İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
GİRİŞ
M.Ö. ve M.S. dünya tarihine yön veren olayların yaşandığı bölge olması hasebiyle ve aynı topraklar üzerinde dünya tarihine yön veren devletlerin ve imparatorlukların bu topraklarda doğmuş ya da hüküm sürmüş olması; gerek geçmişte gerekse günümüzde uluslararası ilişkilerde önemli bir yer teşkil etmektedir. Kenanlıların bereketli hilal havzasına geldiği tarihten bu yana kimi zaman devletlerarası kimi zaman ise gruplar düzeyinde bir çok çatışmaya sahne olmuştur. Günümüzde İsrail-Filistin sorunu olarak bilinen sorun yakın zaman da başlamış olup ancak tarafların öncelikleri ve hedefleri göz önüne alındığında bir çok masum insanın hayatına mal olan sorunun geçmişte çeşitli strateji ve hedefleri insan haklarının da önüne geçmesiyle; arabulucunun kolaylaştırıcı, uzlaştırıcı, yatıştırıcı faaliyetlerine rağmen çözüme ulaşmasa bile ilk aşamada çatışmanın engellenmesi bile zor görünmektedir İki taraflı kalıcı bir barışın sağlanması adil, eşit, kabul edilebilir çözüm yollarından geçmektedir.
Klasik uluslararası hukukta ve öncesinde ‘kuvvet hak doğurur’ ilkesi ile devletlerarası arabuluculuk faaliyetleri yok denecek kadar azdı ve zaten uluslararası hukuk da ‘Medeni Milletler Sistemi’ denen Avrupalı devletlerden oluşuyordu, yani evrensel değildi. 1. Dünya Savaşı sonrası Cemiyet-i Akvam’ın kurulması ile modern uluslararası hukuk başlamış oldu. Bununla birlikte arabuluculuk faaliyetlerinde uluslararası örgütler önemli rol oynamaya başladı. Uluslararası örgütlerin çatışmanın çözümün arabulucu olarak rol alması ve çatışma çözümüne akademik bir bakış açısı doğrultusunda yaklaşıldığında, önemli olan olayların devlet-merkezli güvenlik boyutu ya da medya-merkezli aktüel tarafı önemli olmamakla birlikte; çatışmanın sebep ve sonuçları ile birlikte çeşitli yönlendirici güçlerin etkisi, iç dinamikler ve dış aktörlerin etkisi ele alınmaktadır. Buna bağlı olarak Filistin-İsrail Sorunu Stratejik Dialog Planı çerçeve unsurları açısından ele alınacaktır.
A – SORUNUN TANIMLANMASI
1 – Tarihi Arka Plan Analizi
Sorunun temelini oluşturan olaylara tarihin toz bulutları arasından göz attığımızda Hz İbrahim’in Nemrudi topraklarda ayrılarak Kenan Diyarına gelmesi, ‘seçilmişlik’ anlayışının temelini oluşturan Hz İbrahim’in Yahudilik inancına göre Hz İsmail’i kurban etmemesi, ve Hz İsmail’in soyundan gelenlerin günahkar sayılması ve Sare’den olan Hz İshak’ın Yahudi inancına göre meşru çocuk sayılması birinci kırılma noktasını oluşturmaktadır. Hz İshak’ın iki çocuğu Is ve Yakub olması, Hz Yakub’un Rahel’den iki ( Hz Yusuf, Bünyamin), Lebna’dan olan on çocukla birlikte 12 kardeş bugün İsrailoğulları’nın menşeini oluşturan 12 kabiledir. Hz Yusuf’un Mısır’da Maliye Bakanı olması, İsrailoğulları’nın Hz Musa ile Kızıldeniz’i geçmesi ve akabinde ‘ ON EMİR’ in gelmesi, on emirde ‘ Kutsal Topraklar’ dan yani vadedilmiş topraklardan bahsedilmesi bir dini öğreti olarak sorunun ikinci kırılma noktasını oluşturmaktadır. Daha sonra İsrailoğulları Yüşa Bin Nun komutasında Eriha’ya gelişi, Hz Davud ve Hz Süleyman’ın Yahudi ve başkenti Kudüs( Sion) olan devleti kurmaları ve Süleyman’ın ölümünden sonra devletin ikiye ayrılması, Labne’den olan 10 çocuğun menşeini oluşturan on kabile kuzeyde; Rahel’den olan 2 çocuğun menşeini oluşturan iki kabile ise güneyde devletler kurarak varlıklarını devam ettirmişlerdir. Daha sonra 2. Sargon komutasındaki Asur ordusu kuzey devletini yıkmış ve güneydeki devleti ise Nebukadnezar komutasındaki Babil ordusu sürgün etmiştir. Yurtlarından kovulan Yahudiler için ilk diaspora başlamış oldu ve tekrar dönüş arzusunda oldukları için (Sion’a dönüş) üçüncü kırılma noktasını ise özlem duygusu oluşturmuştur. Bu özlem duyguu daha sonra Siyonizm’in temellerini atacak olan anlayışı içinde barındıracaktır.
