İlim ve Medeniyet

EMPERYAL FEMİNİST TAVIRLA ORYANTALİST SÖYLEMİ YENİDEN ÜRETMEK

 

Oryantalist metinlerde, doğu söylemsel olarak inşaa edilir. Metinsel bir evrende üretilen bu söylem, temsil sistemine dayanmaktadır. Bu temsil sistemi her metinde farklılık ve çeşitlilik gösterebilir. Kimi zaman bu temsiller birbiriyle çeliştiği, birbirini reddettiği ve hatta birbirini yalanladığı gibi, bazen de birbirini olduğu gibi tekrar eder. Ancak Edward Said’e göre bu üslup farklılıklarına rağmen farklı yazarların metinlerindeki Doğu temsillerinin birliğini sağlayan şey Batının “Doğu üzerindeki iktidar istenci konusunda gösterdiği ısrarcı tutarlılığı” dır.[1] Buradan anlıyoruz ki her yazarın metninde temsil ettiği doğu farklılaşabilse de, temsil sisteminin içinde kendine bir yer bulup, bu sistemin devamını sağlamaktadır. Bu açıdan bir metnin oryantalist söyleme katkısı sadece doğuyu olumsuzlaması ile gerçekleşmez, doğunun olumlanarak üretildiği metinlerin de oryantalist söyleme katkısı olabilmektedir. Dolayısıyla metinleri çelişkileri ve farklılıklarıyla oryantalist olarak görmemizi sağlayan üst bir söylem vardır. Bu söylemde söylemin sahibi kendisini, kendinden menkul, özerk ve hükümran bir özne olarak kurar[2] ve öteki hakkında söz söyleme gücünü kendine verir. Tüm bu söylemsel düzlemde de toplumsal cinsiyet ve cinsellik belirleyici unsurlar olmuştur. Çünkü her seferinde “öteki” hakkında söz söyleme “ötekinin kadını” hakkında söz söylemeye dönüşmüştür.

Dolayısıyla oryantalist metinlerde “doğulu kadın” denilince “doğu”, “doğu” denilince “doğulu kadının” anlaşıldığı bir söylem kurulur. Bu açıdan kendi konumunu sağlamlaştırmak isteyen batılı özne doğulu kadını bilme, keşfetme ve onun hakkında söz söylemeye girişir. Bu girişimde batılı öznenin karşısına bir engel olarak peçe çıkar. Peçeli doğulu kadın, batılı öznenin kurduğu iktidar ilişkisini sarsmaktadır. Doğulu kadının bedenini ve varlığını batılı özneye kapatan peçe, doğulu kadının bilinebilirliğine büyük bir engel oluşturur. Peçeli doğulu kadın görünmeden görebilmektedir. Bu durum batılı öznenin iktidarını bozmakta ve onu kışkırtmaktadır. Böylelikle oryantalist metinlerde sık sık peçeyi açmaya eğilimli özneler görünür. Bu anlamda peçe bir örtünme pratiğinden öte bir şeye dönüşür ve oryantalist metinlerin mecazları haline gelir.[3]

Peçeyi açmaya, doğulu kadını keşfetmeye takıntılı özne sürekli girilemez yerlere girmeye, ulaşılamaz yerlere ulaşmaya çalışır. Birçok sınır aşımını gerçekleştirebilen batılı erkek öznenin buna rağmen erişemediği, giremediği, göremediği bazı yerler vardır. Bu mekanların başında ise “Harem” gelir. Batılı erkek özne, girmesi yasak olan haremi “eksik” bırakmıştır. Bu eksiği tamamlama görevini ise batılı kadın özneye bırakır. Böylelikle erkek batılı özne, kadına bir tamamlama işlevi verir. Oysa eksik parçanın, bütünü değiştirme gücü vardır. Kadın özne erkeğin giremediği alanlara girdiğinde yaşadığı deneyimlerle erkek öznenin söylemini tamamen bozacak bir şeyler söyleyebilecekken, bu söyleme olduğu gibi eklemlenmekle de yetinebilir.

