Filistin’in Küresel Cazibesi ve İsrail İstisnası
İsrail işgal yönetimi alışkanlık haline getirdiği Ramazan provokasyonlarını bu Ramazan da katlayarak sürdürdü. Senenin tamamında işgal politikalarını tedricen uygulamaya koyan Siyonist yönetim, Kur’an ayı Ramazan’da kasıtlı olarak gerilimi artırıp Filistinli Müslümanları tahrik etmektedir. Siyonist işgalciler, Ramazan ayında Müslümanların birbirlerine merhametle muamele ettiklerini, birbirlerine sıkıca sarıldıklarını bildiklerinden dolayı bu kuşatıcı atmosferi dağıtmayı kendilerine ödev addetmişlerdir.
Kenan topraklarında 1917’de İngiliz işgali ile başlayan huzursuzluk ve çatışma hali, yerini 1948’deki siyonist işgale bırakmış; ihlal, tecavüz ve istilanın kapsamı ve metodu değişmiştir. Soğuk Savaş Dönemi’nde ABD ve Sovyetlerin paylaşamadığı bir komiser devlet formunu alan İsrail, bu iki süper gücün siyasal takviye, finansman ve teknoloji transferi ile bölgedeki ülkeleri birçok kriterde geride bırakmıştır. Sovyetlerin yıkılmasıyla ABD güdümüne giren İsrail, 2. Dünya Savaşı’nda Avrupa’da katledilen ve tehcire zorlanan Yahudilerin minnetini her fırsatta Avrupalı devletlerin başına kakmaktadır. Ödemekle bitmesi öngörülemeyen diyetin sebep olduğu özgüvensizlikle Avrupa Birliği, anti-İsrail propagandalarına mahal vermemek adına kendi kurucu ilkelerini bu dönemlerde istikrarlı bir şekilde rafa kaldırmaktadır. Uluslararası ilişkileri ve hukuku tanzim eden egemen güçlerin İsrail hassasiyeti hem Siyonist emelleri teşvik etmekte hem de bedel ödeme/ödetme hususunda “İsrail istisnası” kapsamında makbul görülmektedir. Bu ayrıcalık sadece İsrail ile sınırlı değildir elbette. ABD’nin Irak, Afganistan katliamları, Rusya’nın Çeçenistan, Suriye, Kırım katliamları, Çin’in Doğu Türkistan zulmü, İngiltere ve Fransa’nın Afrika ve Doğu Asya sömürü icraatları bir şekilde içine katlanıp buharlaşıverdi. En ufak bir hesaplaşma girişimi ise bu müstahkem zulüm döngüsünde karşı tehditlerle budanarak istatistiksel verilere indirgendi.
Filistin meselesinin senelerdir etnik ve ideolojik çemberi yarıp küresel bir rolü haiz olması, çok fazla farkına varılamasa da enteresan bir niteliğinin olduğunu göstermektedir. Sosyalist, milliyetçi, İslamcı ve liberal yaklaşımların icma edercesine tavır aldıkları, tepki gösterdikleri nadide bir başlık olan Filistin meselesinde, yukarıda bahsettiğimiz İsrail istisnası da eş zamanlı devreye girmektedir. Bu zamanlarda uluslararası ilişkilerde, medyada, akademide küresel bir mesai yoğunluğu gözlemlenebilmektedir. Bu, sistematik bir şekilde zulme ve katliama uğrayan bir halkın acı tecrübelerinin dünya çapında gündemleşmesi açısından muhakkak müspet bir gelişmedir. Fakat birçok İslam beldesinde farklı zemin ve aktörlerle aynı zulüm icra edilirken güdük tepkilerin verildiğini görüyoruz. Suriye, Doğu Türkistan, Arakan, Keşmir, Yemen de en az Filistin meselesi kadar ehemmiyet gerektiren mevzulardır. Bu anlamda Müslümanlar olarak mazlum halkların sesini duyurabilmek ve onlara şifa olabilmek için gücümüz nispetinde çözüm mekanizmalarımızı harekete geçirmeli, zalimlerin ve fasıkların insafından medet beklememeliyiz.
Filistin’deki Son Gelişmeler Dış Basında ve Ülkeler Nezdinde Nasıl Yankı Buldu?
İşgalci Siyonistlerin Ramazan ayının son haftası başlattığı ve “11 Gün Savaşları” olarak nitelenen saldırıları dünya kamuoyunun gündemini bir süre meşgul etti. Her zaman olduğu gibi belli tonlarda tepkiler dillendirilirken somut adım atabilme istidadını ve cesaretini kimse gösteremedi. Mezkûr İsrail istisnasını aşkla savunan ve işlevsellik kazandıran Batılı devletler ve bazı Latin Amerika ülkeleri dışında irili ufaklı kınamalar, gönülsüz çağrılar ve samimi/mütevazı girişimlere şahitlik ettik. Nihayetinde kısıtlı imkânlarla Siyonist işgale izzetle direnen kahramanların gayretinin, kınayıcı ülkelerin tamamından daha büyük ve değerli olduğunu gördük.
