu aile artık işleri iyice büyütmüştüler ve yeni ot ambarı ve samanlığa ihtiyaç duyuyorlardı. Ama bu geleceğin işiydi. Isak her zamanki gibi bu işten de yüzünün aklıyla çıkabilirdi.

Bolluk dönemi bitti ve kuraklık geldi. Yine verimsiz bir yılla karşılaştılar. Köpeğiyle bölgeden geçen bir Lapon sayesinde köydekilerin durumunun daha da ağır olduklarını öğrenmişti İnger. Lapon İnger’in yaşadıkları arazinin devlete ait olduğunu söylemişti. Şaşkınlık içinde İnger bu kimsesiz dağ yamaçlarının sahibi mi var diye sormuştu ve bilmediğini söylemişti. Biraz sohbetten sonra Lapon çiftliği gezip bakmış sonra İnger’e yalakalık ederek çiftliğin çok güzel olduğunu söylemişti. Lapon evde otururken küçük oğlanı  Elesus’u gördü ve  ona çantasından yumuşak bir şey çıkartarak verdi. İnger gördüğünde ne bu dedi ve Lapon ölü bir tavşan dedi. O zaman İnger gebe idi .Laponlar hepsi dilenci idi ve yalakalığı iyi biliyorlardı. Sonra yola koyulmak üzereyken İnger yiyecek torbası hazırlayıp vermişti

Daha önce olan kıtlıklar Isak’a sabrı öğretmişti ve kaderine razı oluyordu ve yeteri kadar yiyecek ve malzemenin olduğunu bilerek bu kıtlığı da atlatacaklarını düşünüyordu. Kıtlıklara rağmen Isak, toprağa ve tabiata küsmüyor Tanrı’ya bol bol şükür ederek çalışmaya devam ediyordu. Fakat Isak’ın tedirgin olduğu başka bir konu daha vardı. Lapon’un ‘’bu arazi devlete ait’’ sözleri aklına gelince ürperiyordu ve tez bir vakitte gidip Lensmann’la konuşma kararı almıştı. Fakat yoğun işleri yüzünden bu konuşmayı erteliyordu. Bu şekilde epey vakit geçmişti ki Lensmann kendisi yardımcısıyla birlikte, Isak’ın çiftliğine geldi. Hemen çalışmalara başlayan Lensmann, araziyle ilgili bir takıp garip sorular sorduktan sonra arazinin ölçümünü Isak ile birlikte tahmin olarak hesapladılar. Araziye tahmini hesaplarla yüz talerlik bir fiyat biçti. Bu Isak için oldukça fazla bir paraydı ama hiç itiraz etmedi. Sıkı çalışıp ödeyebileceğini düşündü. Bu hadiseden bir hafta geçmişti. İnger, Isak’a boğanın satılma vaktinin geldiğini söyledi ve ısrarla hemen satmaya gitmesini söyledi. Baharda boğa eti pahalı olur diye de mazeret uydurdu. Mazereti bir anlamda doğruydu. Kışın etin fiyatları düşüyordu. Isak çiftlikten epey uzaklaşmıştı, fırsatı değerlendiren İnger odasına girdi. Artık doğumun vakti gelmişti ve bir kız çocuğu dünyaya geldi. İnger çocuğu görünce korkmuş ve o da kendisi gibi dudağı yarık ve çok çirkindi.  Bu yüzden İnger çocuğu boğarak öldürdü.

Isak boğayı satmıştı ve iyi parayla ve birkaç malzemeyle döndü. Birkaç gün İnger’in karnını fark etmemişti. Çünkü İnger önceden karnı şiş olduğu için karnına yastık koyuyor sonra günler geçtikçe yastığı küçültüyordu. Fark ettiği zaman ne olduğunu söyledi. İnger çocuk düştü diye yalan söyledi.

Günler geçiyor, çayırlar otlarla bollaşıyor, bol yağmurlar yağıyordu. Derken bu düzgün hayatın akışını bozan bir hadise oldu. Akşam İnger koyunlardan ikisinin eksik olduğunu fark etti. Durumu hemen Isak’a haber verdi. Isak aksam koyunları aramaya başlıyor fakat bir türlü bulamıyordu. Evde ağlayan çocukları anneleri koyunlar kayboldu diye susturup bunun önemli hadise olduğunu çocuklara anlatmaya çalışıyordu. Çocuklar sustuktan sonra kendisi de aramaya koyuldu. Sonunda Isak, koyunların taş geçitten geçerken sıkıştıklarını görüyor. Koyunları azat edip geçidi taşlarla kapatıyordu ve böylelikle koyunlardan biri yara ve sıyrıklarla atlatıyor bu durumu. Ailede rahat bir nefes alıyor.