Yukarıda bahsedilen oryantalist söylem çoğu zaman aydınlanma felsefesi ile söylemsel bir iş birliği içindedir. Heffernan makalesinde doğu ve batı üzerine kurulan zıtlıklardan bahseder. Doğu geleneksel olanı, dinsel olanı temsil ederken, Batı modern olanı ve bilimi temsil eder, bu zıtlıkta özellikle “örtülmüş” ve “örtülmemiş” kadın üzerinden kurulur.[4] Heffernan’ın doğu / batı zıtlığını oluşturduğunu söylediği bu kavramlar, aydınlanama görüşünün kavramlarıdır. Aydınlanmanın ve hümanist felsefenin temel göstergeleri olan gelişme, ilerleme, modernleşme ve evrensellik ilkeleri aynı zamanda sömürge iktidarının “modernleştirme ve medenileştirme” misyonunun mihenk taşını oluşturur.[5] Batılı özne kendini özgür, modern ve medeni olarak inşa etmek için, esir, ilkel, ve eğitimsiz bir ötekine ihtiyaç duyar. Böylelikle batılı öznenin kendine geride kalmış toplumların gelişmesi gibi bir misyon yükler. Bu “iyimser” görünen amaç batılı özneye yeni bir iktidar alanı verir. Böylelikle bu modernleştirme misyonu kendini modern kabul eden batılı öznenin kurduğu bir başka iktidar alanıdır. Oryantalist söylemle bağlantılı olan bu aydınlanma söylemi “batılı kadına da, karanlık ve tekinsiz olan cinsdaşı karşısında, kendisine hükümran bir kimlik kurmasına yardımcı olacak bir dizi söylemsel strateji sağlamıştır.”[6] Aydınlanma Felsefesi ve feminist söylem arasındaki bu söylemsel işbirliği sonucunda Meyda Yeğenoğlu’nun “emperyal feminist” adını verdiği bir tavır gelişmiştir.[7]

Batılı kadınlar tarafından, doğu ve doğulu kadınlar hakkında üretilen metinlere bakarken bu durumu göz önünde bulundurmak oldukça önemlidir. Çünkü özellikle doğuya seyahat eden ve doğu hakkında yazan kadınlar, batılı erkeğin konumunu ele geçirmişler ve kendilerini gösterebilecekleri bir iktidar alanı bulmuşlardır. Bu noktada emperyal bakış bazen kadının toplumsal cinsiyetinin önüne geçebilmekte, ve batılı kadın özne, doğulu kadına, batılı erkek öznenin konumundan bakmaya devam etmektedir. Kendini feminist olarak tanıtan İngiliz gazeteci Grace Ellison da English Woman in a Turkish Harem adlı kitabında, oryantalist söyleme eklemlenirken bunu emperyal feminist bir tavır geliştirerek yapar.

Öncelikle Grace Ellison’ın kitabının başlığında “harem” kelimesi geçmesi anlamlıdır. Kitabın ilk bölümünün ismi de “hareme dönüş” dür. “Peçeli Türk kadını her zaman merak uyandırmıştır. Harem hayatına ayrılan en az bir bölüm, bir kitabın değerini muhakkak arttıracaktır. Zira “Harem” kelimesi insanın hayal gücünü haraketlendirir, okuyucunun zihninde asırların gizemini taşıyan peçeli hurileri ve rengarenk kaftanlar giyip balkabağına benzeyen kocaman sarıklar takan sadrazamları canlandırır.”[8] diyen Grace Ellison oryantalist söylemin ürettiği “Harem”in ve bunu tüketmeye hevesli okurun farkındadır ve hatta bu durumu eleştirir. Herem’in yanlış anlatıldığını Türklere haksızlık edildiğini söyler.[9] Harem kelimesinin anlaşıldığı anlamından farklı olduğunu söyler ve kendisi kitabında “haremi” saray haremi olarak değil, “Türk evi” anlamında kullanır.[10]

Ancak Grace Ellison bu itirazı yaparken kendisi de farklı bir üslupla haremi metinsel alanda tekrar kurar ve temsil eder. Grace Ellison haremin çok ilgi çeken bir konu olduğuna değinip, şimdiye kadar bu konu hakkında anlatılanları yalanladıktan sonra kendisinin hareme girmeyi başardığına vurgu yapar, böylelikle Ellison, kendine bir iktidar vermiş ve haremin hakikatini kendisinin anlatacağını iddia ederek yalanladığı eril oryantalist söylemin yaptığını yapmış olur. Böylelikle Ellison oryantalist söylemin en merak çeken alanını tekrar üretirken, bu sefer bu üretime emperyal feminist bir tavır getirmiştir.

