İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Massicard, E. (2007) Türkiye’den Avrupa’ya Alevi Hareketinin Siyasallaşması, İstanbul: İletişim Yayınları
Ele alacağımız kitap bölümünde üzerinde birçok ihtilafın söz konusu olduğu Alevilik, siyasal bir hareket olarak Alevicilik ve bu hareketin Cumhuriyet dönemi sonrasında hangi faktörlerle şekillendiği irdelenmiştir. Alevilik gibi küçük ölçekte sosyolojik bir meselenin aydınlatılmasını Cumhuriyet rejiminin, siyasi dönemlerin sosyal ve etnik hareketler karşısında aldığı tavır bütününün anlaşılmasını kolaylaştırıcı bir etkiye sahip olduğu düşünülmektedir.
Aleviliği tanımlama sorununu ele alacak olursak, yaygın tanımlamalar ve genellemeler hatalara sebep olabilmektedir. Bu noktada, bizim tanımlamamız yanında, tanımlanan grubun müntesiplerinin kendilerini nasıl tanımladıkları, hangi çevresel faktörlerden ne ölçüde etkilendiklerinin saptanılması önem arz etmektedir. Kırdan kente ve hatta yurt dışına gerçekleşen göçler, çevreden etkilenimler ve grupların diğer yönetimler nezdinde nasıl yorumlandıkları tanımların kapsamını etkilemektedir. Aidiyet sağlayıcı, entite bilinci seviyesini etkileyici faktörler, taraf olmanın sağladığı var olma imkanını oluşturmakta ve siyasi bir kimlik/hareket üretimine alan sağlamaktadır. Yazarın ‘’Alevicilik’’ olarak tanımladığı bu hareket bütünü, bahsettiğimiz süreç sonucu tezahür etmektedir. Ancak Aleviciliği çözümlemek kolay olmayacaktır. Türk siyasal sisteminin işleyişi, küreselleşme, Avrupa Birliği’ne entegrasyon sürecinde Türkiye’nin cemaatlere ve azınlıklara aldığı konjonktürel tavır, vakaların iç içe geçmişlik durumu analiz sürecinde zorluğa neden olan faktörlerdir.
Yeni bir toplum inşasında Cumhuriyet idaresi ile Aleviler arasındaki ilişkiler farklı dönemlerde değişkenlik arz etmiştir. Siyasi yönergelerini pragmatist olarak yorumlayabileceğimiz ilk dönem yönetimi, Osmanlı tarzı din temelli siyasi ve sosyal siyasasının geçerliliğini sonlandırmak amacıyla temellendirmeyi İslam öncesi Türk geleneklerini sürdüren bir toplum düzeni üzerine inşa etmeyi tasarlamıştır. Heterodoks, çoğunlukla göçmen olan halk olarak Aleviler bu temeli oluşturmada uygun zemin olarak düşünülmüştür. Sünni İslam karşısında yoğunluğu bastırıcı olarak denge faktörü olarak bu toplum tipinin elverişli olduğuna kanaat getirilmiştir. Kemalist rejim, kültürel öğelerdeki kavramların cemaatlere içkin yönlerini dönüştürerek değerlerin geniş bir toplum kesiminde yaygınlık kazanmasını hedeflemiştir. Sembollerin sahip olduğu anlamlarda dönüşüm gözlenmiştir. Alevi kültürünün sahip olduğu mistik değerler, yeniden yorumlanarak ideolojik öğeler haline getirilmiştir. Yazar, merkezin bahsedilen modeli topluma yaymak hedefini gütmediğini iddia etse de, modelin cemaat etkilerinden arındırılmasıyla toplum nezdinde kabuliyetin sağlanmasının hedeflendiği çıkarımında bulunmaktayız.
Aleviliğin yanında Bektaşiliği de ele alan yazar, bu camianın Mustafa Kemal’e ve reformlarına sürekli tâbiyetinin söz konusu olmadığını örneklerle vurgulamıştır. Kentlileşme ile güç potansiyelinin, siyasi nüfuzun artırılmasının hedeflendiği çok partili dönemde Bektaşiler ile Alevilerin ortak kimlik üretip siyasal alanda ittifak sağlamaları ilişkilerdeki pragmatik kaygıların varlığına kanıt oluşturmaktadır.
Kırdan kente göçün gerçekleşmesiyle Alevi bireylerin beraberinde taşıdıkları değer ve uygulamalar, kent yaşamının, kentteki siyasi yönergelerin etkisiyle dönüşüme uğramıştır. Sekülarizm ilkesinin etkileri, bireylerin dini altyapılarını ve tatbikatlarını dezenformasyona uğratmıştır. Bu asimilasyonun seyri kentten kırsala doğru etkiye neden olmuş, değerden azade bir Alevi kimliğinin oluşmasına temel oluşturmuştur. Bu durum ileri vadede, toplumdaki milliyetçi, değerlerini mahfuz tutan ve toplumun bu düzeyde seyrinin sağlanmasını hedefleyen sağcı kesimlerin tepkisini çekmiştir.
‘’Geçişkenlik’’ mefhumunu temel alarak ele aldığımız bu değerlendirme sonucu, 70’lerde siyasi kutuplaşmanın nirengi noktasına ulaştığı durumda siyasi/etnik aktörlerin karşı konumlanışlarının, değerlere aidiyetin belirli bir cenahta sabit kalması durumunun taraflar arasında reaksiyon üretici mahiyete sahip olduğu fikrine ulaşmaktayız. Sembollerin, kültür öğelerinin temsiliyet kaygısıyla dönemin siyasi yönergeleriyle değişime uğrayabildiğini, yerleşik siyaset düzenine geçişinin pragmatik kaygılarla mümkün olduğu sonucuna varmaktayız.
Furkan EMİROĞLU
Yorum Yaz