Günlük uğraşlar bu garip göçmenlerin hayatını dolduran işlerdi. Bunlar hiç de beylik yaşantılar değildi, ama bunlar sevinçti, huzurdu mutluluktu kaderdi onlar için.

Günler böylece birbirini kovalarken bu aileyi yeni olaylar bekliyordu. İnger’in akrabası olan görünümlü Oline uzun zamandır ki aileyi ziyaret etmemişti. Derken bir gün çıkageldi aniden. Fakat akrabasının geldiğine pek sevinmedi ve onun sorularına sert cevaplar verdi. Oline yeni çocuğu vaftiz etmek için geldiğini söyledi. Fakat İnger çocuğunu kaybettiğini söyledi. Buna pek de inanmayan Oline karnını doyurduktan sonra dışarda çalışmakta olan Isak’ın yanına gitti. Ve işiyle ilgili bir takım sorular sordu. Fakat Isak’tan ‘bilmiyorum’ yanıtını aldı. Oline işini biliyordu. Uzun zamandır İnger’den işleriyle ilgili şaşkınlık ve övgü alamayan Isak, İnger’in çocuğu kaybettiği için üzgün olduğunu düşündü. Oline’nin övgüleriyle koca bebek misali yaptığı işleri anlattı. Bir harman yapıyordu buğday için. Bunu duyan Oline çok sevindiğini ve ailesi ile gurur duyduğunu söyledi.

Oline o gece Isak’ın evinde kalmıştı. Sabah oldu ve Oline gitmeye hazırlandı. İnger, Oline için yemek bohçası hazırladı ve Olin’in eline bir yemek bohçası tutuşturdu. Isak erkenden çocuklarını da almış, harmanın duvarları için kayalardan taş toplamaya gitmişti. İnger, aradan birkaç saat geçmemişti ki Oline’nin geri geldiğini gördü. İnger onun neden gitmediğini sordu. Oline: ‘Isak nerde, ona Allah ısmarladık demedim, onun için geri döndüm’ cevabını verdi. Birden sinirlendi ve Oline’nin ne için geri döndüğünü anlamıştı. İnger Oline’yi tartaklamaya başladı, ardından elindeki tahta kaşıkla başına vurdu. Oline sersemleyerek yere yığıldı fakat pes etmiyor ve İnger’e ‘hayvan kadın’ diye küfürler yağdırıyordu. Daha siniri geçmemiş İnger kadının üzerine çıktı ve yumruklamaya başladı. Ağzı yüzü kan içinde Oline: beni de mi boğacaksın diye bağırıyordu. Artık İnger sırrını Oline’nin de öğrenmiş olduğuna emindi. Dakikalarca dayak yiyen kadın pes etmiyordu. İnger: o adamla ölü tavşanı sen gönderdin hayvan karı’ diyor yeniden sinirleniyordu. Saatlerce tartıştılar sonunda pes eden İnger ağlamaya başladı ve çocuğunun tavşan ağızlı doğduğu için boğarak öldürdüğünü itiraf etti ve ağladı. İnger, şefkat göstermeye çalışan Oline’nin ağzının boş durmayacağını ve onu ihbar edeceğini biliyordu. Evet, İnger batıl inançlıydı. O bir şeye inanıyordu. Oline ölü tavşanı göndermişti. İnger’in kızının da aynı kaderi yaşaması için. Gebe zamanında ölü tavşanı gören İnger onun yüzünden çocuğunun tavşan ağızlı (kesik dudaklı) dünyaya geldiğine inanıyor ve Oline’i suçlu buluyordu. Uzunca tartışmalardan sonra Oline gitti. Birkaç gün sonra bütün olan biteni kocasına anlattı. Isak, İnger’i suçlamamıştı fakat işte olduğu zaman Oline ile kavga etikleri için ve onunda bu olayı bildiğini duyunca üzülmüştü. Şimdi İnger tutuklanırsa işlerinin yürümeyeceğini düşündü ve çocuklara acaba o şiş göbek gelip bakar mı diye düşündü

