1948 yılında yayınlanan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin başlangıç kısmında; İnsanlık ailesinin bütün üyelerinin doğal yapısındaki onuru ile eşit ve devredilemez haklarını tanımanın dünyada özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğu, insan haklarını göz ardı etmenin ve hor görmenin, insanlığın vicdanında infial uyandıran barbarca eylemlere yol açtığı belirtilir. Devamında insanın zorbalık ve baskıya karşı son çare olarak başkaldırmak zorunda kalmaması için, insan haklarının hukukun egemenliğiyle korunmasının önemli olduğunu vurgu yapılır. Tarih boyunca pek çok toplum psikolojik travmalara sebebiyet veren siyasi, ekonomik ve sosyal hadiselerle baş etmek zorunda kalmıştır. Ancak hiçbiri tüm dünyayı derinden sarsan Fransız İhtilali kadar etkili olmamıştır. Fransız İhtilali’nin ortaya çıkardığı evrensel değerler bugüne kadar sosyal bilimcilerce sorgulanagelmiştir. Eşitlik, özgürlük ve kardeşlik olarak üç temele dayanan evrensel değerlerin geçerliliğinin kabul edilebilir olup olmadığı tartışılmıştır.
İnsan hakları değerler sisteminin dünya genelinde ne derece uygulandığı şüpheli bir durumdur. Fransız İhtilali ile sarsılan Eski Dünya’nın yüzyıllar boyunca kabul edip sosyal hayatta kanıksadığı pek çok metodolojik kuram ve yaklaşım değişime uğramıştır. Mutlak monarşilerin yerine geçen ulus devletler sisteminin dünyaya egemen olması ile beraber giderek muğlaklaşan bir evrensellik sancısından bahsetmek mümkündür. İnsan hak ve hürriyetleri bağlamında ele alınacak olursa II. Dünya Savaşı sonrası gelişen süreç içerisinde tüm dünya için ortak bir anlayış ve ortak bir sistemin uygulanamadığı görülür. Evrensel bir insan haklarının varlığını ifade etmek ve onu birtakım olgularla gerekçelendirip temellendirmeye çalıştığınızda aslında anlamsız bir uğraş içinde çırpındığınızı hissedebilirsiniz.
Dünyamızın temiz olduğunu ileri sürmek oldukça manasız ve ütopik durmaktadır. Belirli bir tarihte imzalanan antlaşma ile genelgeçer herkesçe mutabık kalınmış bir insan hakları beyannamesi ortaya atılmış olsa da sorunların devasa boyutlarda olduğu göze çarpmaktadır. Bugün kadın haklarından çocuk haklarına, bireysel ve kolektif özgürlük ile değer alanlarına kadar pek çok alanda çifte standartların geçerli olduğu aşikardır. Postmodern sistemin dünyayı okuyuşunda başlayan problemli yapı insan hak ve hürriyetlerine de sirayet etmektedir. Azınlığın çoğunluğa veyahut çoğunluğun azınlığa tahakküm kurmaya çalıştığı bir dünyada evrensel insani değerlerden bahsedemezsiniz. Dünyada her gün, her geçen saat ve dakikada bir insan suçsuz yere baskı altına alınırken, şiddet ve istismara uğratılırken, haksız yere öldürülürken insan haklarının varlığından söz edemezsiniz.
Evrensellik maskesi altında kolonyalist hegemonya anlayışını devam ettirmenin kirli hesaplarını yapan devletler grubunun bugün adalet ve insan haklarından, hoşgörü ve demokrasi lakırdısından kendilerini kurtarıp hesaba çekmeleri gerekmektedir. Tüm muasırlaşmış(!) devletlerin ilgisizce seyrettiği ölümlerin, savaşların önüne geçmenin bir yolu yok mudur? Bugün her insanın temel hakkı olan yaşama hakkının son verilmesini kayıtsızca izleyen bu devlet ve liderlerini tarih sayfaları nasıl anacaktır? Uluslararası barış ve güveni tesis etmekle yükümlü örgütlerin vurdumduymazlığının faturası kefensiz cesetler olmaya devam mı edecektir? Sahi evrensel insan hakları gerçekten var mıdır? Varsa kim için, ne zaman ve hangi şartta geçerlidir?
Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi Suriye’de, Mısır’da, Arakan’da, Doğu Türkistan’da, Orta Afrika’da, Irak’ta, Bangladeş’te ve Yemen’de – kısacası Avrupa sınırlarının dışında– gösterilen tepki ve tutumlar ile değersizleşmiş, sıradanlaşmıştır. O beyannamenin işlerliği Avrupa kıta sahanlığı için geçerlidir ne yazık ki. Yani bu durumda sorunların çözümü için bu kıtanın devletlerinden ve sistemlerinden medet ummak akıldışıdır. Yapılması gereken doğru bilinçlenmenin önünü açacak gerçek insan hak ve hürriyetlerini garanti altına alacak yeni bir uluslararası hukuksal sürecin başlatılmasıdır. Sivil inisiyatifin ise devletlerden daha fazla sorumluluk alması bu sürecin kalıcılığı için gereklidir. Batı merkezli düşünce sistemi ve hegemonik güç mücadelesinin nüvesi olan bir beyanname Doğu-İslam toplumları için bir anlam teşkil edememektedir(Bkz; terör saldırılarının arasındaki tepkisel fark). Bizim kendi ahlaki, insani hak ve değerlerimizi yeniden gün ışığına çıkarmamız gerekiyor. Zira bu dünyaya ışık hep doğudan geliyor.
Abdulkadir AKSÖZ