EĞİTİM SİSTEMİ ÜZERİNE FARKLI MÜLAHAZALAR; 200 YILLIK SANCIMIZ

EĞİTİM

Aslında bu yazının yerine yayınlanması gereken yazı Filistinli Şair Mahmud Derviş ve onun şiirlerini anlatan daha duygusal bir metindi, ancak Mahmud Derviş ve şiirine tam hâkim olamadığım için o yazıyı tehir etmek zorunda kaldım. Aslında tek sebep bu değildi şu son günlerde gündemden düşmeyen eğitim sistemi tartışmaları bana bir başka hususu hatırlattı acaba sadece ben mi böyle düşünüyorum yoksa durum hakikaten böyle midir diyerek bu yazıda size iki yüz yıllık sancımız olarak gördüğüm bir hususu yazmaya karar verdim.

ABD Dışişleri Bakanlığı'na bağlı Eğitim ve Kültür İşleri Bürosu'nun desteğiyle Uluslararası Eğitim Enstitüsü (IIE) tarafından hazırlanan "Open Doors" raporunun sonuçlarına bakacak olursak Türkiye ABD’ye öğrenci göndermede ilk 10 ülke içerindeki yerini koruyor. Aynı şekilde Avrupa’ya öğrenci göndermede ise Rusya ile birincilik için yarışıyoruz.

1800’lü yıllardan beri Batı’ya öğrenci-akademisyen-diplomat-bürokrat gönderen bir coğrafya konumundayız. Ama gelin görün ki 1800’lü yıllardan beri kaht-ı ricalimiz var diyerek serzenişimiz eksik olmuyor. Bu serzenişimiz boşuna değil elbet, bu iki yüzyıllık süreçte gönderdiğimiz alanlarla alakalı genel geçer bilgiler dışında yetkinliğini tamamlamış uzman sayısı bir elin parmaklarının sayısını geçmiyor maalesef. Peki, neden?

Gittikleri ülkelerin birikimlerini Türkiye’ye taşısınlar diye bu milletin vergilerinden kısılarak, çok zor imkânlarla yurt dışına gönderilen bu insanlar maalesef bu milletinin birikimlerini Batı’ya taşımaktan öteye geçememiştir. Gönderdiğimiz öğrenciler hem işin kolayına kaçmak hem de yanlarında eğitim gördükleri hocalarının telkinleriyle maalesef artı değer üretecek çalışmalar yapamamışlardır. Yaptıkları çalışmalar bu millete ve ülkeye artı değer olarak dönmemiş tam tersine gittikleri ülkeye katkı sunmuştur. Bu durum emperyalizmin eğitimde de nasıl etkin olduğunu anlamak adına da bize öngörü sunacaktır. Emperyalist vizyona sahip Batılı akademisyenler gönderdiğimiz öğrencileri ülkemizde ki belli başlı meseleleri çalışmaya yönlendirmektedir. Dolaylı olarak öğrencilerimiz için de çalışması kolay alanlar olduğu için durum kaçınılmaz oluyor. Başta masumane duran bu durum hiç de göründüğü gibi değil çünkü 200 yıldır öğrenci göndermemize rağmen o ülkelerle alakalı yetişmiş uzmanımız yok denecek kadar az, ancak Batılıların ihtiyaç duyduğu alanlarda onlara malumat verebilecek uzman sayısı o kadar fazla ki üstelik kendi paramızla yetiştirmişiz. Türkiye’de etnik, mezhepsel, sosyal, teknik sorunlarla ilgili Batıya yardımcı olacak her türlü malumat kendi akademisyenlerimiz tarafından üretilmiş durumda.

Anlatmak istediğim hususun yanlış anlaşılmasını istemem, derdim bu alanların çalışılmaması değil bu alanlar çalışılacaksa Batı ülkeleri kendi öğrencilerini göndersinler ve bu alanlarla alakalı malumatı onlar üretsinler ama biz kendi elimizle ve maddi imkânlarımızla bunu yapmayalım.