Daha sonraki günlerde bu olay, Lesman’ın kulağına gitti. Soruşturma açıldı. İnger suçlu bulunsa da hüküm verilene kadar tutuklanmadı. Çünkü hâkimler adaletsiz ve anlayışsız değildi. İnger hâkim karşısına çıktığı zaman tavşan olayını anlatmamış sadece onun da benim gibi çirkin ve kusursuz büyümesini istemediğini söylemişti. Günler geçtikçe olaylar zihinlerden silinmeye başladı. Fakat ana kalbi yaptığı şeyi bir türlü unutturmuyordu İnger’e. Isak ve çocuklar onun tek tesellisiydi. Uzun süredir uğramamış olan Oline de gelmişti. Oline’nin geldiği gün İnger, Isak’ın eline evde biriktirdikleri bütün parayı sıkıştırdı ardından o iyilik sever Geissleri bulmasını söyledi. Geissler bekli de bu soruşturma işinde bir yol gösterebilirdi. Bu umutla kocasını sabahı beklemeden İsveç’e uğurladı. Isak geri döndüğünde İnger’i götürmüştülerdi. İnger tutuklanmıştı. Isak, İnger ne zaman tutuklanacağını söylememişti ve bildiği için paralarının hepsini vermişti bana ve keşke azıcık para yanına alsaydı, harçlığı olurdu diye içinden geçirdi ve her zamanki gibi yalnız kalmak istemişti. Çocukların başında Oline kalmıştı. İnger hüküm giydiği ve tutuklandığı zaman yine Isak’ı yanında istememişti. Isak hem bu duruma çok üzüldü, hem de eve geldiğinde karısını bulamamış olmasına çok üzülmüştü.

Aradan epey vakit geçmişti. Isak arazisini satın almayı başardı. Arazinin fiyatı yüz taler değerindeydi. Her sene Isak on taler ödemeliydi. İlk senenin parasını peşin verdi. Araziye sahip olma haberi az da olsa acısını hafifletmişti. İsveç’ten gelirken küçük bir domuz ile gelmişti. İnger’e sürpriz yapmak istemişti. Fakat onu bulamadığı için üzülse de çocukların domuz oynaması yalnızlığını unutturuyordu. Bu arada eski Lesmann olan Geisser, elinde kazma kürek olan iki adamla çıkageldi. Yakınındaki kayalıklarda bakır olabileceğini düşünmüşü. Kayalıklara gittiler Isak’la beraber. Bu arada Isak karısının durumunu anlattı. Geisser biraz vakit geçmesini ve sabır etmesini söyledi. Ardından arazi senetlerini bir an önce hükümet tarafından onaylatmasını istedi Isak’tan. Ona kayalıklarda bakır olabileceğini ve çok para kazanabileceğini söyledi. Hükumetin buna sorun çıkarmaması için arazi senetleri biran önce onaylatmalıydı.

Bu arada Isak, İnger’den mektup aldı. Mektupta İnger kusursuz bir kız çocuğu dünyaya getirdiğini söylüyor durumunun iyi olduğunu anlatıyordu. Demek İnger çiftlikten giderken hamileymiş.

Mevsimler mevsimleri kovalarken Isak, Oline ile sık-sık tartışmalar yaşıyor. Oline çok kötü bir kadındı, sürekli Isak’ın hoşgörü ve iyiliğinden kendi amaçları için istifade ediyordu. Geçen zaman içinde çocuklar büyümüş ve okul çağına gelmişler, delikanlı olmuşlardı. Kız kardeşleri de büyümüştü annelerinin yazdıklarına göre. Elinden dikiş nakış gibi her iş geliyormuş. Bu arada kız dünyaya beş Kasım’da geldiği için adını Leopoldine koymuşlar. Bu son mektubu İnger kendisi yazmıştı. Isak mektubu bakkala okuttu, ezberlemişti. Eve gelince de herkesi masa başına toplayıp mektubu okudu. Oline, Isak’ın okuma öğrendiği zannına kapılmıştı, her ne kadar ne düşündüğünü belli etmese de.

