İlim ve Medeniyet

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE DOĞU VE BATI TOPLUMLARINDA DİPLOMASİ TARİHİ VE KAYNAK ESERLER

    Özet

Diplomasi, devletlerarasındaki ilişkilerin savaş yoluyla değil, barışçıl yollarla çözülmesi ve diğer bir deyişle Uluslararası ilişkileri yürütme sanatıdır. Tarih boyunca var olan her devlet gibi Osmanlı Devleti de kuruluşundan yıkılışına kadar kendine özgü bir takım diplomatik faaliyetler sergilemiştir. Bu faaliyetler bize Osmanlı devletinin dış politikası başta olmak üzere diğer ülkelerle kurduğu siyasi, sosyal ve ekonomik ilişkileri göstermektedir. Başlangıçta ad hoc diplomasiyi kullanan Osmanlı Devleti, zayıflamaya başlayıp toprak kaybetmeye başlayınca sürekli diplomasi anlayışına geçiş yapmaya karar vermiştir. Diplomatik ilişkiler mukim elçiliklerin kurulması ile Avrupa’da 15. Yüzyılda, Osmanlı Devleti’nde ise 18. Yüzyılda başlamıştır. Avrupalı devletler başta Osmanlı Devleti’nin kazandığı zaferlerden dolayı kendi içlerine dahil etmek isteseler de; Osmanlı Devleti zayıflayıp kaybetmeye başlayınca bu durum tam tersine dönmüştür. Bu makalede, Osmanlı diplomasi niteliklerinden başlayarak bu devletin Batı devletlerinden olan diplomatik farklılıkları, sefaretnameleri ve toplumsal yapıyı ele alarak, diplomasi için önemli olan ve Batı devletlerinde yaşamış olan önemli düşünürlerin eserleri incelenecektir.

    Anahtar Kelimeler: Diplomasi, Uluslararası İlişkiler, Osmanlı Devleti, Batı İmgesi

 

    Diplomasinin Kökeni, Doğuşu ve Gelişimi

Diplomasi kelimesinin kökenine bakacak olursak, sözcük Eski Yunancada “ikiye katlamak” anlamına gelen “diploma” sözcüğünden doğmuştur. Eski Yunan’da ve Roma’da devlete ait tüm resmi belgelere, bazı yabancılara verilen ayrıcalıkta ve yabancılarla düzenlenen tüm resmi belgelere ve bunların katlanış biçimlerinden dolayı “diploma” adı verilirdi. Bu bağlamda ‘diploma’ kelimesinin günümüzdeki karşılığı ‘güven mektubu’ olarak da belirtilmektedir. Diplomasinin “belgeleri inceleme bilimi” olarak değil de “Uluslararası İlişkileri Yürütme Sanatı” olarak 1796 yılında ilk kez kullanılmasını sağlayan Edmund Burke’dir.

Sözcük olarak yeni fakat kurum olarak diplomasi, çok eski zamanlara dayanmaktadır. Diplomasi kelimesiyle ilgili tarihçilerin çok farklı tanımlamaları vardır. Tarih öncesi dönemlerde ise bu kelimeyi tanımlamak için devletler; savaş durumuna son vermek ve bazı ortak sorunları çözmek için birbirilerine ‘elçi’ gönderirlerdi. Bu elçiler ilk zamanlarda ‘ad hoc diplomasi’ olarak bilinen tek taraflı ve geçici anlamını taşıyan sözleşmeleri yapmak ve belirli bir amacı gerçekleştirmek amacıyla devletini temsil etmek üzere yurt dışına gönderilerdi.

Diplomasinin ilk örneklerini Eski Mısır ve Hititlerde görmek mümkün olmakla beraber tarihte yapılan ilk yazılı anlaşma olan M.Ö 1278 yapılan Kadeş Antlaşmasını da diplomasinin ilk örneklerinden sayılmaktadır. Ancak bu tarihten önce de diplomasinin var olmadığını da söyleyemeyiz. Bu tarihten öncede elçilerle haberler gönderiliyordu ve bunun en iyi örneğini ise ileride de belirteceğim üzere Yusuf Has Hacib’in yazmış olduğu Kutadgu Bilig’de de görebiliyoruz.