“En faal ve meşhur modern Türk hanımlarından Halide Hanım’a önde gelen derneklerimizden biri adına, İngiliz kadınlarının Türk kadınlarının ilerlemesine nasıl katkıda bulunabileceklerini sordum. Bunun üzerine Halide Hanım, “Onlardan yanlış anlaşılan “harem” kelimesini sonsuza dek akıllarından silmelerini ve gerçek Türk evlerinden bahsetmelerini isteyin. O kelimenin yanlış anlaşılmasıyla yaratılan ve yaşamlarımızın üzerine karanlık bir gölge gibi çöken ahlaksız etiketi kaldırmaya çalışmalarını isteyin. Aslında bizim kim olduğumuzu anlatın onlara.”[11]

Burada İngiliz olan Grace Ellison, Türk kadınlarının ilerlemesine katkı sunmak istediğini söylerken, hem doğulu kadının geri kalmış bir konuma sokmakta, böylelikle kendinin ileride olduğunu varsaymaktadır. Bunun sonucunda da kendisini doğunun ilerlemesini sağlamakla yetkilendirmiş olur. “Sömürgeci söylemin öteki ile Batı arasında kurduğu zamansal mesafeyi işaretleyebilmesi, pekala “ilkel”, “geri”, “geleneksel”, vb. terimler aracılığıyla da mümkün olabilmektedir. Bu tür zamansallaştırma araçları, Fabrian’ın da belirttiği gibi[12], ‘öteki’ni zamansal dizge içinde geri itmeye yarar.”[13] Böylelikle Grace Ellison İngiliz kadını olarak kendini ileri bir konuma koyarken Türk kadını geri bir konuma itmiştir. Böylelikle daha ileride olan kendisinin, geride olan doğulu kadına yardım etmesi doğal olacaktır. Üstelik doğulu bir kadın da ona, harem yanlışını düzeltmek ve kendilerinin aslında kim olduklarını anlatmak gibi bir görev vermiştir. Böylelikle oryantalist söylemdeki temsil sistemi Ellison tarafından baştan kurulacak, haremin hakikati Ellison tarafından yapılacaktır.

Ellison, kitabında sürekli doğu ve batı arsında bir zıtlık kurar. Bu zıtlık hem oryantalist söylemin doğu ve batıyı birbirinin ötekisi olarak kurmasına hizmet eder, hem de aydınlanmacı düşüncenin, “ileri-geri”, “bilim-din”, “gelenksel-modern” zıtlıklarını pekiştirir. Örneğin, “Avrupa ve Asya, yaşam ve hayaller, gayret ve kadercilik, hürriyet ve esaret”[14] diyen Ellison birbirine zıt kavramlarla doğu ve batıyı çok keskin bir şekilde ayırmıştır. Yine “Mektuplar Batı alemine ait, hareket batı alemine; ama gün batımı ve hayaller ve şu an tadını çıkardığım bu dingin saadet Doğulu kadınların mirası.”[15] diyen Ellison, batıyı hareket ile özdeşleşirken oryantalist söylemin tekrarladığı gibi doğuyu durağan, sabit, değişmez ve daha egzotik olarak kurmuştur. Hatta bu durum o kadar vurgulanır ki Ellison metin boyunca “zaman” kavramını kaybeder ve mektup yazmak istediği zaman düşeceği tarihi hatırlayamaz. Böylelikle doğu gelişmeyen, hareket etmeyen dingin bir mekan olarak vurgulanmış olur.

Batılı eril öznede olduğu gibi Grace Ellison da sürekli sınır aşımlarını tekrarlar. Kitabın “Yasak bölge: Kutsal Türbe” bölümünde Hristiyanların alınmadığı türbeye girmek için Ellison peçe takar. “Fatma’yla birlikte Eyüp Türbesi’ne gittim. Buraya geldiğimden beri oraya gitmeyi istiyordum; ama itiraf etmeliyim ki bunun sebebi türbenin kutsal duvarlarını kaplayan o güzelim çinileri görmekten ziyade, içeri Müslümanlar dışında kimsenin girmesine izin vermeyen o kuralı yıkmaktı.”[16] Böylelikle Ellison da eril özne gibi kolayca kılık değiştirir ve kuralı yıkar, türbeye girer. Bunun sonucunda da “türbenin güzelliğinin, bu güzelliği görmenin zorluğundan kaynaklandığını”[17] söyler. Yine başka bir yerde “şimdi Suriçi’nin göbeğindeyim ve şu anda ben de bir Türk kadınıyım. Başka halkların gerçek değerlerini ancak onların içinde, onlar gibi yaşayarak anlayabiliriz. İnsan bir süre kendi kimliğinden feragat ederek çok değerli bilgiler edinebilir.”[18] diyen Ellison, Türkiye’de kendi kimliğinden feragat etmiş peçeyi kullanarak doğulu kadın kimliğini kullanmış ve girilemeyen yerlere girmiştir. Ellison bu yolla girdiği her yerde bir Türk kadını gibi davranmış ancak her zaman olaylara emperyal feminist bir bakışla bakmaya ve deneyimlerini bu tavırla yorumlamaya devam etmiştir.