Yüzlerce yıl süren sürgün hayatından sonra, İsrail-Filistin Sorununun temelini Tevat’ın din öğretileri olan ‘Kutsal Topraklar’, ‘ Seçilmiş Kavim’, ‘Mesih’in Gelişi’, ‘ Sion’a Dönüş’ gibi kavramların 1789 Fransız İhtilali’nin getirmiş olduğu milliyetçilik akımının ve akabinde yaşanan ‘Dreyfus Affair’ ve Avrupa’da yaşanmaya başlayan Anti-semitik hareketlerin de etkisi ile dini; halkı bir arada tutma aracı olarak gören Siyonizm politik ve siyasal hareketinin temelleri atılmış oldu. Siyonizm’in temelini oluşturan Siyonist İdeoloji’ye göre Filistin’de bağımsız bir Yahudi devleti kurmak ön planda olacaktır. İsrail’in kurulmasına ön ayak olacak olan Thedor Herzl tarafından 1. Siyonist Kongresi’nde Yahudi Devleti kurulmak istendiği vurgulanırken, bugün sorunun temelini oluşturan ve yoğun insan hakları ihlalleri yaşanan olayların Siyonist anlayışa göre meşru zeminini ‘halksız toprak’ ‘topraksız halk’ gibi fikirler oluşturmuştur. Siyonist İdeoloji’nin temel anlayışta gerekirse Araplar’ın zor kullanılarak bölgeden atılarak yerleşimci bir politika izlenmesi meşru kılınmıştır. 1. Dünya Savaşı sonrası gelişen Mandat anlayışı ve Evanjelik inançlara sahip Arthur James Balfour ve İngiltere Başbakanı Lloyd George’un sahip oldukları evanjelik inancın Yahudilikteki bir takım dini öğretilerle örtüşmesi; yani bir nevi inanç birliğinen ötürü Filistin’de bir Yahudi Devleti kurulması için destek vermişlerdir. Balfour Deklarasyonu ve akabinde Siyonist kongrelerde göçü kışkırtıcı çeşitli entrikalarla az da olsa Filistin’e göçler başlamış oldu, ancak göçün hızlanmasına sebep olan milyonlarca Yahudi’nin ölümüne sebep olan anti-semitik olaylar ve Nazi’lerin ‘ötenazi’ anlayışı ve bu anlayıştan doğacak olan Holokost ile göç harketleri hız kazanmaya başladı. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra 1948 yılında İsrail devletinin kurulması İsrail-Filistin Sorunu kavramının resmi anlamda çıkış ya da başlangıç noktası olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
İsrail Devleti’nin Kuruluşu ve Birinci Arap İsrail Savaşı
İsrail Devleti kurulduktan 11 dakika sonra ABD, 3 gün sonra SSCB ve 16 gün sonra Türkiye tarafından tanınmıştır. İsrail’in bu tek taraflı ilanı Arap cephesinde tepki ile karşılandı ve Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak kuvvetleri tarafından İsrail’e savaş açıldı. İsrail Devleti’nin kurulmasından sonra çıkan 1. Arap-İsrail Savaşı’nı Araplar arasındaki koordinasyon ve iletişim eksikliği ve Batı’nın desteğiyle İsrail kazanmış olup topraklarını %56 dan %78’e çıkarmıştır. Yeni kazandığı topraklar, İsrail’e Taksim Planı ile erilmiş olup; İsrail buraları vakit kaybetmeden işgal ettikten sonra söz konusu topraklardaki demografik yapıyı değiştirerek yerleşimci bir politika izledi. Savaş’ın ardından zaten çok güçlü siyasal rejimlere sahip olmayan Arap devletlerinde rejim değişikliklerine yol açan siyasal hareketler yaşandı. Savaş’tan en karlı çıkan iki taraf İsrail ve Ürdün’dür. İsrail topraklarını neredeyse %40 oranında büyüttü ve Ürdün ise Doğu-Kudüs’ü topraklarına katmıştır. Savaşta Batı desteği ve akabinde gündeme gelen Üçlü Bildiri, Batılı devletlerin İsrail’in bölgede gerçekleştirdiği bütün eylemlerin arkasında olduklarını ve gerektiğinde bu ülkeyi desteklemekten geri durmayacaklarını açıkça deklare etmeleri manasına gelmektedir.
İkinci Arap-İsrail (Süveyş) Savaşı (1956)
Savaşın nedenini Cemal Abdülnasır’ın Süveyş’i ‘millileştirme’ projesi oluşturmuştur. Nasır’ın Süveyş Kanalı’nı millileştirmesine karşı çıkan Fransa ve İngiltere kanalın taraflarına bırakılması için Nasır’a bir nevi ültümatom vermiş oldular. Ancak sözlerinin karşılık bulmadığını gören Fransa ve İngiltere hava sahasında bulunarak İsrail’in Sina ve Gazze’yi işgaline zemin hazırlamış oldular. 1. savaştan sonra daha rahat hareket etmeye başlayan İsrail’in beklediği fırsat eline geçti ve 29 Ekim tarihinde Sina’yı ele geçirdi. Ancak daha fazla ileri giden İsrail Batılı devletlerin tehdidi ile karşı karşıya kalarak işgal ettiği yerlerden geri çekilmiştir. Fiilen bir savaş kazanmamış olmasına rağmen bu savaş sonunda Nasır Araplar arasında kahraman olarak anılmaya başlamıştır. 2. Dünya Savaşı hasebiyle yaralanan İngiltere ise bölgede güç kaybetmeye başlamış ve onun yerini bölgeye müdahil güç olarak SSCB ve ABD doldurmuştur. Bu savaştan sonraki ir diğer özellik ise El-Fetih örgütü kurulmuştur. Batı dünyası ve ABD’nin de İsrail tarafında yer alması üzerine yeni kurulan örgüt, Filistin kökenli iş adalarını ve aydınları bünyesinde bulunduran bu örgüt, Filistin’in ancak Filistinliler’in çabasıyla kurtulabileceği söylemiyle yola çıkmıştır. Arap cephesi ise bu fikre karşı çıkarak kurulacak örgüt üzerinde hakimiyet kaybetmek istememişlerdir. Bunun üzerine Arapların da baskısı ile Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) kuruldu.
Üçüncü Arap-İsrail (Altı-Gün) Savaşı (1967)
İkinci savaşta olduğu gibi üçüncü Arap-İsrail Savaşına da Nasır’ın Sina üzerindeki BM barış kuvvetlerinin çekilmesini istemesi sebebiyet vermiştir. Nasır bu şekilde tavır sergilemesi Sina üzerine yapacağı harekatı önceden deşifre etmiştir. İsrail bunun üzerine Mısır’a saldırarak Sina’yı ele geçirdi aynı zamanda Suriye ve Ürdün’e saldırarak topraklarını iki ülkenin bazı toprakları üzerinde hakimiyet kurarak genişletti. İsrail bu savaşta yine Araplar arasındaki koordinasyon eksikliği ve aralarındaki çıkar çatışmalarından faydalanarak savaşı kazandı. BM İsrail’in yayılmacı ve yerleşimci politikasına karşın 242 sayılı kanun uyarınca savaş ile toprak kazanamazsın uygulaması ile İsrail’in mevcut tutumuna karşı çıktı. Savaş sonrasında ise Arap ülkeleri Sudan’da bir araya gelerek içinde ‘İsrail ile barışa hayır’, ‘ İsrail ile görüşmeye hayır’ , ‘ İsrail’i tanımaya hayır’ kavramlarının olduğu bildiriyi yani ‘ÜÇ HAYIR’ ilan ettiler. Bu savaşın bir diğer önemli özelliği ise Araplar’ın savunmaya geçmiş olmasıdır. İkinci savaşta önem kazan Nasır Milliyetçiliği bu savaştan sonra kendini Arap Milliyetçiliğine bırakmıştır.
Dördüncü Arap İsrail Savaşı ( Yom Kipur) (1973)
İlk üç savaşta da yenilmiş olan Araplar kaybettikleri yerleri geri almak için Yahudiler’in kefaret günü dedikleri yom kipur bayramında İsrail’e saldırarak savaşı başlatmış oldular. Savaşın başlarında iyi ilerleme kaydeden Arap Cephesi daha sonra İsrail’e ABD’nin desteğiyle savaşı kaybetmiştir. Bu savaşın bitiminden sonraki en önemli özelliklerden biri Suriye ordusunun SSCB tarafından yeniden yapılanması ve ABD’nin İsrail’e desteğidir. Bir diğer önemli özellik ise; Nasır’ın yerine geçen
Enver Sedat’ın savaş yolu ile ilerleme kaydedemeyeceğini anlamış olmasıdır. Batı dünyası ve ABD için en önemli özelliği ise Arap Cephesi’nin Batı’ya karşı petrol ambargosu (OPEC) uygulamasıdır.
