ARAF’TA ON BİRİNCİ GÜN

EDEBİYAT

Askerlerin ayakları yere her vurduğunda çıkan ses, bu güç gösterisinin bir parçasıydı. Sınırdaki kapı her açıldığında birbirine koşan ve son anda duran tuhaf kâküllü garip askerler, ne yapmaya çalıştıklarını anlamlandıramadığım, tezahüratla onlara destek olan Pakistanlı gençler. Her şey bir tiyatro sahnesi gibi sergilenmekteydi.

Vagah Border/Lahor/Pakistan, 21 Eylül 2016

Kaosu andıran anarşik sesler kilometrelerce öteden duyuluyor.

Bir, iki, üç.

Dört, beş, altı.

Belki de yedi. Tam hatırlamıyorum fakat kaç güvenlik kontrolünden geçtiysek her seferinde bir parça eksildi insanlığımdan. Halbuki inanılmaz büyük bir insan yapbozunun küçük bir parçası olacaktık burada.

Sesler, sesler... Bir ara Sudeys’in tüyler ürperten Kur'an sesinin hoparlörlerde yankılandığını hatırlıyorum. O lahuti ses; ürperen ruhumu, gergin bedenimi, dikelen tüylerimi bir parça teskin edebiliyor. Gevşiyor ve rahatlıyorum.

-Pakistan, Zindabad! Pakistan, Zindabad!

Şu insan yığınları, şu askerler, şu siviller, şu her şeyden emin, tek güç, mutlak iktidar, firavun seviciler, kibir abideleri, hintliler, pakiler. Nereye düştüğümü bilmeden nasıl olur da yankılanan sesleri tekrar ettiğimi bilmiyorum. Kalabalıkların iticiliğine inat bağırışlara ortak ses olduğum için, içten içe bir yıkılmışlığı da hissetmekten kendimi alamıyorum. Hiç mukavemet göstermemiştim.

Bu teatral gösteri, belki savaşı görmemiş ama savaşın gölgesinde büyümüş gençliğin gazını almak için sahnelenmekteydi. Öfkeyle sertleşmiş adımlar, göz göze gelişler, yumruk gibi sıkılmış selamlar.. Ve tüm bunların arasında, tribünleri dolduran kalabalıklar bir futbol maçını izliyor gibi yer yer yükseliyor, yer yer gerginlik ve kaygı hissediyordu. Anlamsızca anlam vermeye çalışıyorum, tüm bu olan bitene, şu güç gösterisine..

Askerlerin ayakları yere her vurduğunda çıkan ses, bu güç gösterisinin bir parçasıydı. Sınırdaki kapı her açıldığında birbirine koşan ve son anda duran tuhaf kâküllü garip askerler, ne yapmaya çalıştıklarını anlamlandıramadığım tezahüratla onlara destek olan Pakistanlı gençler. Her şey bir tiyatro sahnesi gibi sergilenmekteydi.

Karşı taraf Hindistan, on beş adım saydım. Sınırdayız. Bense yanındaki on dört çocukla bir köşede sinmiş, kendini çok belli etmemeye çalışan sıradan bir insan, olanları olanca garipliğiyle “Nereden düştüm ben buraya?” dercesine izliyorum.

Buraya, beni misafir eden, Lahor merkezdeki yetimhanede kalan on dört yetimle geldim. Kimisinin sadece annesi var, kimisinin de hiç kimsesi yok. Onların yanında kendimi iyi hissediyorum. Ümmetin yetimleri.. Varlıkları ile varlığımı neşelendiriyorum. Şimdi de şu kalabalığın ortasında onlarla bulunduğum için, yuvasından yeni yeni uçmaya başlamış bir kuş gibi terü taze, melül melül etrafı süzerek büyük bir şaşkınlık yaşıyorum. O sessiz, sakin, yumuşak tıynetli çocukların burada nasıl kartallaştığının şaşkınlığını. Bir aslan gibi kükrediklerini şu anlamsız öfkeli cehalet karşısında. On dört küçük yumruk, on dört cesur yürek, on dört masum beden..

-Pakistan, Zindabad!

Lahor on bir milyonluk nüfusuyla Pakistan’nın en kalabalık ikinci şehri. Yakın zamanda yapılan bir araştırmaya göre dünyanın en kirli havasına sahip şehirler listesinde zirveyi görmüş. Akşam vakti şehre çöken kapkara bir sis bulutu bu kirliliğin en büyük göstergesi olsa gerek.

Sokakları dar, asfaltsız ve çamurlu. İnsanları sabırsız, aceleci ve telaşlı. Herkes bir an önce bir yerlere yetişmenin kaygısı içerisinde. Korna seslerinin o rahatsız edici gürültüsü zaten çok sesli olan bu şehre hiç yakışmıyor. Sessiz bir yer arıyorum ama neredeyse imkansız gibi.

Oturup yetimhanenin bahçesine biraz nefes almak geliyor içimden. Gökten yağan çamurlu yağmur, akşam vakti yükselen kirli kara sis bulutuyla birleşip buna engel oluyor. Şehir bir kez daha hüsrana uğratıyor beni.

Tüm bunların arasında Reyhan ile tanışıyorum. Nihayet kafa dengi biri. Şiir yazıyor ve babası da Pakistan’ın en büyük şairlerinden biriymiş. Hoş adam doğrusu. Onunla birkaç kitapçı gezdik. Kitap okuyan ve kalemle, kağıtla, edebiyatla haşır neşir olan insan görmek bir nebze huzur veriyor bana.

-Pakistan, Zindabad!

M. Fatih Özmen

M. Fatih ÖZMEN
M. Fatih ÖZMEN

Siyasal Bilimler | Uluslararası İlişkiler | Edebiyat [email protected]

Yorum Yaz