Ülke yönetimlerinin politik dengelere uyumlu açıklamaları, halkların meydanlara çıkmalarını ve direnişle dayanışma mesajlarını engelleyemedi. Batıdan doğuya binlerce insan İsrail katliamlarını lanetlemek ve Filistin’deki direnişe destek amacıyla sokaklara döküldü. Son Filistin direnişi bağlamında yönetim ve halkın doğru orantılı tavrına verilecek güzel emsalleri de görmek gerek. Endonezya’da yüzbinler günlerce meydanları boş bırakmazken, Cumhurbaşkanı Jiko Widodo da İsrail saldırılarını kınayan ve BM Güvelik Konseyi’ni harekete geçmeye çağıran açıklamalar yaptı. Böylece, Endonezya’nın Filistinli kardeşlerinin her zaman yanında durmaya devam edeceğini dünyaya ilan etmiş oldu. Bu örnekler diğeri de Pakistan. Başbakan İmran Han, “Ramazan ayında İsrail’in Kıble Mescidi ve Mescidi Aksa’da yaptığı saldırıları ve insanlığın ve uluslararası hukukun tüm normlarını ihlal etmesini kınıyoruz” dedi. Pakistan’da da pandemi şartlarına bakmaksızın yüzbinlerce insan İslamabad ve Lahor meydanlarına Filistin için akın etti. İmran Han da tıpkı Endonezya Cumhurbaşkanı gibi Filistinli kardeşlerimizin yanında olduklarını ve uluslararası toplumun Filistinlileri korumak için aksiyon alması gerektiğini ifade etti. Uzak Asya’nın nezaket ülkesi Malezya’da Başbakan Muhyiddin Yassin’in, “İsrail’in uluslararası hukuku ihlal eden bu korkunç ve zalimce saldırıları hiçbir şekilde gerekçelendirilemez ve kabul edilemez” ifadelerine Malay halkı da mukabele ederek kitlesel gösteriler organize ettiler. Bu üç ülke İsrail ile ilişkilerini askıya alan ve İsrail pasaportunu kabul etmeyen ülkeler. Nüfusunun % 97’si Müslüman olan Maldivler de İsrail ile ilişkilerini 11 günlük savaştan dolayı askıya aldı. İsrail ürünlerine de boykot uygulayan Maldivler işgale bu anlamda en net tepkiyi koyan ülkeler arasına girdi. Küçük bir İslam ülkesinin bu tavrı kesinlikle Müslümanlar için bir büyük övünç kaynağıdır. Bu güzel örnekler arasında Türkiye’nin çabalarını da görmek ve takdir etmek gerekmektedir. Çatışmaların başladığı günden itibaren 19 ülke başkanı ile çözüm ve çare ekseninde diplomasi trafiği yürüten Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu da Türkiye halkının Filistinle dayanışma eylemlerine karşılık vermişlerdir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM Güvenlik Kurulu tarafından Filistin’e bir koruma gücü gönderilmesi önerisi, sorunun hallinde en somut adım olarak nitelendirilebilir.
Yukarıdaki örneklere nazaran daha gönülsüz ve göstermelik tepkilerin verildiği ülkelerin başında, otoriter ve diktatör idarecilerin iktidarda olduğu Arap yönetimler var. Bu otokratik liderlerin Batı sömürgeciliği ve İsrail Siyonizmi ile insicam içerisinde olmalarından dolayı Filistin meselesinde ve İslam ümmetine taalluk eden diğer konularda, kendi halklarının ve mazlumların sesini dinlemek ve yükseltmekten ziyade işbirliği yaptıkları ortaklarını memnun etme cehdinde olduklarını görüyoruz. Bu bağlamda ilk olarak, İsrail ile ilişkilerini iyileştirmek ve işbirliğine kapı aralamak amacıyla “Normalleşme Anlaşmaları” imzalayan BAE, Fas, Bahreyn ve Sudan akla gelmektedir. İsrail ile normalleşme adımını ilk olarak 1979’da Mısır, 1994’te Ürdün atmıştı. Son İsrail saldırıları hakkında Fas dışında bu 5 ülke yönetimlerinin tepkileri hemen hemen aynı. Bunlara Suudi Arabistan da eklenirse sanki her cümlesini bir ülkenin üstlendiği renksiz örgülü bir metin karşımıza çıkmaktadır. Bu ülkelerin kınama ve tepkilerinin odağında Mescidi Aksa ve Kudüs var. BAE daha ılımlı bir tavır takınırken Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün görece daha sert bir dille tepki gösteriyor. Ancak gelen bu açıklamaları daha ziyade Filistin’e sürekli yoğun destek veren diğer Arap ülkelerindeki kamuoyunu yatıştırmaya yönelik bir “halkla ilişkiler” girişimi olarak değerlendirebiliriz. Çünkü Abraham Anlaşmaları olarak da isimlendirilen Normalleşme Anlaşmalarında Filistin’in işgaline atıfta bulunan hiçbir ibare görülememektedir. Bahreyn, Ürdün ve Fas’ta kamuoyu baskısının ciddi bir şekilde hissedildiğini ifade etmemiz gerekir. Ürdün’de halk “Filistin için kıyam vakti” sloganlarıyla sokakları doldururken, Fas’ta yüzbinler, İsrail ile Normalleşme Anlaşmasını reddeden pankartlarla yönetime mesaj verdi. Fas Başbakanı Osmani, saldırıların başından itibaren Gazze ve Kudüs ile dayanışmaları mesajları verdi. 