Eski Yunan site devletlerinde ise ilkel anlamda diplomasi kullanılmıştır. Diplomasinin bu bölgede kendini göstermesinin birçok nedeni vardır. Bölgede birbirine yakın güce sahip olan Atina ve Sparta devletleri siyasi yapılanmaları itibariyle çok iyi olmakla beraber, hiçbir zaman uzun süre biri diğerinin üstünde egemenliğe sahip olamamıştır. Durum böyle olunca bu site devletler varlıklarını uzun süre korumuşlar ve diplomasiyi de sık sık kullanmışlardır. Ayrıca burada diplomasinin açıklık ilkesinden dolayı her şey kamuoyu önünde konuşulmuştur. Bu da diplomasinin çok taraflı ve konferans diplomasinin ortaya çıktığının bir göstergesi olmuştur.

İkinci olarak, Antik Yunan ekonomisi ticarete dayalı yapısı, diplomasinin gelişmesinde etkin rol oynamaktadır. Ticaret, toplumlar arasındaki ilişkileri iyileştirmekle beraber aynı zamanda devletlerin çatışmadan çok uzlaşmayı temel alan yapısından dolayı diplomasinin gelişmesini de sağlar.

Üçüncü olarak, Yunan site devletlerinin ortak dile, dine, kültüre ve benzer siyasal sisteme sahip olmaları da diplomasiyi geliştirmiştir. Çünkü ortak kimlik ve bilincin gelişmesi, devletlerin sistemlerin gelişmesi ve diplomasi ilişkilerinin kurulmasını sağlamıştır.

Roma diplomasisine değinecek olursak, buradaki diplomasi Yunan kültüründeki kadar gelişmemiştir. Bununda bazı nedenleri vardır. İlk olarak, askeri açıdan güçlü olması diğer ülkelerle diplomasiyi çok az kullanmasını sağlamıştır. İkinci olarak ise, Roma ekonomisi Yunan ekonomisi gibi ticarete dayalı değildir, Roma ekonomisi tarıma dayalıdır. Tarıma dayalı olması da dış ülkelerle ticareti azaltmış ve Roma’yı kapalı bir devlet haline getirmiştir. Böylece diğer ülkelerle ekonomik anlamında diplomasi ilişkileri pek fazla gelişmemiştir.

Bizans’ta ise diplomasi büyük ustalıkla kullanılmıştır. Roma’nın mirasçısı olarak adlandırılan bu devlet, Roma gibi diplomasiyi ikinci plana bırakmamıştır. Roma’nın sahip olduğu güce sahip olmaması, devletin diplomasiyi kullanmasını zorunlu hale getirmiştir. Bizans bulunduğu reel-politik durumlardan ötürü diplomasiyi her zaman savaştan önde tutmuştur. Bizans, diplomasiyi sadece uzlaşma ve pazarlık için değil, entrika, aldatma ve suikast gibi yöntemlerle de kullanmıştır.

Eski dönemlerde görülen diplomasiyle birlikte, 15.yy da İtalyan şehir devletlerinde birbirleriyle ilişkilerin gelişmesi için sürekli diplomatik kurullar bulundurmak amacıyla ‘sürekli diplomasi’ ye geçiş görülmektedir. N. Pantromoli ilk elçi olarak 1455 yılında Milano Dükü tarafından Cenova’ya atanmıştır. Diplomasinin ‘altın devri’ olarak adlandırılan 17.-18.yy Avrupası’nda diplomaside en etkili devlet Fransa olmuştur. 1648 Westphalia ve 1712 Uthrect’le birlikte diplomasi de çok taraflılık yaygınlaşmıştır. Westphalia ile ortaya çıkan Uluslararası Hukuk ve akabinde 19.yy da Milletler Cemiyetiyle ortaya çıkan Modern Uluslararası Hukuk terimiyle ile birlikte devletlerin üzerinde anlaştıkları kural ve tekniklerin gelişmesi, diplomasinin hem pratik hem de çağımıza uydurulmaya çalışıldığının bir göstergesidir.