Savaşlardan sonra FKÖ militanları Ürdün’e sığınmış, Ürdün için bir tehdit durumuna gelen bu durum İsrail-Ürdün ittifakını doğurmuştur. Ürdün’den İsrail’in yardımı ile atılan Filistinliler Lübnan’a sığındı ve İsrail’e karşı eylemlerinin merkezi Beyrut oldu. Ancak daha sonra 1982 yılında İsrail tarafından 2000 yılına kadar gerçekleşecek olan işgalin temeli Beyrut Kuşatması ile atılmış oldu. Lübnan’dan da İsrail işgali ile çıkmak zorunda kalan FKÖ üyeleri kendilerine çok uzakta olan ve eylemlerini zorlaştıracak olan Tunus’u seçtiler. İlk toplu başkaldırı olan ‘Birinci İntifada’ Tunus’da başlamış oldu.
BARIŞ GÖRÜŞMELERİ
Bölgeye barış süreci için ilk adımlar, 1991’de Körfez Savaşı sonrasında ABD’nin Ortadoğu’ya yeni bir düzen getirme çabaları çerçevesinde başladı. ABD’nin amacı ise bölgede İran ve Irak’ı yalnız aynı zamanda Suriye, Lübnan, Ürdün gibi devletlerde demokrasiyi güçlendirmek ve bu devletleri Türkiye dahil AGİT NATO gibi uluslararası kuruluşlarla desteklemek ve bunun içinde İsrail ile Ortadoğu’daki Arap devletleri arasındaki sorunu çözmek bu amaca hizmet edecekti. Bununla birlikte görüşmelere bakıldığında bu tarihten sonra ortaya çıkmaya başlamıştır. Sebebi ise; SSCB’nin yıkılması ve desteğin kesilmesi ve buna ek olarak Körfez Savaşı’nda Arafat’ın Saddam Hüseyin’i desteklemesi ve o savaşın da kaybedilmesi ve Araplar’ın savaştan bıkmış olması buna örnek gösterilebilir.
Madrid Konferansı
Yukarıda bahsedilen ABD’nin Batı Bloğuna hizmet için ortaya koyduğu girişimlerden sonra 30 Ekim 1991 tarihinde Madrid Konferansı toplandı. Bu konferansa İran Irak dışında İsrail ile sorunlu Suriye, Ürdün, Lübnan, devletleri katıldı ancak İsrail terörist elebaşı olarak gördüğü FKÖ ve Yaser Arafat’ın konferansa katılmasını istemedi. Masaya oturmaya sebep, Irak’ın Kuveyt’i işgali karşısında, ABD ve uluslararası kamuoyu hemen tepki verirken, aynı şey niçin Filistin’i yılları işgal altında tutan İsrail için geçerli olmuyor? Bu şekilde çifte standart sonucu sorun teşkil etmemesi için bir araya gelinen barış görüşmelerinde; BM güvenlik konseyinin 242-338 sayılı kararlarına( barış için topraktan çekilme) dayanarak adil, sürekli v kapsamlı bir barış çağrısında bulunulması gibi kararlar alındı ancak 1992’deki ABD’de olacak başkanlık seçimleri nedeniyle ABD’nin barış görüşmelerindeki etkisi azaldı ve Madrid konferansı Arap ve İsrail tarafının ilk masaya oturmaları bakımından sembolik bir önemden öteye geçememiştir.
Oslo Görüşmeleri
Madrid Konferansı sonrası Washington görüşmeleri devam ederken göreve gelen Rabin hükümeti ve dışişleri bakanı Şimon Perez Oslo’da Arafat ile gizli bir görüşme yaptı. ‘Arap heyetinden habersiz’ Arafat ile İsrail arasında Osla antlaşması imzalandı. 10 eylül 1993’de İsrail ile FKÖ birbirini tanıdılar. Ancak bu görüşmeler Arap Cephesi kurmaylarından habersiz olduğu için Hafız Esad her fırsatta bu görüşmeleri baltalamakta geri durmadı. Aynı zamanda FKÖ içinde Oslo görüşmelerine karşı çıkanlar ‘İsrail tam bağımsız Filistin devletine izi vermez’ düşüncesi ile Arafat’a karşı çıktılar. Bu sebeple Arafat bu yaşananlar sonucu güç kaybetti ve İsrail tarafı bunları önlemek için hiçbir ses çıkarmadı hatta bu durumu Gazze’nin etrafını tel örgü ile çevirerek pekiştirdi. Oslo Görüşmeleri’nde alınan çeşitli kararları destekleyen Kahire anlaşması yine ‘barış için toprak’ prensibine dayanarak imzalanmıştır. Ancak yaşanan olaylar doğrultusunda anlaşılıyor ki Oslo Antlaşması pek güven vermedi.
Wye River Memorandumu
İsrail, daha önce pek çok defa olduğu gibi el-Halil Anlaşması’nda da tam olarak uygulamadı ve 23 Ekim 1998’de ABD’nin iki tarafa ama özellikle İsrail tarafına bir anlaşma yapılması için uyguladığı baskı sonucuna Wye River Memorandumu imzalandı. Bu anlaşma güven inşası ve tıkanan Oslo Görüşmeleri’nin yerini doldurmak istedi, ancak Arafat İsrail’e daha önce sunulan şartların yerine gelmesini istedi aksi takdirde Mayıs 1999’da Filistin devletini ilan edeceğini bildirdi. İsrail yönetimi ise tek taraflı açıklamaların misli ile geri döneceğini bildirdi.
Camp David Görüşmeleri
Camp David Görüşmeleri toplanması için ABD’nin baskısı ile 2000 yılında toplanma kararı alındı. Başta iyi giden görüşmeler daha sonra anlaşmazlıkla sonuçlandı. Clinton bu konuda Arafat’ı suçladı. Barak, Arafat’a yarı bağımsız, silahsız, ekonomisi İsrail’in elinde ve Kudüs’te egemenliğin İsrail lehine olması talebinde bulundu. Ancak Yaser Arafat haklı olarak bu talepleri reddetti. Camp David Görüşmeleri’nin başarısızlıkla sona ermesinden sonra Suudi Arabistan’ın devreye girmesi ile barış planı hazırlanmaya çalışıldı, ardından Ortadoğu dörtlüsü ABD, AB, BM, Rusya’nın arabuluculuk faaliyetleri ile 2003 yılında Yol Haritası Planı hazırlandı, ancak 2006’da Lübnan savaşı ve çeşitli saldırılar bu görüşmeleri de askıya aldı. Daha sonra yine ABD’nin baskısı Annapolis Konferansı ile başlayan görüşmeler yine çözümsüz kaldı. Aralık 2008’de İsrail’in Gazze’ye topyekün saldırısı bir barış hikayesinin daha sonuna işaret ediyordu.