Isak’ın zamanı gündüzler dışarda çalışmakla, akşamlar ise Oline ile kavga etmekle geçiyordu. Her ne kadar kendini eskisi gibi işe kaptırsa da Isak, artık işlerini sevinç ve heyecanla görmüyordu. Çünkü destek olacak, onun yaptıklarına hayran olacak hanımı yoktu. Isak onun gelmesini bekliyordu aynı zamanda. Uzun bir zaman geçmişti, Isak’ın işleri iyiydi, yaşlanmak nedir bilmeyen bu adam eskisi kadar canla görüyordu işlerini. Hayvanlarına bakıyor, toprağında çalışıyor ve aynı zamanda bina yapıyordu. Harmanı bitirmişti. Bu arada arazisine yakın bir yerde başka biri ona komşu çiftlik kurmuştu. Fakat bu yeni çiftlik sahibi işlerinde ya kendisi çalışmıyor, ya da çok az çalışıyordu. Evini yaptırması için köyden adam getirmişti ki buradan da onun zengin biri olduğu anlaşılıyordu.

Yıllardır ıssız kalmış olan bu arazilerde artık canlanma oluyordu. Bölgeye telgraf teli çekiliyordu. Tellerin kontrolü için Isak’ı görevlendirmek istiyorlardı. Isak teklifi kabul etti fakat sonra işten vazgeçti. Çünkü ondan dört mevsim boyunca sürekli telleri kontrol etmesi gerektiğini söylemişlerdi. Isak ekim ve biçim zamanında çalışamayacağını söyledi ve teklifi reddetti.

Bu arada Eski Lessmann olan Geisser’de Isak’ın topraklarında bakır madeni olabileceğini bildiğinden bölgeyi iki yüz talere satın aldı. Aynı zamanda İnger’in işini yeniden açtığını ve davaya yeniden bakılacağını söyledi. İnger’den haber de getirmişti. İnger’in affı için krala mektup yazmıştı. Bunun için İnger’in serbest kalması için artık umut edilebilirdi.

Aradan epey zaman geçmişti ki, telgraf geldi. Isak’a haber verdiler. Telgraf Geisslerden idi. İnger’in hapisten çıktığını söylüyordu. Isak donmuştu. Çok sevinçliydi, kendine geldikten sonra at arabasıyla hemen evine geldi. Hazırlandı, uzun zamandır kendine dikkat etmemişti. Aynası da yoktu. Yolda küçük durgun suyu olan gölde kendine baktı, sakalını kısalttı ve büyük heyecanla yola koyuldu. İşte limanda İnger ve kızının geleceği gemiyi bekliyordu. Gemi geldi. Heyecanla bekleyen Isak gemiden çıkan yabancılar arasında İnger’i göremedi. Gelmemişti. Acaba ne olmuştu, niye gelmemişti? Diye bir hayli düşündü. O geceyi orda geçirdi ve sabahleyin erkenden yine aynı limana geldi ve beklemeye koyuldu. İşte gemi, acaba bu defa gelecekler miydi? Düşünceliydi, gözü onları arıyordu. Fakat göremedi. Başını eğdi. Duramadı gemiye bindi birden oturmakta olan yabancı görünümlü bir kadın gördü yanında küçük bir kız. Yanlarına gitti, kadının yüzüne baktı. Aman Allahım bu İnger’di, hem de dudağı düzelmişti, güzelleşmişti, şehirli gibi giymişti ve nazik-nazik bakıyordu Isak’a. Birbirlerini görünce çok şaşırmışlardı. Fakat şaşkınlıklarını gizlemeye çalışıyorlardı. İnger çocukları sordu. Ardından küçük kızı Leapold ile tanıştırdı. Babasını ilk defa gören minik kız çekingen ama sıcak davranıyordu. Isak onları arabaya bindirdi ardından dikiş makinasını ve küçük sandığı yerleştirdi. Yolda konuşa konuşa, muhabbet ede-ede geliyorlardı çiftliğe. İnger, çiftlikte meydana gelmiş değişikliklere seviniyor ve şaşırıyordu. Onu şaşırtmak Isak’ın hoşuna gidiyordu ve bunu yapmayı özlemişti. İşte çiftliğe geldiler çocuklara sarıldı, gözleri dolmuştu İnger’in. Kızını tanıştırdı abilerine. İşte her şey normaldi. Artık İnger eskisi gibi evinin hanımı olmuştu. Fakat değişen bir şey vardı. Şehir İnger’i değiştirmişti, daha kibar konuşuyor, kibar davranıyor ve elinden ustalıkla dikiş işleri geliyordu. Onun bu kibarlığı Isak’a da yansımıştı. Artık bir şey yaparken Isak hemen teşekkür etmeyi unutmuyor, evde çocukların yanında konuşmalarına dikkat edip karısına nazik davranıyordu. Aile yeniden kaynayıp karıştı. İnger çocuklarına okuma yazma öğretmekten hoşlanıyordu. Büyük oğlan çok hevesliydi ve başarılıydı da okuma yazmada. Küçüğü onun kadar ilgilenmiyordu. Fakat doğayla ilgileniyor hayvanlarla oynuyor, farklı hikâyeler uydurup annesine anlatıyordu. Minik kız dikişte ve dokumada git gide ustalaşıyordu.