    Doğu Toplumlarında Diplomasi

Eski Yunan kültüründen günümüze kadar varlığını sürdüren diplomasi, Osmanlı Devleti’nin özellikle duraklama ve gerileme dönemlerinde çok önemli bir yer arz etmektedir. Osmanlı diplomasisi ilk olarak İslam hukuku çerçevesinde şekillenmiştir. İslam hukuku çerçevesinde şekillenmesinin başlıca nedeni ise, Allah tarafından bir elçi olarak İslam alemine gönderilen peygamberlerle (elçilerle) başlamıştır. Bu vahiy aracılığıyla Allahu Teala’nın insanlara göndermek mesajları elçiler aracılığı ile insanlara iletmesidir. Peygamberler ve halifeler döneminden günümüze gelen elçilik vazifesi Osmanlı Devleti’nde de devam etmiştir. Osmanlı devleti, Balkan merkezli bir imparatorluktu. Bu stratejik konum ise çoğu zaman Osmanlı devletinin Avrupalı devletlerin gözdesi olmasını sağlamıştır. 3. Selim dönemine kadar Osmanlı diplomasisi ad hoc şeklinde olmuştur. Devletlerde kurulan elçiliklerle birlikte tek yönlü ilişki ortadan kalkmış ve Osmanlı devleti 18.yüzyılın sonlarında diplomasi kavramı ile tanışmıştır. Bu yüzyılda Osmanlı devleti devlet içerisindeki sıkıntılar nedeniyle batıya yönelmiş, bu durumda diplomasi anlayışının değişmesine sebep olmuştur. Osmanlı Devleti zaferler elde etmeye başlayınca yanında olan devletler, toprak kaybetmeye başlayınca Osmanlı devletini kendinden uzak tutarak diplomasi anlayışına yönelmesine sebebiyet vermiştir. Diplomatik ilişkiler ilk olarak askeri alanda gerçekleşmiştir. Batılılaşma yoluyla önemli adımlar atan Osmanlı Devleti yabancı ülkelere elçiler göndererek devletlerin toplumsal ve siyasi yapısını öğrenmeye çalışmıştır. Gönderilen elçiler tarafından yazılan sefaretnameler, 17.yüzyıldan itibaren görülmeye başlamış ve 18.yüzyılda yaygınlaşmıştır.

Osmanlı devleti, cihat anlayışıyla diplomatik ilişkiler kurmuştur. Daha sonraları ise evlenme yoluyla da diplomatik ilişkiler kurulmuştur. Bu durumun en güzel örnekleri Bizans ile yapılan evliliklerdir. Bu evlilikler ile Bizans’ın iç işlerine karışma fırsatımız olmuştur. Osmanlı devletinin diğer devletlerle diplomatik ilişkilerin iyi olmasının sebeplerinden en önemlisi iç politikada yürüttüğü hoşgörü ve denge politikasıdır.  İlk zamanlarda hem gücü hem de askeri yapılanması açısından Osmanlı Devleti diplomasiye pek ihtiyaç duymuyordu. Ama değişen şartlar dolayısıyla duraklama ve gerileme dönemlerinde diplomasiye ihtiyaç duymuştur. Batının gerisinde kalmamak için buraya elçilikler açarak, yurt dışına elçiler göndererek sefaretname tarzında yazılarla Batının ne durumda olduğunu öğrenmiştir.

    Batı Toplumlarında Diplomasi

Eski Yunan kültüründe ortaya çıkmış olan diplomasi kavramı Batı toplumlarında da etkisini kısa sürede göstermiştir. Başta İtalya olmak üzere diğer Batı toplumlarında da etkili olan diplomasi daha çok doğudaki devletlerinin siyasi ve ekonomik ilişkilerini öğrenmek için kullanılıyordu. Osmanlı Devleti gücünden dolayı her ne kadar diplomasiye önem vermese de Roma’da başlayan diplomasi kültürü Bizans devletiyle daha çok kullanılmaya başlanmıştır. Bizans devleti Roma kültürü kadar güçlü ve onun kadar gelişmemişti. Bu yüzden çatışmalarını daha çok savaş yoluyla değil de, diplomasi yöntemiyle çözüyordu. Eski Yunan kültüründe ise diplomasi, gelişmişliği ve ortak değerlerin bir arada bulunmasından dolayı diplomasiyi burada daha etkin hale getiriyordu.

