İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Uzun bir süredir ülke gündeminin ilk sırasında referandum vardı. AK Parti ve MHP’nin ortaklaşa hazırladığı 18 maddelik metin, ’82 Anayasa’sı üzerinde ilk defa yönetimsel bir değişiklik vadediyordu. Bu vaat ile birlikte 16 Nisan’da Türkiye sandık başına gitti ve az bir fark ile tercihini EVET’ten yana kullandı. Milli iradenin tercihi, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi oldu.
Bu saatten sonra siyasi gündem olarak; uyum yasalarını, yürürlüğe giren maddeleri ve olağanüstü bir hal olmaması durumunda 2019’da planlanan seçimleri konuşacağız.
Siyasi gündem olarak bunları konuşacağız dedim çünkü konuşulması gereken bir diğer önemli alan da ekonomik gündemimiz olacak. Referandum çalışmaları, analizleri ve anketleri tüm gündemimizi kaplarken hayat durmadı, devam etti. Hayatın devam ettiği her yerde ekonominin çözülmesi gereken problemleri vardır. Maalesef bu problemlerin bazıları Türkiye’de artık kronikleşmiş bir hal aldılar. Bundan dolayı Türkiye, hızlıca asıl gündemi olan ekonomiye yani gerçek sorunlarla yüzleşmeye dönmeli.
Öncelikle EVET’ten sonra oluşan Türkiye Ekonomi’sini betimlemeye çalışalım. Siyasi gündem ile beraber oluşan belirsizliğin ortadan kalktığını söyleyebiliriz. Referandumun ardından aynı hükümet aynı yol haritası ile 2019’a kadar planlı bir şekilde yoluna devam edecek gibi görünüyor. Bu da en azından kısa vadeli yatırımcı için belirsizlik havasının ortadan kalktığını gösteriyor. Ancak referandumdan yeni hükümet modelinin geçmesinin en önemli yanının belirsizliğin ortadan kalkması değil de ‘istikrarın daim olması’ sonucu doğurmasının olduğunu düşünüyorum. Artık Türkiye, parlamenter sistemin ortaya çıkardığı istikrarsız hükümetlerden teorik olarak da kurtulmuş, Cumhurbaşkanı ve ekibi tarafından beş yıllık süreler ile yönetimde istikrarın sağlanacağı bir ülke olma yolunda yeni sisteme EVET demiştir.
İstikrar ekonominin can damarıdır. Çok güzel bir söz vardı; ‘ekonomi ile siyaset ikiz kardeşler gibidir, birinin morali bozulursa diğerinin de bozulur’ diye. Bundan dolayı siyasette istikrar beraberinde ekonomide istikrar ve büyümeyi getirecektir.
Yeni sisteme geçiş ile birlikte oluşan kısa süreli ortamı da betimledikten sonra Türkiye’nin makroekonomik parametrelerine göz atmakta fayda görüyorum. Öncelikle kötüden iyiye doğru giden bir parametre ile başlayalım; Turizm.
Türkiye, Rusya ve Avrupa ülkeleri ile yaşadığı sorunlar ve yoğunluğu gittikçe azalsa da şehirlerde yaşanan terör olayları gibi nedenlerden dolayı turizmi 2016 yılında istenilen seviyenin çok altında getiri ile gerçekleşmişti. 2017 yılına ise turizmi etkileyen sorunlarını büyük ölçüde çözmüş bir Türkiye ile karşı karşıyayız. Başta Rusya olmak üzere Türkiye turizmini etkileyen başat ülkeler ile turizm alanında yapılan yeni anlaşmalar bu yılın verilerinin düzelmesinde temel etkenler olacaklar.
Üzerinde durmamız gereken bir diğer parametre ise İşsizlik. Türkiye’de genel işsizlik son açıklanan veri ile %13 civarında. Genel işsizliğin yanı sıra korkutucu olan alt parametrelerden biri de genç işsizlik; 2016 Nisan ayında %16 civarında iken şuan %24’ler civarında. Türkiye için siyasi sorunlardan kafayı kaldırıp, yapısal sorunlara çözüm üretmenin vakti geldi. Yeni Hükümet Modeli ile daha fazla yatırım çeken, başta gençler olmak üzere tüm vatandaşlara yeni istihdam alanları açan bir Türkiye ortaya çıkarmak zorundayız. Geleceğe ancak böyle yürüyebiliriz.
Enflasyonda ise durum kötüye doğru gidiyor. Türkiye referanduma eski günlerde olduğu gibi çift haneli enflasyon ile gitti. Türkiye’de enflasyon %12’ye yaklaşmış durumda, çekirdek enflasyon ise %9 civarlarında. Burada hanehalkını daha çok ilgilendiren oran çekirdek (manşet) enflasyon. Türkiye, kısa vadede temel gıda ürünlerinde yaşanan olağanüstü fiyat artışlarını kamu müdahaleleri ile normal seviyeye getirmeye ve uzun vadede ise Merkez Bankası’nın temel hedefi olan fiyatlar genel seviyesini stabil tutmaya odaklanmalı.
Bir diğer makro değişken kamu borcunun GSYİH’ya oranı. Türkiye’nin 2001 yılında alınan ders ile en dikkat ettiği parametreye dönüşmüştür. Türkiye’nin kamu borcunun GSYİH’ya oranı ekonomisinin daha az kırılgan bir yapı olmasının en temel destekleyicisidir. Birçok AB ülkesine göre bu parametrede Türkiye’nin performansı daha iyidir. Avrupa Birliği’ne giriş için sağlanması gereken Maastricht Kriterlerinden biri de Kamu Borcu/GSYİH oranının %60’ı geçmemesidir. Türkiye’de bu oran şuan %30’un altındadır. Özetle; Türkiye’nin mali disiplininin devamı için taviz vermemesi gereken parametredir.
Son olarak ise bakmamız gereken parametreler; faiz, yatırım ve AB ile ilişkiler olsun. Türkiye’de faiz oranı oluşturulan faiz koridorunun da dışına çıkmış hatta Merkez Bankası, piyasada oluşan faiz oranlarına göre politika faizini birkaç defa değiştirmiştir. Şimdilik TCMB’nin politika faizi olarak işlem gören TCMB Ortalama Fonlama Faizi %12’ye dayanmış durumda. Üzülerek söylemek gerekir ki bu faiz oranları ile uzun vadeli yatırım beklemek polyannacılıktan daha vahim bir psikolojik sorundur. Merkez Bankası, radikal hamleler ile yeni nesil Merkez Bankalarına ayak uydurmalı ve Türkiye’nin kalkınmasının önünü açmalıdır. Böylelikle yöneltilen eleştirileri de savuşturmanın tek yolunun bu olduğunu da keşfetmiş olurlar. Merkez Bankası’nın faizler ile çaba sarfetmesi yetmez. Türkiye’de siyasi iradenin başta en büyük dış ticaret partnerimiz olan Avrupa Birliği ile ekonomik olarak arayı iyi tutması gerekmektedir. Böylelikle faiz-yatırım ilişkisinde gelişme kaydedebiliriz. Başka türlü cari açığın düşürülmesi de pek mümkün gözükmemektedir.
Özetle; Türkiye, siyasi, sosyal ve ekonomik olarak yeni bir döneme girdi. Bu dönemi daha güçlü geçirmek için yapısal reformlar ile makroekonomik görünümümüzü düzeltmek zorundayız. 2019’a kadar beklemeyerek, bu geçiş sürecinde ekonomide düzeltici adımlar atılarak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne daha güçlü bir geçiş yapılmalıdır.
Hayri SOYGÜZEL
Yorum Yaz