2 – Çatışmanın Mevcut Durumu
Filistin bölgesinin son yüzyıldaki tarihi çeşitli şekillerle tasvir edilmek istenirse ortaya ‘Çatışmalar Silsilesi’, ‘Yerleşimci’ bir İsrail politikasından başka bir şey çıkmayacak olup, uluslararası alanda gerek uluslararası örgütlerin gerekse de Türkiye gibi bölgeye yakın devletlerin arabulucuk faaliyetlerinin neredeyse pek bir önem teşkil etmediğini söylemekle birlikte Siyonist İsrail devleti hedef, strateji ve çeşitli dinsel öğretilerini insan haklarının önünde tutarak saldırılarına devam etmektedir.
3 – Yönlendirici Güçlerin Etkisi
Bölgede devlet olarak en etkin güç ABD ve Rusya daha sonra ise İran; uluslararası örgütler bağlamında ise BM ve AB bölgede etkin konumdadırlar. ABD’nin Ortadoğu politikası ve iç dinamikleri olan Neo-Conlar ve onların evanjelik anlayışları diğer bir taraftan ise ABD’deki Yahudi lobisi ABD’nin İsrail’den yana tavır takınmasını sağlamaktadır. SSCB döneminde Araplara destek verilirken; 1991 yılında SSCB’nin dağılmasından sonra Rusya ile İsrail ilişkileri SSCB döneminin tam tersi yönde gelişmeye başlamıştır. İlişkilerin gelişmesinde en etkili etkenlerden birisi İsrail’deki Rus nüfusudur. İran’ın bölgedeki politikalarına bakıldığında İsrail’in savaş içinde olduğu Hizbullah ve HAMAS örgütüne açıktan yardım ettiği görülmektedir.
Sorunun yönlendirici güçlerini uluslararası örgütler açısından ele aldığımızda bölgede ilk olarak karşımıza küresel bir örgüt olan Birleşmiş Milletler çıkmaktadır.
B – AKTÖR ANALİZİ
1 – Karşılaştırmalı Aktör Analizi
a – Birincil Aktörler
FİLİSTİN
1948’den bu yana gerek dünya kamuoyunda gerekse Arap ülkelerinde yeterli desteği göremeyince doğal bir oluşum olarak iç aktörlerin yani Filistin siyasi aktörlerinin etkisi artmıştır.
Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)
Filistin Kurtuluş Örgütü, bağımsız Filistin devleti kurmayı amaçlayan şemsiye niteliğinde bir organizasyon olup, birbirinden farklı ideolojilere sahip pek çok organizasyon direniş hareketi, siyasi parti ve bağımsız figürü içinde barındırır. Şeklinde tanımlanan FKÖ, Arap yönetimleri, self determinasyon hakkı için Kahire Arap Birliği Zirvesi’nde kurulması amaçlanmıştır. İlk kurulduğu yıllar ve 1970’lerin ilk yarı dönemlerinde uluslararası arenada pek kabul görmedi, ancak 1970’lein ikinci yarısından itibaren temsil gücü önceki yıllara göre artmıştır.
Bugün uluslararası arenada Filistin adına temsilci olarak kabul ediliyor. FKÖ’nün örgütsel yapılanmasına bakıldığında çeşitli siyasal yapılanmanın dışında, Filistin Ulusal Ordusu FKÖ’nün silahlı birliklerini oluşturmaktadır.
El-Fetih ( Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi)
1957-59 yıllarında mülteci sorununa binaen kurulmuştur. Arap devletlerinin Filistin sorununu kendi amaçları doğrultusunda kullanmasına tepki olarak gelişen örgüt, Filistinlilerin çıkarının ancak Filistinliler tarafından korunabileceği inancı ile yola çıkmış ve ideolojik bağımsızlığı, Filistinlilerin her kesiminden destek almasını kolaylaştırmıştır. FKÖ içinde Arap Birliği gözetiminde en büyük ve n etkin örgüt haline gelmiş olup, asıl amacı Filistin milliyetçiliği ve ‘özgü Filistin’ ve ‘özgürlük İçin Asker’ görüşlerini benimsemiştir. BM’nin 242 sayılı karardaki İsrail’in var olma hakkını reddeder. Kabul etse bile 1967 öncesi sınırı ile tanımış olacaktır.
El-Aksa Şehitleri Tugayı
İsrail’in Batı Şeria ve Gazzede’ki varlığını sona erdirmek üzere El-Fetih’le bağlantılı olarak kurulan El-Aksa Şehitleri Tugayı, 2000 yılında Aksa İntifadası sırasında ortaya çıkan ve İsrail’e karşı silahlı mücadeleyi savunan örgüttür. İslami bir örgüt olmamakla birlikte Filistin’in bağımsızlığı için mücadeleyi motive etmek adına islami söylemi kullandıkları ileri sürülmektedir. Kudüs’deki eylemleri sonucunda ABD tarafından terör listesine alınmakla birlikte bazı taraflarca HAMAS’a rakip olarak silahlı bir güç olarak oluşturulduğu ileri sürülmektedir. Aynı zamanda Aksa şehitleri Tugayı İsrail’in dışında İsrail’le işbirliği yaptığı şüphesi bulunan Filistinlileri de hedef almaktadır.
Filistin Halk Kurtuluş Cephesi
FKHC siyasi pozisyonu ‘kapitalizm ve Batı karşıtlığı’ üzerine kurulmuştur. Amacı İsrail’in ortadan kaldırmaktır.
Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi
Marxist-Leninist çizgide siyaset yapan silahlı örgüt, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi içerisindeki Marksistlere ulusalcıların arasında yaşanan tartışma sonrası 1969 yılında kurulmuştur. Filistin halklarını tanımayan Çin ve SSCB’yi kınamıştır. 1991 yılında SSCB’nin dağılması ile güç kaybetmiştir.
HAMAS
Filistin İslami Direniş Hareketi (Hareketü’l Mukavemetü’l İslamiyye). Arap Savaşları’nda Arap milliyetçiliğinin önem kaybetmesi ve islami hareketin güç kazanması ile etkinliğini artırmıştır Cami cemaatinin yoğun bir şekilde intifada sürecine katılmasını sağlayan HAMAS, birinci intifada sırasında seslendirilen sol sloganlara, islami sloganları da ekleyerek intifadaya dini bir nitelik kazandırmıştır.
Filistin İslami Cihad Hareketi
Mısır’da eğitim gören bir grup genç tarafından kurulmuştur. İslami Cihad hareketi, silahlı direnişi Filistin kurtuluşu için yegane yöntem olarak görmektedir.