Diplomasi, şu ya da bu şekilde bireysel bağlantılara dayanıyordu ve Roma devleti herkesin önünde akıcı konuşma yeteneğine ve delil kullanarak karşı tarafı ikna etmeye önem veriyordu. Romalılar kendi avantajlarına ve acil durumlarına uygun olan esnek bir diplomasi yöntemi geliştirdiler ve bununda Yunanistan’a ve doğuya taşınmaması için kendi toplumlarında muhafaza ettiler. Roma devletinin elçileri, gerçek anlamda tam yetkili değillerdi. Çünkü kendilerini belli ölçüde sınırlayan talimatlar veriliyordu ve yaptıkları seferleri bir rapor şeklinde sunmak zorundaydılar.

Batı toplumlarında diplomatik ilişkilerin bir parçası olan elçilerin kıdemi ve sayıları, durumun ciddiyetini ya da elçiler topluluğunun önemini yansıtan bir şey olarak görülüyordu. Diplomasi doğu toplumlarında (başta Osmanlı devleti olmak üzere ) daha az bir resmiyete sahipti, ama batı toplumlarında gerek ticaretten dolayı gerekse de savaşların önlenmesi için büyük bir önem taşıyordu. İmparatorluk dönemlerinde, hükümdar bazen kendisinden aşağı konumda bulunan elçilerle şahsen görüşse de, cumhuriyet döneminde hükümdarlar bu görüşmeleri daha çok yardımcıları aracılığıyla yapmışlardır. Buradan da anlaşılacağı gibi imparatorların diplomasi üzerinde bir kontrol yetkisine sahiptiler ve Batı toplumlarında imparatorluk döneminde diplomasinin yapısı ve işleyiş süreci, tıpkı Cumhuriyet döneminde olduğu gibi yapılandırılmamış ve sistematik bir hale getirilmemiştir. Bu belirttiğim hususlardan dolayı, kendisi hakkında sınırlı bilgiye sahip olduğumuz diplomasinin karmaşık yapısını göstermektedir.

    Diplomasi için Kaynak Eserler ve Elçi-Diplomatlarda Bulunması Gereken Özellikler

İnsanlar çeşitli iletişim ortamlarında farklı diller kullanmasına paralel olarak uluslararası ilişkilerinde kendi has bir dili vardır ve farklı özellikler taşır. Bu ilişkilerin yürütülmesi anlamına gelen diplomaside de dil devreye girmektedir. Diplomat olan kişilerin ülkelerini temsil ederken bulunması gereken en önemli özelliklerinden biri de dili iyi kullanması ve hitabetinin iyi olmasıdır.

Yusuf Has Hacip diplomat şairlerin özelliklerine vurgu yaparak, ‘iyi bir diplomat, hesap bilecek, şiir bilecek’ demiştir. Yusuf Has Hacip klasik eseri olan Kutadgu Bilig’de de elçilerde bulunması gereken özellikleri belirtmiştir. Hükümdar elçi gönderirken bu meseleyi iyi düşünmelidir. Çünkü bu elçi devletini en üst düzeye ulaştırabileceği gibi devleti hiç olmadık bir çatışma ve savaşın ortasında da bırakabilir. Yusuf Has Hacip’e gör iyi bir elçi insanlar arasında mümtaz, akıllı, bilgili, seçkin ve çok cesur bir kimse olmalıdır. Tanrının kulları arasında en seçkinleri ve en iyileri onun elçileri idi diyerek de peygamberler döneminden günümüze kadar gelen elçiliğin nasıl bir asil görev olduğunu belirtir.

Hacip’e göre bir elçi aynı zamanda gözü, gönülü tok, içten bağlı, itimat edilir, doğru ve dürüst tabiatlı bir insan olmalıdır. Çünkü aç gözlü insan kendine hakim olamaz; yani haris olanlar elçiliğe layık değildir. Gözü tok insan, fakir dahi olsa her işte başarıya ulaşır. Gözü tok insan, dünyanın en zengin insanıdır, ama açgözlü insanı bu dünya ne kadar doyursa da, yine zenginleştiremez.