11 günlük çatışmadan sonra varılan ateşkesi Gazze ve Hamas’ın bir zaferi olarak niteleyen Fas Başbakanı, Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye’ye tebrik mektubu gönderdi. Fas dışındaki Normalleşme ülkeleri, Siyonistlerin Kudüs, Gazze ve Mescidi Aksa saldırılarına agresif tavırlar yerine ateşkes çağrısı ile yetindiler. İsrail ile normalleşme girişimlerinin akıbetinde öngörülemeyen noktalar olsa da bunun, halkların tepkileri ve eylemlilikleri ile ters orantılı olacağı aşikârdır. Gazze’deki Siyonist ablukadan dolayı hayati öneme sahip Refah sınır kapısı, Mısır’ın Hamas üzerindeki etkisinin nirengi noktasıdır. 11 günlük savaşın ardından varılan ateşkeste Mısır’ın arabuluculuğu da bu anlamda önemlidir. Mısır bir yandan Siyonist yönetimle ters düşmekten endişe duyarken diğer yandan da Şeyh Cerrah’taki evlere el koyma ve Mescidi Aksa saldırılarını eleştiren rolü icra etmektedir.
Tüm bunlar olurken İran’ın, ablukası altındaki Irak’ta Sünni halka yönelik baskılarını artırdığını görüyoruz. Bağdat’taki Sünnilerin merkezi Azamiye’de ve Suriye’de kan dökmekle meşgul olan İran yine İsrail’e “en sert tepkileri” verdi. İran Dışişleri Bakanı Zarif İsrail’i; insanların topraklarını ve evlerini çalmakla, işgal altındaki Filistinlilere aşıların ulaşımını engellemekle, Müslümanların 3. kutsal mekânına kutsal bir ayda saldırmakla ve Apartheid rejimi kurmakla suçladı.
Neredeyse İsrail saldırılarından dolayı hayatını kaybeden Gazzelileri suçlama temayülü gösteren Batı, ikiyüzlülüğe ve çifte standarda devam ediyor. Almanya, ABD benzeri Hamas’ı suçlayıcı ve itham edici açıklamalar yaparken, İngiltere ve diğer AB ülkeleri gerilimden duydukları endişeleri dile getirdiler. İngiltere sivil toplumu ve akademisi genelde Filistin meselesinde müspet ve makul tavırlar sergilerken, İngiliz medyası ve yönetimi İsrail’i haklı çıkaracak eylemlere imza atmaktadır. Londra ve diğer şehirlerde STK’lar ve üniversiteler öncülüğünde yüzbinlerce insan Filistin direnişine destek veren mitingler düzenlediler. Aynı şekilde Fransa’da da Paris sokaklarında “katil İsrail, Özgür Filistin” sloganları yankılandı. Özgürlükler ve azınlık hakları konusunda savunuculuk bayrağını kimseye bırakmayan Fransa yönetimi, İsrail saldırılarına karşı hayli müsamahakâr. Fransa Başbakanı mecliste Gazze’deki sivil kayıplardan endişe duyduklarını ifade etse de, Fransa Yahudi Konseyi’nin ikazı ile geri adım atmak durumunda kaldı. Fransa Başbakanı Senato’da İsrail’in güvenliğine sarsılmaz bağlılığını vurgulayan bir konuşma yaptı. Buradan anlaşılıyor ki dünya üzerinde sömürü düzenini kuran birçok Avrupa Birliği ülkesi İsrail kolonisi haline gelmiş durumda.
Asya ülkelerinin de farklı bir tavır aldığını söylemek doğru olmaz. Çin ve Rusya’nın Gazze’deki sivil kayıplardan ve Mescidi Aksa baskınlarından duydukları kaygılar, duyulan diğer kaygılarla birlikte uzayın boşluğundaki yerini aldı. Ancak İsrail ile askeri, ekonomik ve siyasi ilişkileri ileri seviyede olan Hindistan, BM Güvenlik Konseyi toplantısında Filistin davasını güçlü bir şekilde desteklediklerini ve iki devletli çözüme bağlılıklarını ifade ettiler.
Devletlerin ve liderlerin akim kaldığı bu vasatta dünya üzerinde hak, adalet ve özgürlük arayışındaki halkların fiili ve kavli dualarıyla Filistin’deki direnişi desteklemeleri büyük bir önem arz etmektedir. Sabır ve istikrar ile mücadele devam ettiği taktirde düşmanı bize muzaffer kılmayan Rabbimizin yardımı gecikmeyecektir. Direniş varsa umut da vardır.
Abdulfettah İsmail ŞENBAŞ