İSRAİL
Tevrat’daki bazı dini öğretileri temel alarak oluşturulan Siyonist ideoloji ve ve onun taraftarları ilk olarak Filistin’de tam bağımsız bir Yahudi ulus devleti kurmak istediler. Dışardan bakıldığı zaman iç dinamikleri görülmeyen ve dış dünyaya kendilerini bir bütün olarak lansa eden Yahudi ulus halkı İsrail içinde de iç dinamiklere ayrılarak bazı konularda birbirlerine muhalif durumda olabilmektedirler. Söz konusu iç dinamikler gerek mezhepsel farklılık gerekse Tevrat’ın farklı yorumlanmasından kaynaklanmaktadır. Mezhepsel farklıklar göz önüne alındığında ilk akla gelen Aşkenazi ve Seferad Yahudileridir. Aşkenazi, İbrani dilinde Almanya anlamına gelir, kendi aralarında Yidiş adı verilen bir dil konuşulur; yani Aşkenaz Yahudileri Almanya’dan göçen Yahudilerdir. Seferad ise İbrani dilinde İspanya anlamına gelir, aralarında Ladino dilini konuşurlar. Aslında burada mezhepsel anlayış farklılığından doğan iç dinamiklerin fikir ayrılıkları köken itibari ile İsrail devleti yapısı ile ilgili değildir. Aralarındaki görünmez çekişme Alman kültürü ve İspanya kültürü çekişmesidir.
Diğer bir taraftan ise İsrail siyasal hayatında İsrail sağı ve İsrail solu bir tarafını revizyonistler bir tarafını da Klasik ya da sosyalist Siyonist’lerin çektiği politik bir çekişmeden ibarettir.
İç dinamiklerden Tevrat’ın farklı yorumlanmasından oluşan Haredimler, Harediler ya daHasidik Yahudileri ise Syiyonist İsrail devletine karşıdır. Onların inanışına göre İsrail, mesih gelmeden kurulduğu için meşru bir devlet değildir. Ancak, Avrupa da ve dünyanın diğer yerlerinde anti-semitizmden yıldıkları için en azından iç meselede Siyonist İsrail devletine karşı olsalar da dışarda Filistinlilere karşı olmakta diğer Yahudilerle birleşmektedirler. Din anlayışının farklı yorumlanmasından doğan bir diğer grup ise ‘Neturei Karta’ grubudur. Bunlar ise Hasidik Yahudiler içinden çıkmışlardır ve İsrail devletini meşru görenleri dinsizlikle suçlarlar hatta Yaser Arafat’ı Tanrının kılıcı olarak betimlerler ve İsrail’in çoğu uygulamasından ziyade İsrail’in varlığını hiçbir şekilde meşru görmezler ve fikirsel olarak Filistinlilere destek verirler.
b – İkincil Aktörler
Amerika Birleşik Devletleri
ABD’nin Filistin konusuna yaklaşımı genellikle Filistinlilerin İsrail ile anlaşmalarına paralellik göstermiş diğer dönemlerde tıkanmalar yaşanmıştır.
Çoğunlukla İsrail’den yana tavır takınan ABD için iki devletli çözüm anlayışı George W. Bush döneminde gündeme gelmiştir. İsrail’den yana tavır takındığını ise BM Güvenlik Konseyi’ndeki veto hakkının neredeyse yarıya yakın bir seviyede İsrail lehine kullanmıştır. Obama döneminin Filistin politikası söylemi umutlandırıcı bir nitelikte olmuş; ancak somut adımlarla desteklenememiştir. Söylem güçlü, ancak uygulamada ise sorunlu olmuştur. Aynı zamanda Bush’un askeri niteliği ağır basarken Obama’nın ise barışçıl niteliği ağır basmaktadır. ABD’nin BM üzerinden bağımsızlık düşüncesine yaklaşımındaki tavrında başvuruyu doğru bulmadıkları ifade ediliyor. Buna binaen Obama, Mahmud Abbas’ı başvurudan vazgeçirmeye çalışıyor. ABD’nin çifte standart içeren tavrı, iki devletli çözümden söz etmesine rağmen bunun İsrail ile doğrudan görüşmeler sonucunda gerçekleşmesi yönünde tavır almakta ve Filistin’in BM üzerinden bağımsız bir devlet olarak kabul edilmesi girişimine karşı çıkmasından anlaşılmaktadır.
Bugüne baktığımızda ise ABD’nin çok taraflı yeni dış politikası stratejisi çerçevesinde öncelikle İslam dünyası ile sorunların çözümü tercihi en çok ABD-İsrail ilişkilerini etkilemektedir. ABD , İsrail ve diğer devletler iki devletli çözüme evet demektedir. Ancak bu iki devletli anlayış birbirinden farklılıklar içermektedir.
ABD’nin İsrail yanlısı tutumuna baktığımızda ise, ABD’deki İsrail lobisi İsrail konusunda aynı şekilde düşünen beyin takımlarını önemli noktalara taşıyabilmekte akademik camiayı baskı altında tutabilmekte ve anti-semitizmi bir silah olarak kullanarak İsrail’in politikalarına ilişkin haklı eleştrilerin önüne geçmektedir.
Arap Birliği
Başkenti Doğu-Kudüs olan tam bağımsız Filistin devleti, İsrail’in 1967 öncesi sınırlarına dönmesi ve mülteci meselesi sorunun çözülmesi Arap Birliği’nin Filistin-İsrail Sorunu üzerindeki temel tutumlarıdır. Amerika’nın, Güvenlik Konseyi’ne gidilmesi durumda veto hakkını kullanacağı tehdidinde bulunmasına rağmen, Arap Birliği Filistin devletinin kurulmasına tam destek vermek için harekete geçmiş durumdadır. Turki El Faysal, ABD eski büyükelçisinin ‘Bir Devleti Veto Et; Bir Müttefiki Kaybet’ adlı makalesi Suudi hükümetinin bu durum hakkındaki tutumunu çok açık ortaya koymaktadır.
Mısır’ın şu anda istikrarsızlıkla boğuşuyor olması ve istikrara, eski gücüne ve bölgesel etkinliğine kavuşmak için zamana ihtiyaç duyması; Irak’ın, Tahran’ın etkisi altına girmiş olması ve Suriye dış politikasının içerde yaşanan ayaklanmalar sonucu felç olmuş olması nedeniyle Suudi Arabistan, her ne kadar en etkili aktör olmasa da şu an için bölgesel olarak etki yaratabilecek tek Arap aktör olarak öne çıkmaktadır.