Hacip elçilerin konuşurken tüm dilleri konuşmasını ve yazarken de bütün yazıları yazması gerektiğini belirtmiştir. İyi bir alim yazar, okur ve başkalarının düşüncelerinden istifade eder. Elçi alim ve uyanık olursa her yerde hoş karşılanır. Eğer giden kişi boş bir insan olursa, şüphesiz gittiği yerde beyi itibarını kaybeder. Elçi her türlü bilgi ve birikime sahip olursa, beyi büyür ve böylece adı o memlekette yükselir.

Elçilikte dilin önemini vurgulayan Yusuf Has Hacip elçinin aynı zamanda sözde usta ve akılda üstün bulunması gerektiğini söylemiştir. Sözde usta olan kişi her işte muvaffak olur ve yine karşısında kişinin söylediği hiçbir sözü de unutmaması gerekir. Saydığımız bu özelliklerin yanında da aynı zamanda elçinin dış görünüşüne önem verilmesi gerektiğini de vurgular. Elçi olan kişi yüzü güzel, yakışıklı ve saçı sakalı düzgün olmalı ve boy posça da insanlar arasında temayüz edilmelidir.

Nizamülmülk yazdığı Siyasetname adı eserinde de yine bir elçinin nasıl olması gerektiğini belirtmiştir. Nizamülmülk burada genellikle elçilerin nasıl karşılanması gerektiğini ve bu elçinin gönderildiği devlet hakkında neler gördüğünü ve bunları hükümdarına sunması gerektiğini söylemiştir. Elçilerin uğrayacağı şehirler imar görmüş olmalı, buralarda görev yapan memurlara, alimlere ve mukataa sahiplerine konakladıkları yerlerde iyi bakmaları söylenmelidir. Padişahlar daima birbirine hürmet ettiklerinden, elçilere de saygı göstermişlerdir. Padişahlar arasında bir anlaşmazlık dahi olsa yine gönderilen elçilere saygıda kusur edilmemiş ve hoş görülmeyecek bir muamele yapılmamıştır. Bir padişah elçi göndermekle diğer devletlerin iç kısımlarının nasıl olduğunu, devletin yapılanmasını ve görüşünü, şehirlerinin imar yapısını, askeri teşkilatını, kölelere nasıl davranıyorlar? Vb. şeyleri sorarak devlet hakkında bilgi edinirler. Aynı zamanda Siyasetnamede, bir elçinin padişahına iyi hizmet etmesini, söyleyeceği sözlerden sakınması gerektiğini ve çok seyahat etmesi gerektiğini vurgular. Aynı zamanda her konuda bilgili, ileri görüşlü, cesur mert, silahşor olmalı ve iyi ata binmelidir. Sarhoş, şakacı, çok konuşan ve kimse tarafından bilinmeyen kişiler elçi olarak gönderilmemelidir. Çünkü gönderilen elçi, padişahın akıllı ve iyi huylu olduğunun delilidir.

Doğu toplumlarında elçilikle ilgili bir diğer önemli eser ise Ali Seydi Bey’in yazmış olduğu Teşrifat ve Teşkilatımız adlı yapıttır. Burada yabancı sefirlerin padişahın huzuruna nasıl kabul edildiği belirtilir. Devletler geçmişte birbirleri nezdinde daimi olarak sefir bulundurmazlardı. Ya bir meselenin hallini görüşmek ya da dostluk münasebetlerini kuvvetlendirmek amacıyla bir devlet ötekine sefir veya bir heyet yollardı. Osmanlı hanedanları içinde en önce huzuruna Bizans elçisini kabul eden Orhan Gazi’dir. Kanuni Sultan dönemin ise 48 yıllık saltanatı boyunca pek az sefir padişah huzurunda ayakta durma şerefine nail olmuş, diğerleri ise ancak sadrazamlarla görüşebilmişlerdir. Sefirlerin padişahın huzuruna çıkabilmesi için bazı şart ve adaba uymaları gerekiyordu. Mesela padişahın huzuruna kılıçla giremezlerdi. Buna uymayanlar hakaret görür ve kılıçları zorla bellerinden alınırdı. Karlofça Antlaşmasından sonra sefirler hakkındaki merasimler sadeleştirilmiş ve sefirlere daha çok hürmet ve riayet gösterilmiştir.