Böylelikle yıllar geçti. Okumaya ve şehirde çok hevesli olan büyük oğlan Eleseus da büyüdü ve okumak için şehre gitmek istedi. Annesi onu destekliyordu. Babası da karşı çıkmamıştı. Ve sonunda şehire gitti bir sene kaldıktan sonra kilisede onun için tören yapılmıştı. Ardından bir mühendisin yanına yerleşmiş ve burada kâtipliği günden güne geliştirmeye başlamıştı. Günlerce evden farklı ihtiyaçları için para istiyordu. Babası para gönderiyordu. Elesues’un şehirde okuması baya pahalıya patlamıştı aile için. O kadar olmuştu ki sonunda Isak para göndermekten vazgeçmiş ve oğlunun bu durumuna kızmıştı. Küçük oğlan Sivert çiftlikte(Sellanraa) kalmayı tercih etmişti. Fakat İnger’in ihtiyar dayısı olan Sivert dayı çocuğu yanına almıştı ve servetini ona bırakacağını söylemişti. Fakat Sivert bu ters ve inatçı ihtiyarın yanında fazla kalamamıştı ve orayı terk edip çiftliğe gelmişti ve babasına çiftlikte yardımcı olmaya başladı.

İnger şehirde çok değişmişti. Artık kendini oraya ait hissediyordu. Ve hatta eğer kusurlu olmamış olsaydı hiç buraya gelip bu değirmen ecinnesi (Isak) ile evlenmeyeceğini bile düşünmüştü. Bir keresinde Isak’ın parasını gizlice almaya çalışırken Isak yakalamıştı ve eliyle onu kavrayarak yere yatırmıştı. ‘’Senin gibisine dayak lazım’’ diye bağırmıştı yüzüne karşı. Bu hadise, o yolundan çıkmış İnger’i geri getirmeye yetmişti. Aslında şehirdeki oğluna para göndermek için yapmıştı bunu. Isak daha sonralar anlamış kendi isteğiyle o parayı göndermişti ve yaptığı şeyden utanmıştı. Fakat bu hadise İnger’i geri getirmeye yetmişti. O şehir hülyalarında olan İnger’e sanki özünü hatırlatmıştı. Bu hadise aynı zamanda Isak’ın kırk yıldır yapmak istediği kayığınıda yapmasına sebep olmuştu. Evet, İnger artık kibarlık taslamaktan yavaş yavaş vazgeçerek o eski ciddi, candan bir çiftlik kadını olmuştu. Bir erkeğin yumrukları nelere kadirmiş meğer. Yapmacık bir çevrede uzun zaman kalarak başı dönmüş bu hamarat kadına anca bu gerekliydi. Erkeğe çarpmıştı, fakat erkek olduğu yerde hala dimdik ayaktaydı ve sağlam duruyordu. Erkeği yerinden oynatmak mümkün müydü ki?