Oryantalist söylemdeki peçenin işlevinin Ellison’ın metninde de tekrarlandığını görüyoruz. Ellison, peçenin “kadını yasak meyve haline getirdiğini ve onu her ne kadar cazip kılsa da gizemle kuşattığını” söylüyor. “Kadınının yüzünü örtükçe erkeğin onu görmek için daha büyük bir arzu” duyduğunu söyleyen Ellison, bu ifadelerle peçeyi açmaya arzu duyan batılı eril öznenin hislerine tercüman oluyor. Yine aynı şekilde “peçenin sakıncalı yanı” olan bir diğer mesele olarak “peçenin kadınları kendi hareketlerinin sorumluluğunu üstlenmekten alıkoyması” olduğunu söylüyor. Böylelikle eril oryantalist metinlerde olduğu gibi peçe hem esaret hem özgürlüğü ifade eden, bir yanıyla erkeği daha çok cezbeden, bir yanıyla da kadının içinde istediğini yapabildiği bir imkana dönüşüyor.

Peçe konusunda Ellison oryantalist söyleme eklemlendiği gibi, bunu yaparken da emperyal feminist bir tavır sergiliyor. Örneğin, Ellison feminist toplantısı yapılan bir solana gider. Toplantıda söz alan bir konuşmacı “peçe ve kadınların esareti” üzerine konuşur.[19] Ellison konuşmadan heyecan duyduğunu ve konuşmayı dinleyen peçeli kadınların da çok etkilendiklerini ancak hala peçelerini çıkartmadıklarını söyler.[20] Ellison bu duruma çok şaşırır ve “bu esaretin neredeyse kadınların varlığının bir parçası haline geldiğini”[21] söyler.

Bu feminist toplantının anlatıldığı bölümün kitaptaki adı “Kadınların Kahramanları: Erkek Liderler”dir. Peçe ve kadınların esareti hakkında konuşan konuşmacılar erkektir. Ellison ise bu erkekleri kadınların kahramanı olarak adlandırmıştır “Türk kadınları hala peçelerini örtüyor. “Görüyorsunuz” diyor (İstanbul Askeri Valisi) Cemal Bey, “onlara vermeye çalıştığım hürriyetten faydalanmıyorlar.”[22] Ellison Cemal Bey’in bir erkek olarak kadına hürriyet “vermesini” yadırgamıyor ve hatta erkekleri bu durumdan dolayı övüyor. Kendisi de emperyal feminist tavırla doğulu kadının “asırlardır süregelen bu esaretten birkaç ay içinde kurtulma”[23]sının mümkün olmayacağını söylüyor. Böylelikle kendisini “özgürlük” ile doğulu kadını ise “esaretle” özdeşleştiriyor. Bunu da oryantalist söylemin kullandığı peçe ve esaret imgeleriyle yapıyor. Ellison çok sevdiğini söylediği bu “geri kalmış” “esaret” içinde olan doğulu kadının “gelişmesini” ve “özgürleşmesini” ise “canı gönülden” istiyor.

“Bir kenara oturup halı kaplı koridorlarda aylak aylak dolaşan, dedikodu yapan, sigara içen ve konuklarına habire kahve su taşıyıp duran bu kadınları izlerken her daim kapalı tutulan kafesli panjurları kırıp onları güneşe kavuşturmayı, pencereleri ardına kadar açıp içeri temiz hava dolmasını ve onlar da dışarı çıkabilsinler diye kapıları ardına kadar açmayı çok isterdim. Ancak buradaki kadınların hiçbiri esaretinin bilincinde değil ve eminim yabancı bir kadının yakışıksız davranışları onları dehşete düşürür.”[24]

Buradan da anlıyoruz ki Ellison, oryantalist söylemin doğulu kadın hakkında kullandığı imgeleri aynen kullanıyor. Ancak Ellison sadece “doğulu kadının esareti” söylemini üretmekle kalmıyor, emperyal feminist tavırla doğulu kadına acıyor ve onu bu esaretten kurtarmak istiyor. Ellison’ın kadınına hürriyet verdiğini söyleyen doğulu erkekten rahatsız olmaması, kendisinin de doğulu kadın adına konuşmaktan imtina etmemesinden kaynaklanıyor. Böylelikle doğulu kadın adına, onun için neyin özgürlük olduğuna karar veren Ellison ile, doğulu kadını esaret içinde çizen batılı eril özne ve bu varsayımı kabul edip kadınına özgürlük “lütfeden” doğulu erkek bir ittifak içine giriyor ve bu üç söylem birbirine eklemleniyor.