-Yabancı öğrenciler ABD ekonomisine 24 milyar dolarlık katkı sağlıyor-  İşte emperyalizmden kastım bu, Eski YTB Başkanı Kudret Bülbül Hoca’nın bir sözünü burada anmakta fayda var; “Emperyalizm kolay bir iş değil, büyük vizyon gerektirir.” Durumumuz oldukça ciddi, yetiştirmeye çalıştığımız akademisyenlerimiz tam olarak böyle bir vizyonla sahaya atılıyor. Avrupa veya ABD için hazırladığımız doktora veya yüksek lisans tezleriyle Türkiye için yeni bir vizyon oluşturmak istiyoruz. Makul düşünen kişiler için bu durumun abesle iştigal olduğu görülecektir.

Bu sorunun çözümüne gelince aslında basit birkaç rötuş ile bunu aşabiliriz; mesela kamu gelirleriyle yurt dışına giden araştırmacıların yapacakları çalışmalara sınırlandırma getirebilir. Yapacakları çalışmalar gönderen kurumun iznine bağlanarak ülkeye artı değer sunacak çalışmalara teşvik edilebilir. Özel alanlarda özel uzmanlar yetiştirmek için devlet katkıları bu alanlara yönlendirilebilir.  Türkiye’nin 200 yıllık sancısı için bu durum bir bâ’su ba’del mevt sayılabilir. Artık gönderdiğimiz akademisyenlerimiz Paris kafelerinin etkisinden kurtarılarak gerçek birer entelektüel olarak yetişmeli diyerek son sözü söyleyip yanlış anlaşılmalardan dolayı özür dilerken, hepinizi Allah’a emanet ediyorum.

Vesselam…

Bitirirken Batıya öykünen herkese ithaf etmek istediği bir şiir var,

Bkz. Üstat Sezai Karakoç ne diyor;