Artık her şey normale dönmüştü. İnger bir yandan Isak’a yardım ediyor ev işlerini görüyor, bir yandan da dikişle meşgul oluyor ve güzel elbiseler dikiyordu. Aynı zamanda bu ıssız topraklara göçmenler yerleşiyordu. Yedi çiftlik kurulmuştu. Kıtlık günleri başlamıştı. Patatesleri kurumuştu ve toprak yanıyordu susuzluktan. Bazı bölgelerde artık toprağın içi bitmişti sanki. Böyle bir ortamda ve uzunca bir aradan sonra Isak’ın durgunluğu Eski Lessmann olan Geisslerin gelişiyle düzeldi. Bu adam Isak’a sevinç vermişti. Geisslerin saçına, sakalına ak düşmüştü, eskisinden kötüydü hali, belliydi. Ama aynı çevikliğini ve kibarlığını kaybetmemişti. Isak’la konuştuktan sonra yıllar önce satın almış olduğu tepeye gittiler. Biraz ölçü yaptıktan sonra geri geldiler. Bir taraftan Sivert’le tanıştı ve yaman delikanlı olduğunu söyledi. Geissler bu defa birkaç gün kaldı Isakgilde. Bu arada Isak’ın topraklarına farklı yollarla ırmaktan su çekip toprağı yeniden canlandırdı. Fakat kendi işleri nedense yolunda değildi. Isak bu duruma üzülüyordu. Onun için Geisslerin her işine olur diyor ve oğluyla birlikte yardımcı oluyordu. İnger de çok seviyordu Geissleri. Ona yola çıkmadan önce bol yolluk hazırlamıştı. Fakat kabul etmemiş ve yiyeceklerin yarısını geri çevirmişti. Yol gideceğim yanımda yük götüremem demişti. İşin aslı Geissler bu defa para veremediği için kabul etmemişti yiyeceklerin bir miktarını. Tabii bu durumu Isak’la İnger anlamış ve çok üzülmüştüler. Geissler tepeye biraz işçi getireceğini de söylemişti giderken. Bakır madeni olabilirdi bu tepe.

Isak’ın çiftliği olan Sellanraa’ya komşu çiftlikler kurulmuştu bunlardan en yakını Aksel Ström diye iyi çalışkan birinin çiftliği idi. O da ilk gelişinde Isak gibi sadece kulübe yaptı ve arazisinde çalışarak esinlendirmeye devam etti. Aksel Ström çok çalışkan ve azimli bir adamdı, yardımcısı yoktu ve etrafa kadın yardımcı arıyorum diye ilan vermişti bir müddet ama bulamamıştı yardımcı. Sonra şehirde farklı yerlerde çalışmış olan Barbo isimli bir kız yardımcı bulmuştu. Barbo buralarda yeni çiftlik sahiplerinden Brede’in kızıydı. Brede vaktiyle Lessman yanında kâtiplik etmiş ve doktorun şoförü olmuştu. İşleri iyi gidemediğinden köyden buraya gelmiş ve burada çiftlik olabilecek kadar arazi satın almıştı. Brede çalışkan birisi değildi ve zamanını boş boş işlere harcıyordu. Bunun için Isak onu pek sevmezdi. Aynı zamanda boş boğazın tekiydi. Büyük ihtimal kızını Aksel’in yanına göndermekle hem kızının istikbalinin iyi olacağını hem de bundan ailenin de yararlanabileceğini düşünerek göndermişti Aksel’in yanına. Barro güzel, alımlı ve çalışkan kızdı. Kaprisleri yok değildi hatta tartışmalarda fazla ileri gidiyordu ama Aksel’i etkilemeyi başarmıştı.

Konuşkanlığı azalmış vicdanının sesini dinlemeye koyulmuştu ve o çalışkan İnger de artık düşüncelere kapılmıştı. Bir yandan çalışıyor ve bazen yalnız kalmayı istiyordu. Eskisinden daha çok işlere boğularak adeta kendini cezalandırıyordu sanki. Bunu gören Isak nedenini sordu. İnger ‘’vicdanım’’ diye cevap verdi. O konuşmadan sonra Isak da artık yalnızlığı arıyordu işlerinde. Evden uzaklaşıp İsvez arazilerinde olan orman ağaçlarını satılık alıyor ve yapayalnız kesip getiriyordu. Bazen maksadı iş değil evden uzaklaşıp yalnız kalabilmek olmuştu. Isak bir yandan bataklık araziyi kurutup tarla haline getiriyordu. Tarla haline gelen her toprak parçası bir nimettir diyerek çalışan Isak adeta tarlalarında çalışmaktan haz alıyordu.

