Enderun, yalnız Yesariler gibi sanatta zirveleşmişlerin yetiştiği değil, 15. Asırdan 19. Asrın ortalarına kadar, Osmanlı Devleti’ne ilim, irfan, edep, terbiye, hüner ve askerlikte de dört başı mamur kafileler hediye eden bir ocaktı. Yüksek bir bilgi yuvası olan bu ocağın çatısı altında feyz alan devşirme ya da yerli çocuk veya gençler, iman ve Türklük şevki ile öylesine yoğrulup bir milli çehre kazanırlardı ki kıvam bulmuş bu gençler, birer abide cevhet haline geliverirlerdi. Yaşarlarsa vatan ve iman için yaşarlar, ölürlerse gene onun için can feda edip ölürlerdi.
Enderun’a, devlet hizmetlerinin veya güzel sanatların fokurdayan kazanı denebilirdi.
Bu satırları yazmakta bulunan kadın, 19. Asırda henüz doğmamış olmasına rağmen, ailesine keman hocalığı yapan zatın Enderunlu olduğu söylenirdi.
Gene aile dostlarından olan ve Enderunlu İsmail Bey diye anılan zat da bir nezaket ve terbiye timsali idi. Enderun ocağının altındaki ateş çoktan söndürülmüş bulunmasına rağmen, bu ocağın ateşinde ısınmış olan İsmail Bey, kelamı meramını ifade ederken gösterdiği nezaket, zarafet, gerçekten büyük kütleye numune teşkil eden ve etrafındakileri kalabalıklardan, laubaliliklerinden utandıracak bir edep aynası idi.
Enderun’dan yetişenler arasında vezir ve sadrazam olanlar da mevcuttu. Bunların birçoğu da, Enderun’daki lakapları ile anılır olmuş ve tarihe de bu lakapları ile geçmişlerdir. Mesela Baltacı Mehmet Paşa, Kavukçu Mustafa Paşa, Tırnakçı Hasan Paşa, Sarıkçı Mehmet Paşa bunlardan bazılarıdır.
Silahlarlar arasında yirmi kadar vezirazam olan vardır ki bunlardan Silahtar Şehit Ali Paşa Padişah Üçüncü Sultan Ahmed’in kızı Fatma Sultan’la nikahlanmış, fakat paşa, Petervaradin Muharebesi’nde şehit düşmüştü.
Padişah için pek makbul bir vezir olan Ali Paşa, insan oğlunun o sönmez hırs ve kıskançlığı ile hayli hırpalanmıştı. Nitekim, onu bir türlü çekemeyen Kapı Ağası Osman Ağa, son derece sert, küstah ve aksi olduğundan, padişahın, silahtarına olan teveccühünü bir türlü hazmedemez ve onu kendi emirlerine ramederek ezmek isterdi. Fakat padişahın teveccühüne güvenen silahtar, ona asla boyun eğmezdi.
Bir gün Üçüncü Sultan Ahmet Kağıthane’ye gitmek üzere iken Osman Ağa, silahtara, padişahın arasına binmemesini söyleyip, bunun aksini yaptığı takdirde onu öldürteceği tehdidini savurmuştu.
Üçüncü Sultan Ahmed kayıkla gelip, bendeganın beklediği yerde arabaya binerken Ali Paşa’nın çekinip özür dilemesi üzerine ısrarla sebebini sorup keyfiyeti anlayınca, son derece canı sıkılarak, saray amirliğini kapı ağalarından almış ve silahtar ağalara vermiştir.
Atasözlerinde: “Dimyat’a giderken evdeki bulgurdan olmak” diye bir söz vardır. İşte, şeytani ve nefsani zorbalık, Osman Ağa’nın da, meslektaşlarının da, ellerindeki nimeti böylece yakıp kül eylemiştir.
Enderunlu gençler, zamanın mülki işlerinde ve harp hünerinde bir üstün ve yüksek merkez idi. Tarihe dikkat edersek, en büyük devlet adamlarının, kumandan ve sanatkarların büyük bir kısmının buradan yetişmiş oldukları görülür.
Enderun’da, uzun ve disiplinli bir tahsil verilir ve burada itaatsizlik asla olmazdı. Sanatkar olacaklara askeri eğitim verilmezdi. Saray adabı, ahlak, terbiye, hatta nezakete aykırı hareket edenler, ileri sınıflara yükselemezlerdi.
Sınıflara oda denirdi. En yüksek sınıf Has Oda idi.
Odalar yedi kısma ayrılmıştı ki en küçüğü, Büyük ve Küçük Odalar, sonra sıra ile Doğancı Odası, Seferli Odası, Kiler Odası, Hazine Odası ve işte nihayet Has Oda gelirdi.
Has Oda’ya yükselebilenlerin şahsen padişaha takdimi kanundu. Padişah da hepsini tek tek isimleri ile bilirdi.
Has Oda’ya yükselmeden evvel, diğer odalardan da devlet hizmetine çıkarılanlar olurdu. Has Oda’nın kumandanı, has odabaşısı veya silahtar ise doğrudan vezir rütbesi ile saraydan çıkabilirdi. Hatta bunlardan birkaçı Çorlulu Ali Paşa ve Şehit Ali Paşa gibi doğrudan doğruya sadrazam olmuşlardır.
Samiha AYVERDİ’nin Ezeli Dostlar isimli eserinden alıntıdır.