Batı toplumlarında ise bunun en iyi örneği olarak Niccolo Machievelli’ninPrens (Hükümdar)’ adlı eserini gösterebiliriz. Machievelli bu eserinde bir hükümdarın nasıl olması gerektiğini ön plana çıkarırken; bu padişahların kurduğu senatoda seçilen diplomatların ise bazı özelliklerinden bahseder. Machievelli, Floransa’nın fethedilmesinden sonra başa gelen yeni iktidar tarafından diplomat olarak seçilmiştir. Fransa Kralı, Kutsal Roma Germen İmparatoru, Osmanlı Sultanı ve İtalya’daki bazı düklerle görüşmelere giderek bir nevi elçi sıfatıyla görevlendirilmiştir. Gittiği devletteki izlenimleriyle, bir hükümdarın toplumuna ve askerine iyi davranması gerektiğini görmüştür. Bir eserinde Fransa Krallığı ile Osmanlı Devletinin siyasi yapısından bahsetmiştir. Burada ‘Fransa devletinin kolay fethedilip zor yönetileceğini, Osmanlı Devleti’nin de tam tersini zor fethedilip kolay yönetileceğini vurgulamıştır. Çünkü Osmanlı Devleti’nin devlet-i erkanı padişahına çok bağlıydı. Bunları bazı teklifler sunarak kendi tarafınıza alamayacağınızı’ belirtmiştir. Machievelli Almanya İmparatoru 1. Maximilian’ın sarayında elçilik görevi sırasında yaptığı izlenimlerini ise ‘Alman Devletinin Portresi’ adlı eseriyle günümüze ulaştırılmıştır.

Batı toplumlarında diplomasi kültürünün ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. Sınırlı sayıda bulunan kaynaklarla Batı toplumunun diplomasi alanında neler yapmakta olduğunu ve diplomasi kökeninin Eski Yunanca olduğunu ve İtalya’da baş gösteren sürekli diplomasi kavramıyla diğer devletlerle kurduğu ilişkileri belirtmekle beraber 17. ve 18. Altın Devirin yaşandığı Fransa’da gelişen François de Callieres’in ‘The Art of Diplomacy (Diplomasi Sanatı)’ adlı çalışmasında yer alan diplomasi kavramına değinmek istiyorum. Diplomatik çalışmaların Avrupa merkezli olduğunu belirten yazar, sürekli diplomasi kavramanın İtalya’da ortaya çıktığına vurgu yapmaktadır. Örneklerle bu düşüncesini pekiştirerek, arka planında erken dönemlerde modern Avrupa’da bulunan diplomatik aktiviteleri gözler önüne seriyor. Gizli diplomasinin müzakere sanatında gömülü olduğunu düşünmektedir. Diplomatik sistemin gelişimi ve bu sistem içinde yer alan diplomatik çalışmaların belirtiği bu eser diplomasi kültüründe uzun bir süre önemli bir yer edinecektir.

Son olarak bu bölümü sefaretnamelerden bahsederek bitirmek istiyorum. Sefaretname, en genel tanımı ile yabancı ülkelere giden elçilerin tuttukları notlardır. Bu notlar ilk zamanlarda sadece devlet büyüklerine verilen raporlar olsa da daha sonra edebi olanları da varlık göstermiştir. Sefaretname türü, Osmanlı döneminde çokça önemsenmiş ve edebi bir tür olma yoluna gitmişti. Yalnız sefaretname anlayışının sadece Osmanlılarda olmadığını, bu anlayışın İslam dairesinde peygamberler dönemine kadar gittiğini de bilmeliyiz. Osmanlı sefaretnamelerinin birkaç özelliğinden bahsetmek istiyorum.

Osmanlı sefaretnamelerinin siyasi değerleri düşüktür. Osmanlı sefaretnamelerinde gidilen ülkelerin devlet adamları ile yapılan görüşmeler yazılmamıştır. Sefaretnameler siyasi konuları, gizli konuşmaları içermez ama bazı atıflar dikkat çekicidir. Yani elçiler devlet görüşmeleri için ayrı bir defter tutmuşlardır. Devletlerarasında küçük siyasi krizleri çözmek için direk elçiler gönderilmezdi, bu görev için gerekli çavuşlar gönderilirdi. Çavuş dediğimiz kişiler ise protokol bakımdan önemli kişiler olup ama bir devlete gönderilince daha az gösterişli ve hediyesiz olarak gönderilen kişilerdir.