TÜRKİYE
Türkiye, İsrail devleti ilanından 16 gün sonra tanımıştır, bu durum o dönemler Türkiye’nin içinde bulunduğu politik durum ile açıklanabilir; ancak daha sonra 1967 Arap İsrail Savaşı sonrasında Arap devletlerinin yanında yer aldı. Savaş sonrası da Türkiye’nin bu tutumu devam etti. Özellikle 1969’daki Mescid-i Aksa’nın yakılması olayı tutumu daha da sertleştirdi. Daha sonraki yıllarda 2000’lerin başında Türk-Arapİlişkileri Filistin sorununun çözümünde Arap-İsrail uzlaşmasında rol alabilecek bölgesel bir gücün dahil edilmesi belirtilmiştir. Ak Parti hükümeti göreve başladığında Türk-İsrail ilişkilerinin 90’lardaki görüntüsünden uzak olduğu ifade edilmiştir. 2000’lerin başında İsrail ile ilişkiler bulunulması ve İsrail-Filistin Sorunu’nda arabulucuk yapılması, Mavi Marmara baskınından sonra ilişkileri askıya almış ve akabinde Arap Baharı’nın gündeme gelmesi mevcut durumu perçinlemiştir. Bütün bunlardan sonra Türkiye, Filistin-İsrail meselesinde Araplardan yana tavrını çok daha belirginleştirerek bölgedeki politik mevziisini daha öteye taşımış ve bölgeyi İran’ın potansiyel nüfuz alanı olmaktan çıkarmıştır. Türkiye, iki devletli çözüm vizyonu temelinde bölgede adil ve kalıcı barışı desteklemeye bağımsız ve egemen bir devlete sahip olma mücadelesinde kardeş Filistin halkıyla dayanışma içinde olmaya devam edecektir.
RUSYA
SSCB yıkılmadan önce Filistin-İsrail sorununda desteği Arap tarafı görmekteyken, 1991 yılında SSCB’nin yıkılması ile Rusya, İsrail yanlı bir politika izlemeye başlamıştır. Rusya’nın İsrail yanlı bir politika izlemesinde İsrail’deki Rus nüfusu en önemli etkenlerden biri olmakla birlikte; Yahudi kökenli Rus bilim adamlarının İsrail’e göçün önü açılmakta ve ortak askeri-teknoloji projelerini desteklenmektedir. İsrail, bu bağlamda Rusya ile ilişkilerini geliştirerek Moskova’nın Arap ülkelerine silah satışını engellemeye çalışmaktadır. Ancak, Rusya İran’a füze satınca ilişkiler bozulmasa da zayıflamaya başladı. Aynı zamanda Rusya’nın Ortadoğu politikası çerçevesinde İran ve Suriye gibi devletler ile mevcut ilişkilerinin normallerin üzerinde olması Rusya-İsrail ilişkileri için bir tehdit oluşturmaktadır.
İRAN
İran’ın Ortadoğu politikasına yönelik Ortadoğu ya da bölgeye yakın devletlerle ikili ilişkilerine bakıldığında; İran’ın bölgede bir rakibi, bir de düşmanı vardır. Rakibi Türkiye, düşmanı ise İsrail’dir. İran’ın Türkiye ilişkileri, Türkiye’ye konuçlandırılan radar sistemi Şii-Sunni meselesi nedeniyle gergin durumdadır. Tahran’a göre Ankara ABD’nin ve ona yakın Arap ülkelerinin desteğini alarak, islam dünyasının liderliğine oynamaktadır. İran, İsrail’i ise şeytan olarak tanımlamaktadır. İsrail’in arkasında ABD’nin olduğunu düşünerek, İsrail’in savaştığı en büyük örgütleri Hizbullah ve HAMAS’ı İran desteklemektedir.
Avrupa Birliği
İlk olarak AB’nin sorunu muhatap alarak Araplarla diyalog içerisine girmesi Yom Kipur Savaşı sonrasına rastlamaktadır. İlk diyaloğun gerçekleşmesindeki en büyük etken ise savaş sonunda petrol ihraç eden Arap ülkelerinin Batı’ya Ambargo (OPEC Krizi) uygulamasıdır. Bu durum Filistinlilerin seslerini dünyaya duyurmak için önemli bir adım olmuştur. AB Filistin sorununa ilişkin yaklaşımlarını çeşitli deklarasyonlar yayımlayarak göstermeye çalışmıştır. Tüm dünyada ( İsrail dahil ) Filistin-İsrail sorununun çözümüne ilişkin genel bir iki devletlilik politikası söz konusudur ve AB tutumunu yine bu anlayıştan yana göstermektedir. 2000 yılına gelindiğinde, AB’nin İsrail-filistin sorunu politikasının ana hedefi: Tüm koşulları ile birlikte yaşayabilecek bağımsız demokratik varlığını bağımsız olarak sürdürülebilen bir devlet olarak Filistin devleti ile İsrail’in yer aldığı iki devlet çözümüdür.
Birleşmiş Milletler
Cemiyet-i Akvam döneminde bir çok uluslararası sorun çözülmeden bırakılmıştı; bunlardan hatırı sayılır oranda olanları ise 2. Dünya Savaşı’na sebebiyet vermiştir. Bu açıdan bakıldığında ve Birleşmiş Milletler’in Cemiyet-i Akvam’a bir tepki örgütü olduğu da düşünüldüğünde onun yaptığı hataları yapmamak BM’nin genel vizyonunun bu anlayış çerçevesinde oluştuğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu açıdan Filistin-İsrail sorunu incelendiğinde BM’nin daha İsrail kurulmadan olaya müdahil olduğunu; 1947’de Birleşmiş Milletler Filistin Özel Komitesi, Yahudilerin toplam nüfusun üçte birine ve arazilerin% 6’sına sahip olduğunu tespit ederek Genel Kurul’a Filistin’e Bağımsızlık verilmesini tavsiye ettiği bu rapordan anlaşılabilir. Daha sonra BM 1967 Savaşı’nda yayınladığı 242 sayılı karar ile İsrail’den 1967 öncesi sınırlarına dönmesini istemiştir. İlk bakışta karar Filistin lehine gibi görünse de İsrail’in 1948 sınırlarını meşrulaştırmıştır. FKÖ 1974 yılında ilk önce Arap Birliği ardından İslam Konferansı Örgütü tarafından Filistin halkının tek ve meşru temsilcisi olarak kabul edilmiştir. Aynı yıl BM Genel Kurulu’nda gerçekleşen toplantı sonucunda Filistin devletinin kurulması yolunda önemli bir aşama kaydedilmiştir. BM Genel Kurulu’nda kabul edilen 3236 sayılı karar ile Filistinlilerin self- determinasyon dahil olmak üzere devredilmez hakları teyit edilirken, 3237 sayılı kararla FKÖ BM’de gözlemci statüsü kazanmıştır. Bu gibi gelişmeler teorik olarak BM Filistin-İsrail sorunun çözümünde başarılı olarak gösterse de teorik adımlar praktik adımlarla desteklenememiş; yani alınan kararların İsrail nazarında hiçbir bağlayıcılığı olmamış ve sözden öteye geçememiştir. Hatta, İsrail Gazze ve Batı Şeria’ya yaptığı saldırılar sonucu yoğun insan hakları ihlalleri yapmaya devam etmiştir. Filistin Ulusal Konseyi, 15 Kasım 1988’de Cezayir’de yaptığı toplantıda BMGK’nın 242 sayılı kararını kabul ettiğini belirterek bağımsız Filistin devletini tek taraflı olarak ilan etmiştir.Böylece Filistin tarafı, İsrail’in 1948 Savaşı sonrası elde ettiği topraklardan çekilmesi talebinden vazgeçmiş, iki devletli çözümü tanımış ve İsrail’in 1967 öncesi sınırlarına çekilmesini öncelikli hedef haline getirmiştir. Bütün bu gelişmelerden sonra FKÖ Filistin devletini tek taraflı olarak ilan etmiş ve ilk tanıyanlardan birisi Türkiye olmuştur. Filistin’in BM üyeliği ya da BM’nin Filistin’i devlet olarak kabul etmesi Filistin’in bir devlet olduğu anlamına gelmemektedir. BM üyeliği Filistin’in devlet olarak tanınmasının ötesinde uluslararası hukuk içinde net bir şekilde hak ve sorumluluklarının tanınması ve bu hakları konusundaki iddialarını uluslararası platformda dile getirmesi açısından önem taşımaktadır. BM nezdinde tam üyeliğe sahip olamasa da kendisini devlet olarak kabul eden ülkelerin yeter sayıda olması nedeniyle diplomatik statüsü yükselecek ve İsrail’le bundan sonra girişeceği müzakereleri uluslararası camianın ekserisinin nezdinde devlet statüsünde yürütebilecektir.