Sonuç olarak, Grace Ellison, English Woman in a Turkish Harem adlı kitabında oryantalist söylemi, emperyal feminist bir tavırla tekrar üretmiştir. Ellison gelişmiş ve özgür batının mensubu bir kadın olarak, batılı olmayan diğer kadınları ötekileştirmiş ve onları ilerleme ve özgürleşme yolunun en başlangıç noktasına itmiştir. Bu yolda da doğulu kadına rehberlik etme görevini kendinde görmüş, dolayısıyla daha yolun çok başında olan doğulu kadın adına da konuşmakta bir beis görmemiştir. Doğu ve batı arasında yaptığı ayrım, kullandığı ifadeler, anlattığı mekanlar oryantalist söylemden beslenirken, oluşturduğu zıtlık ise aydınlanma felsefine dayanmaktadır. Kendisi de, böyle bir söylemsel işbirliği içinde emperyal feminist bir tavırla doğulu kadını kurtarma hedefine girişmiştir.

MAİDE TERZİ

KAYNAKÇA

NOT: Bu yazıda değerlendirilmesi yapılan Grace Ellison’ın English Woman in a Turkish Harem adlı kitabı, İngilizce aslından okunmakla beraber, yazıdaki alıntılar Dergah Yayınlarının çevirisi olan İstanbul’da Bir Konak Ve Yeni Kadınlar: İngiliz Kadın Gazetecinin Gözüyle Türk Evi ve Gündelik Hayat adlı kitabından yapılmıştır.

[1]Meyda Yeğenoğlu, Sömürgeci Fantaziler: Oryantalist Söylemde Kültürel Ve Cinsel Fark (İstanbul: Metis, Ocak 2003), 96.
[2]a.g.e., 20.
[3]Meyda Yeğenoğlu, Sömürgeci Fantaziler: Oryantalist Söylemde Kültürel Ve Cinsel Fark (İstanbul: Metis, Ocak 2003), 53.
[4]Teresa Heffernan, “Feminism against the East/West Divide: Lady Mary’s “Turkish Embassy Letters”
[5]Meyda Yeğenoğlu, Sömürgeci Fantaziler: Oryantalist Söylemde Kültürel Ve Cinsel Fark (İstanbul: Metis, Ocak 2003), 126.
[6]a.g.e., 130.
[7]a.g.e., 130.
[8]Grace Ellison, İstanbul’da Bir Konak Ve Yeni Kadınlar: İngiliz Kadın Gazetecinin Gözüyle Türk Evi ve Gündelik Hayat ( İstanbul: Dergah, Haziran 2009), 23.
[9]a.g.e., 23.
[10]a.g.e., 50.
[11]a.g.e., 25.
[12]Johannes Fabian, Time and the Other.
[13]Meyda Yeğenoğlu, Sömürgeci Fantaziler: Oryantalist Söylemde Kültürel ve Cinsel Fark (İstanbul: Metis, Ocak 2003), 128.
[14]Grace Ellison, İstanbul’da Bir Konak Ve Yeni Kadınlar: İngiliz Kadın Gazetecinin Gözüyle Türk Evi ve Gündelik Hayat ( İstanbul: Dergah, Haziran 2009), 22.
[15]a.g.e., 21.
[16]Grace Ellison, İstanbul’da Bir Konak Ve Yeni Kadınlar: İngiliz Kadın Gazetecinin Gözüyle Türk Evi ve Gündelik Hayat ( İstanbul: Dergah, Haziran 2009), 123.
[17]a.g.e., 127.
[18]a.g.e., 25.
[19]Grace Ellison, İstanbul’da Bir Konak Ve Yeni Kadınlar: İngiliz Kadın Gazetecinin Gözüyle Türk Evi ve Gündelik Hayat ( İstanbul: Dergah, Haziran 2009), 62.
[20] a.g.e., 63.
[21] a.g.e., 64.
[22] a.g.e., 53.
[23] a.g.e., 53.
[24]Grace Ellison, İstanbul’da Bir Konak Ve Yeni Kadınlar: İngiliz Kadın Gazetecinin Gözüyle Türk Evi ve Gündelik Hayat ( İstanbul: Dergah, Haziran 2009), 38.

Exit mobile version