GABRIEL G. MARQUEZ’İN BAŞKAN BABAMIZIN SONBAHARI ADLI ROMANINDA DİKTATÖRLÜK VE FAŞİZM

KİTAP

 Giriş

Latin Amerika Edebiyatı’nın önemli kalemlerinden ve büyülü gerçeklik akımının temsilcilerinden biri olan Gabriel Garcia Marquez, Başkan Babamızın Sonbaharı adlı romanında, siyaset, devlet ve toplumun bir diktatöryal sistem içerisinde en uç portresini sunmuştur. Tek bir kişinin tüm siyasi, ekonomik, dini ve sosyo-kültürel yaşamı kendi ukdesinde toplayarak karar mekanizmalarını kişisel arzu ve istekleri üzerinden şekillendirmesinin anlatıldığı romanda, diktatörlük ve faşizmin bir sarmaşık gibi birbirleriyle ayrılmaz ilişkisi gözler önüne serilmektedir. Romanda diktatörlük ve faşizm temel temalar olarak karşımıza çıksa da arka planda iktidar ve güç mücadelesinin paranoyası, toplumun devlete yabancılaşması diğer bir deyişle hissizleşmesi, ancak belli koşullarda anarşizme kayışların olduğu, sömürgecilik ve emperyalizmin belli bir parametre olarak yer aldığı söylenebilir. Yazar, romanında tüm dünyada var olmuş veya olması muhtemel diktatörlük rejimlerinin genel karakteristik özelliklerini sıralamış ve bu tür rejimlerde karşılıklı olarak diktatör ile toplumun ruhsal bozukluklarını açığa çıkarmıştır. Bu makalede Marquez’in Başkan Babamızın Sonbaharı adlı romanı diktatörlük ve faşizm bağlamında incelenecek ve romanın başkahramanı olan diktatörün devleti yönetim tarzı ile halkın bu siyasal ortam içerisinde devlete karşı tutumu irdelenmeye çalışılacaktır.

Başkan Babamızın Sonbaharı Kısa Özeti

Latin Amerika’da askeri diktatörlük yönetimi altında bir ülke bulunmakta ve başındaki diktatörün kaç yaşında olduğu bilinmemektedir. Ülkede yaşayan halk, uzun yıllardır devam eden diktatörlük yönetiminin bir gün sona ereceğine inanmamaktadırlar. Ülkede güneşin doğuşuna ve batışına, sabahın ve gecenin hangi saatte başlayacağına karar veren Başkan’ın Kutsal Ruh’tan doğduğunu ve ölümsüz olduğunu herkes kabul etmektedir. Diktatör emri altında bulunan hiç kimseye güvenmiyor, sürekli bir güvenlik paranoyası altında yaşamını sürüyor ve her an kendisine karşı bir darbe veya isyan kalkışmasının korkusunu yaşıyor. Sırf bu sebeple kendisine tıpatıp benzeyen Patricio Aragones adlı generali yerine geçirip ölümüne göz yumar ve halkın tepkisini ölçmeye çalışır. Kendisinden kurtulmaya çalışanlardan intikamı büyük olur. Çoğu kişiyi kendisine isyan etmekle suçlar ve çeşitli işkence metotlarıyla hepsini idam ettirir. Dünyada sadece annesi Benedicion Alvarado Ana onun için değerli ve kutsaldır. Onun ölümü üzerine dünyada kendisini yapayalnız hisseder. Annesini tüm ülkenin anası ilan eder ve onun adına vergi toplar, insan öldürür.

Hayatı sürekli bir şekilde iktidarını koruma, şüphe ve tedirginlik çerçevesinde döner. Halk onsuz bir hayatın var olabileceğini hayal bile edemez duruma gelir. Kurduğu korku imparatorluğunda kendisi de korku içinde yaşamaktadır. Her an darbe olabileceği endişesiyle bulunduğu odada ancak sayısız kilitli kapılar ardında uyuyarak kendini güvende hisseder. Dini değerlere sırt çevirir, emperyalist işgalciler ile işbirliği yapar. Düzenlenen piyangoları ve horoz dövüşlerini daima başkan kazanır. Kendisi kazanmak için vardır fakat diğer tüm ülke ona karşı kaybetmekle ve itaat etmekle yükümlüdür. Gerçekten öldüğünde ise yaşanılan şok ve inanamama duygusu ölümün hiçbir şekilde başkana uğramayacağı hissini halkta uyandırır. Başkan babamızın ömrü sonsuz olsun naraları atan kalabalıklar, gerçekten başkanın öldüğünü idrak ettiklerinde sokaklara fırlar ve bir şenlik havasında ezgiler eşliğinde diktatörlükten kurtuluşun sevincini yaşarlar. Marquez’in romanında veciz bir ifadeyle belirttiği üzere: ‘‘..kutlu haber, bütün dünyaya bildiriliyordu; sonsuzun bitmeyen süresi dolmuştu artık.’’

   Başkan Babamızın Sonbaharı’nda Diktatörlük ve Faşizm

   Romanın başkahramanı olan başkan/general üzerinden şekillenen olay örgüsü Marquez’in devlet yönetimi hakkında radikal uzanımlara sahip bir yönetici portresi çizmesi, devlet-yöneten ilişkiselliğini irdelemeyi gerektirmektedir. Bu bağlamda diktatörlüğün baskıcı-otoriter sistemin neşvünema bulduğu faşizm ile birlikte yükseldiği belirtilmelidir. Roman katı bir otoriteryanizm örneği sunarken tek kişinin bütün bir ulusun otonom yapısını şahsında toplamasına gönderme yapmaktadır.