2 – SWOT Analizi
Fırsatlar
İsrail:- Neo-conlar ve birtakım evanjelik inançlara sahip Hristiyanlar tarafından desteklenmeleri
-ABD ve tüm dünyadaki Yahudi ve Siyon lobisi
-Uluslararası arena’da tanınmış olmak
-Ekonomik açıdan Filistin’den çok üstün olmak
-
Filistin –BM gözlemci statüsü elde etmiş olmak
-Türkiye, İran ve Suudi Arabistan gibi bölgesel güçler tarafından desteklenmek
-
Tehditler
İsrail –Uluslararası Örgütler ve modern hukuk sisteminden dolayı eskiye nazaran yargılanmaya daha açık olması
-İran’ın güçlenmesi ya da Türkiye’nin güçlenmesi
-Nüfusunun artması ile birlikte tarım arazisinin ve su kaynaklarının yetmemesi
-Arap Baharı ile birlikte güvenliğinin iyice risk alması
Filistin –İsrail’in Ekonomik olarak daha güçlü olması
-Dünyadaki Yahudi ve Siyonist lobileri
-Yerel kurtuluş örgütlerinin iç çekişmeleri
Güçlü Yanlar
İsrail –Ekonomik üstünlük ve askeri üstünlük
-Devlet olarak tanınmış olmak
-ABD ve Batılı devletler gibi destekçi müttefiklere sahip olmak
Filistin –Arap milliyetçiliği ve islam aleminde ümmetçilik
Zayıf Yanlar
İsrail –Güvenlik korkusu
-tarım arazilerinin azlığı ve kıt su kaynakları
-yaptığı yoğun insan hakları ihlalleri ve uluslararası camiada tepkiye yol açması
Filistin –Ekonomik ve askeri zayıflık
-Örgütler arası koordinasyon eksikliği
-Destekleyen devletlerin de çok güçlü olmaması
C- STRATEJİ OLUŞTURMA
1-Diyaloğun Stratejik Hedefleri:
Diyaloğun stratejileri ilk olarak hedefler ve stratejiler yerine insan ve insanlık hakları olmalıdır. Bu sayede her ne olursa olsun silahların konuşması yerine sorunlar konuşularak halledilmelidir. Stratejik Diyalog Planı ve onun çerçeve unsurları açısından sorun ele alındığında ve çatışmanın çözümüne yönelik ilk aşama çatışmanın engellenmesi ve karşılıklı ateşkes kavramlarının hayata geçirilmesidir. Bugün İsrail-Filistin sorunun tarihçesine bakıldığında birçok savaş ve barış görüşmesi görmek mümkün ancak bugün hala ateşkes sağlanamamıştır. İkinci olarak tarafların silah bırakması ve her ne olursa olsun silahla iş görmemek temel amaç olmalıdır; ancak İsrail-Filistin sorununda barışçıl bir dilden çok silahların daha çok konuştuğu bir hava esmektedir. Üçüncü aşamada çatışmayı çözme işini BM başta olmak üzere çeşitli Batı ülkeleri ve ABD yapmaktadır. Ancak bütün görüşmelere rağmen silahlar susturulamamaktadır. Son aşama olan çatışmayı dönüştürme safhası ise sosyo-ekonomik kültürel değişmeyi hedeflemektedir. İsrail’in 1948’deki varlığını o dönemde kabul etmiş olan 48 Arapları daha ilk başta İsrail’in varlığını kabul ederek kendilerince çatışmayı dönüştürmüştür.
2 – Stratejik Konu ve Öneriler
Körfez savaşında ABD müdahalesi dolayısıyla uluslararası arenada sorumlu tutulmamak için ilk olarak tarafları Madrid konferansına çağırmıştır. ABD’nin bu tutumu gözleri üzerine çekmemek içindi. Geçtiğimiz günlerde Filistin Bayrağı’nın göndere çekilmesi töreninde ABD yi temsilen hiçbir yetkili yoktu. Temsil için hiç kimsenin olmaması ABD’nin İsrail’e her koşulda destek olmasından öteye geçemeyecektir. ABD’nin bu tutumundan ötürü burada akıllara takılan soru: İsrail ve ABD dahil bir çok devlet BM 242 sayılı kararı uyarınca ‘İKİ DEVLET’ sistemine destek vermiyor muydu? ABD’nin çelişkili tutumu İsrail ile Filistin üzerindeki ‘ÇİFTE STANDART’ politikasını gözler önüne sermektedir.