Bir gün Isak işten dönerken daha ormana girmeden iki göz bir görüntü görmüş ne olduğunu bilmeden donakalmıştı. Şeytan olabileceğini düşünmüş ve Ya İsa! diyerek görüntünün üzerine yürümüştü. Ondan sonra görüntü kaybolmuş ve yerinde çiftliği gözükmüştü. Tez eve gelerek olayı anlatmıştı. İnger olaya çok şaşırmış ve Isak’a övgü yağdırmıştı. Isak övgülerden sonra kendisini asıl kahraman gibi his ediyordu. Zaten o evinin ve İnger’in kahramanıydı.

Artık son bahar gelmişti. İnger’in yine karnı burnundaydı. Hamileydi. Leopoldine büyük kız olmuş Breida blick’daki okula gidiyordu. Evin minik ayaklara ihtiyacı vardı sanki. Bu arada Eleseus’un sürekli elbise istemesi babasını kuşkulandırmıştı. Isak ‘’ne tez eskitiyor elbiselerin bizden yeni elbise istiyorsun?’’ diye karısına kuşkulu soru sormuştu. Galiba İnger de farkındaydı bu durumun. Bir süre sonra mini bir kız çocuğu dünyaya geldi. Hiçbir kusuru yoktu. Çok tatlıydı. Bu arada Isak, İnger’e eve kız hizmetçi getirerek sürpriz yapmıştı. Bebeğin ismini Isak koydu. Rebekka. İnger ismi çok beğenmiş ve kocasına övgü yağdırmayı unutmamıştı: ‘’ondan daha güzel isim olamaz, sen çok akıllısın!’’ Bu arada Isak, Breidablick çiftliğini alıp Eleseus’un orada çalışabileceğini düşünmüş ve planlar yapmıştı oğlu için. Fakat Eleseus çiftlikte kalmak istemiyordu. Bebekten sonra Eleseus da eve geldi. Çiftliktekiler buna çok sevindiler. Sivert ayrı sevinmişti. Bu arada Oline gelmiş Sivert dayının ölüm döşeğinde olduğunu söylemiş ve Küçük Sivert’i onun yanına götürmüştü. Bu durum en çok Isak’a zor gelmişti. Çünki Sivert Isak’ın işlerinde yardım ediyordu. Sivert dayının ölüm döşeğinde olmadığını gören Sivert geri çiftliğe geldi. Onu yerine Eleseus gitti. Eleseus da Sivert dayının ölümünden sonra geldi eve. Sivert dayı birkaç hafta sonra ölmüştü. Onun yazı işlerini halletmişti Eleseus. Bu arada Geissler 4 atlıyla çiftliğe gelmişti. Bakır ocaklarına bakmak için. Geissler’in her sözüne önem veriyorlardı. Bunların içinde mühendis ve kaymakam dedikleri kişiler de vardı. Bakır ocaklarını inceledikten sonra Geissler kendi hissesini iyi paraya satmıştı onlara. Bu arada Isak’ın da hissesi olduğunu söylemiş ve dört bin taler fiyat biçmişti. Beyler razı olmaya mecbur olmuş Isak’a dört bin taler vermişti. Geissler çok hileci idi. Bu arada Eleseus eski arkadaşı olan ve vaktiyle bir okula gitmiş olan Brede’nin kızı Barbo’ya abayı yakmıştı. Barbo, Eleseusgilin çiftliğine komşu çiftlikte hizmetçi olarak çalışıyordu. Fakat Barbo, Eleseusa umut verse de çiftlik sahibi olan Axel Ström’ü seçmişti. Ondan da hamileydi zaten. Bu durum Eleseusu çok kırmış olsa da kendini tez toparladı. Belki de Breidablick’te çalışmak istememesinin başka bir sebebi de Barbo’ya yakın olmak istememesiydi. Hulasa Eleseus, Barboyu boş vermişti. Bu arada Isak’ta ot biçme makinası almış fakat kılavuzu doğru okuyamadığı için bir türlü doğru çalıştıramamıştı. Eleseus kılavuzu okumuş makineyi dizmişti. Bu hadiseden sonrada babası okuryazarlığın başka bir şey olduğunu ve buralarda boşu boşuna ziyan olabileceğini anlamıştı ve oğlunun şehre gitmesine neredeyse kendi düşüncelerinde ikna olmuştu.