MASAL

Doğuda bir baba vardi

Batı gelmeden önce

Onun oğullari batıya vardı

Birinci oğul batı kapılarında

Büyük törenlerle karşılandı

Sonra onuruna büyük şölen verdiler

Söylevler söylediler babanın onuruna

Gece olup kuştüyü yastıklar arasında

Oğul masmavi şafağin rüyasında

Bir karaltı yavaşça tüy gibi daldı içeri

Öldürdüler onu ve gömdüler kimsenin bilmediği bir yere

Baba bunu havanın ansızın kabaran gözyaşından anladı

Öcünü alsın diye kardeşini yolladı

İkinci oğul Batı ülkesinde

Gezerken bir ırmak kıyısında

Bir kıza rastladı dağların tazeliginde

Bal arılarının taşıdığı tozlardan

Ayna hamurundan ay yankısından

Samanyolu aydınlığından inci korkusundan

Gül tütününden doğmuş sanki

Anne doğurmamış da gök doğurmuş onu

Saçlarını güneş destelemiş

Yıllarca peşinden koştu onun

Kavuşamadı ama ona

Batı bir uçurum gibi girdi aralarına

Sonra bir kış günü soğuk bir rüzgâr

Alıp götürdü onu

Ve ikinci oğulu

Sivri uçurumların ucunda

Buldular onulmaz çılgınlıkların avucunda

Baba yağmurlardan anladı bunu

Yağmur suları aci ve buruktu

İşin künhüne varsın diye

Yolladı üçüncü oğlunu

Üçüncü oğul Batıda

Çok aç kaldı ezildi yıkıldı

Ama bir iş buldu bir gün bir mağazada

Açlığı gidince kardeşlerini arayacaktı

Fakat batinin büyüsü ağır bastı

İş çoktu kardeşlerini aramaya vakit bulamadı

Sonra büsbütün unuttu onları

Şef oldu buyruğunda birçok kişi

Kravat bağlamasını öğrendi geceleri

Gün geldi mağazası oldu onu parmakla gösterdiler

Patron oldu ama hala uşaktı

Ruhunda uşaklık yuva yapmıştı çünkü

Bir gün bir hemşehrisi onu tanıdı bir gazinoda

Ondan hesap sordu o da

Sırf utançtan babasına

Bir çek gönderdi onunla

Baba bu kağıdın neye yarayacağını bilemedi

Yırttı ve oynasınlar diye köpek yavrularına attı

Bu yüklü çeki

İyice yaşlanmıştı ama

Vazgeçmedi koyduğundan kafasına

Dördüncü oğlunu gönderdi Batıya

Dördüncü oğul okudu bilgin oldu

Kendi oymak ve ülkesini

Kendi görenek ve ülküsünü

Günü geçmiş bir uygarlığa yordu

Kendisi bulmuştu gerçek uygarlığı

Batı bilginleri bunu kutladı

O da silindi gitti binlercesi gibi

Baba bunu da öğrendi sihirli tabiat diliyle

Kara bir süt akmıştı bir gün evin kutlu koyunundan

Beşinci oğul bir şairdi

Babanın git demesine gerek kalmadan

Geldi ve batının ruhunu sezdi

Büyük şiirler tasarladı trajik ve ağır

Batının uçarılığına ve doğunun kaderine dair

Topladı tomarlarını geri dönmek istedi

Çöllerde tekrar ede ede şiirlerini

Kum gibi eridi gitti yollarda

Sıra altıncı oğulda

O da daha batı kapılarında görünür görünmez

Alıştırdılar tatlı zehirli sulara

Içkiler içti

Kaldırım taşlarını saymaya kalktı

Ev sokak ayırmadi

Geceyi gündüzle karıştırdı

Kendisi de bir gün karıştı karanlıklara

Baba ölmüştü acısından bu ara

Yedinci oğul büyümüştü baka baka ağaçlara

Baharın yazın güzün kışın sırrına ermişti ağaçlarda

Bir alinyazısı gibiydi kuruyan yapraklar onda

Bir de o talihini denemek istedi

Bir şafak vakti Batıya erdi

En büyük Batı kentinin en büyük meydanında

Durdu ve tanrıya yakardı önce

Kendisini değistiremesinler diye

Sonra ansızın ona bir ilham geldi

Ve başladı oymaya olduğu yeri

Başına toplandı ve baktılar Batılılar

O aldırmadı bakışlara

Kazdı durmadan kazdı

Sonra yarı beline kadar girdi çukura

Kalabalık büyümüş çok büyümüştü

O zaman dönüp konuştu :

Batılılar !

Bilmeden

Altı oğlunu yuttuğunuz

Bir babanın yedinci oğluyum ben

Gömülmek istiyorum buraya hiç değişmeden

Babam öldü acılarından kardeşlerimin

Ruhunu üzmek istemem babamın

Gömün beni değiştirmeden

Doğulu olarak ölmek istiyorum ben

Sizin bir tek ama büyük bir gücünüz var :

Karşınızdakini değistirmek

Beni öldürseniz de çıkmam buradan

Kemiklerim değişecek toz ve toprak olacak belki

Fakat değişmeyecek ruhum

Onu kandırmak için boşuna dil döktüler

Açlıktan dolayı çıkar diye günlerce beklediler

O gün gün eridi ama çıkmadı dayandı

Bu acıdan yer yarıldı gök yarıldı

O nurdan bir sütuna döndü göğe uzandı

Batı bu sütunu ortadan kaldırmaktan aciz kaldı

Hâlâ onu ziyaret ederler şifa bulurlar

En onulmaz yarası olanlar

Ta kalblerinden vurulmuş olanlar

Yüreğinde insanlıktan bir iz tasıyanlar

Sezai Karakoç


Oktay KAYMAK


ÖZEL TEŞEKKÜR: Yazıda bana fikir üstatlığı yapan Doç. Dr. Kudret BÜLBÜL’e canı gönülden saygı ve teşekkürlerimi arz ediyorum…

Oktay KAYMAK
Oktay KAYMAK

PSIR Doctrine, Practice and Theory oktaykaymak02[at]gmail.com

Yorum Yaz