MÜCAHİT BAYRAM IŞIK
KAYNAKÇA
1- TUNÇ YAŞAR Fatma, ALKAN ÖZCAN Sevinç, KOR Zahide Tuba (2011) Siyonizm Düşünden İsrail Gerçeğine Filistin, İHH KİTAP,7Baskı, S:42
2- TUNÇ YAŞAR Fatma, ALKAN ÖZCAN Sevinç, KOR Zahide Tuba (2011) Siyonizm Düşünden İsrail Gerçeğine Filistin, İHH KİTAP,7Baskı, S:43
3- ÇAĞLAYAN Selin, (2010)İsrail Sözlüğü,İletişim Yayınları1034,Bugünün Kitapları95,3-Baskı, s:512
4- TUNÇ YAŞAR Fatma, ALKAN ÖZCAN Sevinç, KOR Zahide Tuba (2011) Siyonizm Düşünden İsrail Gerçeğine Filistin, İHH KİTAP,7Baskı, S:54
5- TUNÇ YAŞAR Fatma, ALKAN ÖZCAN Sevinç, KOR Zahide Tuba (2011) Siyonizm Düşünden İsrail Gerçeğine Filistin, İHH KİTAP,7Baskı, S:54
6- TUNÇ YAŞAR Fatma, ALKAN ÖZCAN Sevinç, KOR Zahide Tuba (2011) Siyonizm Düşünden İsrail Gerçeğine Filistin, İHH KİTAP,7Baskı, S:57
7- TUNÇ YAŞAR Fatma, ALKAN ÖZCAN Sevinç, KOR Zahide Tuba (2011) Siyonizm Düşünden İsrail Gerçeğine Filistin, İHH KİTAP,7Baskı, S:60
8- BÖLME Selin M, ULUTAŞ Ufuk, Filistin’de Siyasi Aktörler ve Partiler, SETA Kim Kimdir?, sayı:4, Mayıs2012, s:8
9- BÖLME Selin M, ULUTAŞ Ufuk, Filistin’de Siyasi Aktörler ve Partiler, SETA Kim Kimdir?, sayı:4, Mayıs2012, s:10
10- BÖLME Selin M, ULUTAŞ Ufuk, Filistin’de Siyasi Aktörler ve Partiler, SETA Kim Kimdir?, sayı:4, Mayıs2012, s:11
11- BÖLME Selin M, ULUTAŞ Ufuk, Filistin’de Siyasi Aktörler ve Partiler, SETA Kim Kimdir?, sayı:4, Mayıs2012, s:16
12- BÖLME Selin M, ULUTAŞ Ufuk, Filistin’de Siyasi Aktörler ve Partiler, SETA Kim Kimdir?, sayı:4, Mayıs2012, s:17
13- BÖLME Selin M, ULUTAŞ Ufuk, Filistin’de Siyasi Aktörler ve Partiler, SETA Kim Kimdir?, sayı:4, Mayıs2012, s:40
14- BÖLME Selin M, ULUTAŞ Ufuk, Filistin’de Siyasi Aktörler ve Partiler, SETA Kim Kimdir?, sayı:4, Mayıs2012, s:44
15- BÖLME Selin M, ULUTAŞ Ufuk, Filistin’de Siyasi Aktörler ve Partiler, SETA Kim Kimdir?, sayı:4, Mayıs2012, s:53
16- BÖLME Selin M, ULUTAŞ Ufuk, Filistin’de Siyasi Aktörler ve Partiler, SETA Kim Kimdir?, sayı:4, Mayıs2012, s:82
17- BAKIR Ali Hussein, YEGİN Mehmet, Filistin ‘Devleti’ne Arap ve Amerikan Bakışı, USAK Analiz, no:14, Eylül 2011, s:6
18- BAKIR Ali Hussein, YEGİN Mehmet, Filistin ‘Devleti’ne Arap ve Amerikan Bakışı, USAK Analiz, no:14, Eylül 2011, s:6
19- BAKIR Ali Hussein, YEGİN Mehmet, Filistin ‘Devleti’ne Arap ve Amerikan Bakışı, USAK Analiz, no:14, Eylül 2011, s:9
20- ABD-İsrail-İran-Türkiye; Ortadoğu’da Değişen Güç Dengeleri, Stratejik Araştırmalar Enstitüsü, Dış Politika, Eylül 2009, s:2
21- SAHİN Mehmet, ABD–İSRAİL İLİŞKİLERİ: BÖYLE DOST DÜŞMAN BAŞINA, ORSAM, Ortadoğu Analiz, Eylül 2010, cilt-2, sayı:21, s:42
22- BAKIR Ali Hussein, YEGİN Mehmet, Filistin ‘Devleti’ne Arap ve Amerikan Bakışı, USAK Analiz, no:14, Eylül 2011, s:9
23- Türkiye-İsrail İlişkileri, Stratejik Düşünce Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Koordinatörlüğü, SDE Analiz, Ekim-2011, s:9
24- Türkiye-İsrail İlişkileri, Stratejik Düşünce Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Koordinatörlüğü, SDE Analiz, Ekim-2011, s:11
25- Türkiye-İsrail İlişkileri, Stratejik Düşünce Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Koordinatörlüğü, SDE Analiz, Ekim-2011, s:26
26- Türkiye-Filistin İlişkileri, T.C. Dışişleri Bakanlığı
27- Rusya’nın Ortadoğu Projesi, ORSAM Rapor, No:125, The Black Sea International Rapor No:23, Temmuz-2012, s:11
28- DOSTER Barış, Bir Bölgesel Güç Olarak İran’ın Ortadoğu Politikası, ORSAM, Ortadoğu Analiz, Cilt:4, Sayı:44, Ağustos2012, s:49
29- DOSTER Barış, Bir Bölgesel Güç Olarak İran’ın Ortadoğu Politikası, ORSAM, Ortadoğu Analiz, Cilt:4, Sayı:44, Ağustos2012, s:49
30- KESKİN M. Hakan, İSRAİL-FİLİSTİN SORUNUNA YÖNELİK AB POLİTİKALARI, Akademik ORTA DOĞU, Cilt:5, Sayı:1, 2010, s:123-124
31- BÖLME Selin M, ULUTAŞ Ufuk, BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’DE FİLİSTİN OYLAMASI: DEVLETE DOĞRU MU?, SETA Analiz, Sayı:44, Eylül 2011, s:6
32- BÖLME Selin M, ULUTAŞ Ufuk, BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’DE FİLİSTİN OYLAMASI: DEVLETE DOĞRU MU?, SETA Analiz, Sayı:44, Eylül 2011, s:7
33- BÖLME Selin M, ULUTAŞ Ufuk, BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’DE FİLİSTİN OYLAMASI: DEVLETE DOĞRU MU?, SETA Analiz, Sayı:44, Eylül 2011, s:8
34- BÖLME Selin M, ULUTAŞ Ufuk, BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’DE FİLİSTİN OYLAMASI: DEVLETE DOĞRU MU?, SETA Analiz, Sayı:44, Eylül 2011, s:15
35- BÖLME Selin M, ULUTAŞ Ufuk, BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’DE FİLİSTİN OYLAMASI: DEVLETE DOĞRU MU?, SETA Analiz, Sayı:44, Eylül 2011, s:20
Yorum Yaz