Eleseus çiftlikten ayrıldı. Fakat mühendis onun kâtiplik işine son vermişti. Birkaç hafta iş aramış sonunda arkadaşlarının birinin hırdavat satılan dükkânında çırak olmuştu. Fakat bu geçimini sağlamamıştı. Evden hala para istemekteydi. Fakat son mektupta annesi evde paranın bittiğini ve sadece kardeşlerinin hakkı olan paranın kaldığını söyler bu yüzden para gönderememişti oğluna.

Bu arada Isak yine Eleseus için plan yapmaktaydı. Madenler işleri durdurduğu için fazla para kazanamayan Aronsen çiftliğini satıp gitme kararı almıştı. Isak da çiftliği Eleseus için almak niyetindeydi. Eleseus eve geldikten sonra burada çalışıp hayatını burada kurar diye düşünüyordu. Bu arada Elleseus da çiftliğe gelmişti. Durumu ona söyledi babası. Sonunda ticaret hayatına atılırım diye düşünerek kabul etti. Ve çiftliği kendi söylediği fiyata almakla da ticari marifetini göstermiş oldu. Bu arada Geisslerin tepeyi yeniden mühendise sattığını duyan Aronsen geri geldi, çiftliği yeniden satın almak istedi ama Ellesues asla satmayacağını söyleyince geri gitmek zorunda kaldı. Durumlar bir süreliğine düzelmiş gözüküyordu.

Sellandraa’da olan hizmetçi kız Jesini’nin gitmesiyle Sivertte gönlünde bir yalnızlık hissetmişti. Sebebini tam olarak anlamıyordu ama kızın gitmesiyle bağlı olduğunu garip bir hisle hissediyordu. Sellandraa’nın komşuluğuna iki göçmen ailesi daha gelmişti. Elleseus’un dükkânı iyi çalışıyordu. Tek sorun Elleseus’un mal getirmek bahanesiyle yaptığı gezmelerdi ki bu gezmelere fazlasıyla masraf çıkıyordu. Bu gezmeler ve çiftliklere veresiye sattığı mal yüzünden artık dükkân çalışamaz hale gelmeye başlıyordu.

Axel’in çiftliğinde de farklı gelimeler olmuştu. Lessmann, Barboyu kovmuş, Barbo yeniden Axele sığınmış, üstelik evelemişlerdi. Haliyle Oline’ye ihtiyaç kalmamıştı. Gitmesi lazımdı ama bir türlü evden çıkmıyordu. Zaman ufak ufak atışmalarla geçse de bir gün sabaha doğru ölüvermişti. Üç hafta sonra Axel, Barbronun yeniden hamile olduğu haberini aldı.

Bir gün Isak arabasına atlayıp hem eski hizmetçi kızı getirmek, hem de oğlu Eleseusu getirmek için. Eleseus, Brede Olsenin kızını çalıştığı otelde kahve içmektedir. O arada Brede Amerika’dan gelen birisinin bavulunu gösterir Eleseusa. Eleseus bu gösterişli bavuldan sonra, zaten aklında Amerika’yı gezmek fikrini ciddileştirir. Ve ailesinde olan bütün tepkileri hiçe sayarak Amerika’ya gider, geri geleceğini söyler fakat bir daha geri gelmez.

Sivertte tezgahçı Andresen, Axelin küçük kardeşi Fredirik ve Arosenlerin ticaret kafilesine girer ve onlarla birlikte mal satar. İyi de para kazanırlar.

Leopoldine, Jensine ve Rebekka ellerinde kapla inekleri sağmak için ahıra doğru giderler. İnger de eskisi gibi mutfakta çalışmaktadır. Fakat İnger değişmiştir. Artık İnger insanlar arasında onlar gibi olmuştur. Artık gizleyeceği arzuları ve istekleri kalmamıştır. Geniştir dünya, üzerinde noktalar kaynaşır, bu kaynaşmaya Inger de katıldı, insanların arasında âdeta bir hiç olmuştu, sadece onlardan biri olmuştu.

Derken akşam oluyor.

SON

08.12.2013 tarihinde kaleme alınmıştır.


İslam Şükrüoğlu

Exit mobile version