Sefaretnamelerin sayısı azdır. Osmanlı devletinin kuruluşundan bu yana giden elçiler ile yazılan sefaretnameler arasında büyük fark vardır. Bunların zamanla kaybolacağını düşünmekle birlikte bunun şöyle bir açıklaması da olabilir; elçiler gittikleri ülkelerden gelirken gözlemlerini yazılı olarak değil de sözlü olarak sunmuşlardır.

Sefaretnamelere etkisi olan Batı imgesi Osmanlı diplomasisinde önemli yer edinmiştir. Osmanlı devleti kurulduğundan bu yana yabancı devletlerle siyasi ilişkiler kurmuş olsa da elçiler vasıtasıyla ilişkiler kurması 18.yüzyılı bulmuştur. 3. Selim tahta çıkmasıyla diplomasi alanında bazı değişikliklere gidilmiştir. İlk ikamet elçiliğini sempati duyduğunu Fransa’da açmıştır. Babıali ise ikamet elçiliğinin İngiltere kurulmasının daha uygun olacağını düşünüyordu. O dönemdeki Fransız İhtilali, Babıali’nin düşüncesine tam ılımlı bakılmasına olanak verdi ve ilk ikamet elçisi olarak İngiltere’ye ‘Büyük Elçi ‘ unvanı verilerek Yusuf Agah Efendi gönderilmiştir. Bununla başlayan elçilik serüveni hızla devam etmiştir. Elçiler bildikleri konularla ilgili Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’ya bakış açısını yenilemiştir.

    Sonuç

Sonuç olarak, bu çalışmada Doğu ve Batı toplumlarında oluşan diplomasi kültürü ve bazı kaynak eserlerle sonuçlar elde edilmiştir. Doğu toplumunda esas aldığımız Osmanlı diplomasisi kendine özgü bir diplomasi anlayışıyla başta ad hoc (tek taraflı) ile başlayan diplomasi yöntemini sonra karşılıklı olarak devam ettirmiş ve duraklama ve gerileme döneminde ise sürekli diplomasi şeklinde sonlandırmıştır. Hayata tutunabilmek için Osmanlı Devleti’nin kullandığı Batı tarzındaki diplomasi, aslında bütün felaketlerin başlangıcı olmuştur. Aslında diplomasi ve dış politikada da başarı, her zaman iç politikadaki başarıya bağlıdır. Osmanlı Devleti ne zaman iç işlerindeki otoritesini kaybetmiş, işte o zaman diplomaside de başarısızlığa mahkum olmuştur.

Osmanlı Batı toplumlarındaki mukim elçiler grubuna 18.yüzyılda girmiştir. Osmanlı Devleti ilk kez Paris Barış Konferansıyla Avrupalı devletler sistemine dahil olmuştur. Osmanlı zafer kazanırken yanında olan birçok Avrupalı devlet, Osmanlı zayıflayınca üzerinde oyun oynadıkları bir çıkar tahtasına dönmüştür. Osmanlı Devleti’nin Avrupa’dan aldığı batı tarzı kurumların hepsi Türki Cumhuriyetine geçmiştir. Türkiye Cumhuriyeti de Osmanlı gibi her ne kadar batıya güvenmese de yine de onların askeri, ekonomi ve siyasi alanda yaptığı değişiklikleri taklit etmiştir. Peygamber dönemiyle başlayan elçilik vazifesi ise günümüzde halen devam etmektedir. . Elçiler, ülkesini ve padişahını temsil eder, o yüzden bu kişilerin toplumumuzda saygınlık kazanmış kişilerden seçilmesi gerekmektedir. Her ne kadar yukarıda belirtiğimiz özelliklerin hepsini kapsamasa da, elçilerde halen bazı özellikler aranmaktadır.

Yusuf Taner KILAVUZ

Exit mobile version