Roman, Alman siyaset bilimci Carl Schmitt’in siyasal alanı açıklarken kullandığı devlet yönetiminin dost ve düşmanlar arasında bir mücadele alanı olduğu teziyle uyuşmaktadır. Zira başkan, devlet yönetimini dost-düşman ayrımı üzerine kurmuştur. Siyaseti ve devlet yönetimini bir ölüm-kalım savaşı olarak nitelendiren Schmitt, dostu düşmandan ayırmanın ve sürekli tetikte olmanın gerekliliğini vurgular. Marquez’in romanda fazlasıyla temas ettiği esas nokta da başkanın çevresindekileri -hatta en yakınlarına varıncaya kadar- düşman olarak nitelemesi ve devlet yönetiminde sınırsız bir faşizan eğilime yönelmesidir. Başkanın gücünü maksimize etmesi ve sürekli hale taşıyabilmesi ancak zihinlere yerleştirdiği düşman(lar) ile mümkün olmuştur. Nitekim kendisine sadık yönetici ve generalleri ile düşman ve olası düşman potansiyeline haiz olanları yok etme anlayışını benimsemiştir. Dolayısıyla Başkan Babamızın Sonbaharı’nı devlet-siyaset nosyonu bakımından, Schmitt’in dost-düşman kavramsallaştırması bağlamında okumak mümkündür.

Başkan elinde mutlak ve sınırsız yetkilere sahip olarak kendisini siyasal alanın merkezine taşırken ‘‘adalet güçlü olanın çıkarına olan şeydir’’ ilkesinin de somut bir tezahürü olarak yansıtılmaktadır. Platon’un Devlet adlı eserinde geçen ve adaleti güçlünün işine gelen şeyler olarak tanımlayan Thrasymakhos ile romandaki çoğu aksiyom ilişkilendirilebilir. Romanda başkana karşı darbe ve suikast girişimleri yaşanmıştır ancak başkan her defasında bu girişimleri püskürtmeyi başarmıştır. Sofist bir anlayışı yansıtan başkan, güçlünün daima haklı sayıldığı bir sistem içinde hükmetmektedir. Esas olan güç mücadelesidir. Bu yüzden başkan, gücünü asla kaybetmemek ve tetikte kalmak adına darbe ve halk ayaklanmaları ile devrilen diktatörlerden sürekli ibret alır.

Başkanın yerine geçirdiği Rodrigo de Aguilar’ın öldürülmesi sonrası, isyancıların bir anda rejime son vermenin sevincini yaşarken ortaya çıkıp tüm isyancıları öldürmesi ve halkın, isyancılar ile ölüp ölmediğini bir türlü kestiremedikleri başkan arasında bocalamaları romanda kesif bir dille anlatılmaktadır: ‘‘… ölümünü kutlamak amacıyla başlayan şenlik çanlarının bu kere ölümsüzlüğünü kutlamak üzere çalıp duruşu, alanda da bitmek bilmeyen bir şenlik vardı, bağlılıklarını haykıran sesler ve kocaman afişler, (Ölümünün Üçüncü Günü Dirilen Muhteşem Başkanımızı Tanrı Korusun)…’’ Toplumun diktatör yönetimi altında yaşadığı ruhsal bozukluk ve travmanın anlaşılmasında bu pasaj önemlidir. Zira kitleler faşist yönetim altında bir yandan sindirilirken diğer yandan her türlü özgürlük ve düşünme alanı sıfırlanmış dolayısıyla devlet aygıtıyla olan bağları tamamen itaat etme üzerine şekillenmiştir.

Romanda siyasal iktidarın betimlenişi, başkanın devlet erklerini yalnız kendisinde topladığını ve tüm isteklerini dikta ettiğini ortaya koymaktadır: ‘‘...hükümet kendisiydi tek başına; hiç kimse, keyfi yönetimini sözle de eylemle de bozmaya yeltenmiyordu, zaferinde öyle yalnızdı ki, düşmanları bile kalmamıştı artık..’’ Bu minvalde devletin kişiselleştiği ve halkın yönetim mekanizmalarından soyutlandığı gözlemlenmektedir.

       Sonuç

       Başkan Babamızın Sonbaharı, edebi bir roman olsa da siyaset biliminin temel konularıyla doğrudan ilişkili yapısı dikkat çekicidir. Diktatörlük ve faşizmin toplumsal yaşamı bütünüyle kuşattığı takdirde ‘‘genel iradenin’’ ortadan kaybolacağı ortaya konulmuştur. Roman, dikta rejimlerinde güç mücadelesinin doğa durumundaki anarşi ortamını aratmayan türde şekillendiğini göstermektedir. Devlet aygıtına yabancılaşan halkın rejimin devamlılığından başka herhangi bir işlevsel fonksiyonunun bulunmadığı zikredilmiştir. Sonuç olarak eserin keskin bir faşizm/diktatörlük eleştirisi, güç temerküzü mücadelesi ve devlet-halk arasındaki uçurumu betimlediği belirtilmelidir.

Abdulkadir AKSÖZ
Abdulkadir AKSÖZ

Political Science Indian Subcontinent Studies [email protected]

Yorum Yaz