GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE PAKİSTAN İSLAM CUMHURİYETİ

ASYA

GİRİŞ

Güneydoğu Asya bölgesinin Müslüman yoğunluklu ülkelerinden biri olan Pakistan, İslam dünyasının en kalabalık üçüncü ülkesi olmasının yanında nükleer güce sahip tek Müslüman ülke olarak dikkat çekmektedir.

İkinci Dünya Savaşı sonrası 1947 yılında bağımsızlığını kazanan ülke, bölgesinde önemli bir konuma sahiptir. İngiliz coğrafyacı H.J. Mackinder’in kalpgah (heartland) olarak adlandırılan teorisinin iç hilal kısmında bulunan Pakistan’ın, Avrasya enerji geçiş güzargahı üzerindeki konumu ve bölgenin doğal kaynaklarına yakınlığı jeopolitik değerini arttırmaktadır. Eski dünyanın beşiği Mezopotamya havzasında geçmişten günümüze birçok devlete ev sahipliği yapan Pakistan toprakları, tarihteki medeniyet merkezlerinden biridir. Amerika Birleşik Devletleri’nin bölgedeki en önemli müttefiği durumundaki Pakistan’ın Hindistan ile olan siyasi, askeri ve ekonomik rekabeti küresel ve bölgesel dinamikler açısından kaygı ve endişeyle takip edilmektedir. Ülkenin sosyal ve kültürel varlığının temel itici gücünü Hindistan karşıtlığı oluşturmaktadır.

Bu makalede temel olarak Pakistan İslam Cumhuriyeti’nin tarihsel gelişim süreci, siyasal yapısı ve dış politikası incelenecektir. Ardından ülkenin ekonomik, dini ve sosyo-kültürel yapısından bahsedilecek, son olarak Pakistan-Türkiye ikili ilişkileri hakkında ayrıntılı değerlendirmelerde bulunulacaktır.

 

TARİHSEL ARKA PLAN

   Günümüzde Pakistan sınırları içerisinde yer alan *Mohenjo-daro ve **Harappa İndüs Uygarlığı’nın merkezi olarak bilinmektedir. Tarihçi William H. McNeill’e göre İndüs Uygarlığı’nın İ.Ö. 2500 dolayları ile İ.Ö. 1500 arasında serpilip geliştiğini söyleyebilmek mümkündür.[1] Bölgenin en eski yerleşim birimlerini oluşturan bu iki şehir, Pakistan’ın bilinen ilk tarihi şehirleridir. Kuzeydoğu Hindistan’da Nil nehrinin taşıdığı su miktarından iki kat daha fazla suyun taşındığı son derece verimli bir arazide kurulan ve büyük su ve kanalizasyon sistemlerini barındıran Mohenjo-daro ve Harappa şehirleri Arilerin Hindistan’ı işgal etmesi öncesinde altkıtaya hakim olan Dravidlerin yönetim merkezleridir.[2]

Büyük İskender’in Hindistan seferi sonrası işgal edilen bu topraklarda dünyada bilinen ilk Budist Krallık olan Maurya İmparatorluğu kurulmuştur. Maurya Kralı Asoka’nın Budizmi benimsemesi sonrasında gelen ölümüyle imparatorluğu yıkılmıştır. Orta Asya’dan Hindistan’a açılan geçitlerden Yunanlar, Sakalar, Kuşanlar ve Partlar olmak üzere yeni istilacı dalgaları geldi.[3] Pek çok kavim ve grup Pakistan bölgesine yerleşerek varlık mücadelesi vermiştir. M.S. 7. yüzyılda İslamiyet’in bölgeye girişi başlamıştır. İran’ın ele geçirilmesinden sonra Hint altkıtasına yönelen Arap kuvvetleri Muhammed İbni Kasım önderliğinde Pakistan’ın Sind bölgesine kadar ilerleyerek İslamiyet’i yaymaya başlamışlardır. 10.yüzyılda Gazneliler Devleti’nin kurucusu Gazneli Mahmut’un fetih hareketleri sonrası Hindistan bölgesine İslamiyet’in genişlemesi hızlanmıştır. Timur’un bölgeyi işgali sonrası Moğol hakimiyeti gözlenmiştir. 1526 yılında Babür Han tarafından kurulan ve kendi adıyla tarihte yer edinen Babür İmparatorluğu, Türk-Moğol kökenli olup Pakistan tarihinin en önemli dönemini teşkil etmektedir. Babürlüler’den mimari ve sanat alanında kalan eserler bugün, Pakistan’ın turizm ve kültür hayatının en değerli parçalarını oluşturmaktadır.

17. yüzyılın başlarında İngilizlerin kolonicilik faaliyetleri kapsamında bölgeye intikalleri ile birlikte uzun süreli bir mücadele ve çatışma dönemi başlamış, ancak Babürlüler'in güçlerinin ilerleyen yıllarda azalmasıyla birlikte İngiliz egemenliği Hindistan-Pakistan hattında güçlenmiştir. British East India Company’nin bölgedeki hakimiyetiyle İngiliz sömürge kültürü hızla yayılmıştır. Bölgenin ele geçirilmesi sonrası İngiltere’nin temel dış politikası Hindistan yolunun güvenliği üzerine şekillenmiştir. İkinci Dünya Savaşı’na kadar etkinliğini sürdüren İngilizler, savaş sonrası yeni siyasi ortamın belirlenmesinde de kritik rol oynamıştır. Bu durum 1947 yılında birbirinden bağımsız iki farklı ideolojik saiklere sahip devletin ortaya çıkmasıyla kendisini göstermiştir.

 

 

PAKİSTAN SİYASİ HAYATI

İngiliz yönetimindeki Hindistan altkıtasında Hindular Hindistan adını alarak Müslümanlar ise Pakistan adını alarak bölünme gerçekleşmiştir. 1972 yılına kadar Batı Pakistan ve Doğu Pakistan olmak üzere aralarında 1700 km mesafe olan iki bölüme ayrılan Pakistan, Bangladeş’in bağımsızlığı sonrası bugünkü halini almıştır. Pakistan'ın bağımsız bir devlet olarak tarih sahnesine çıkışında başat rolü üstlenen ve bugün ''kurucu baba'' olarak tanınan Muhammed Ali Cinnah’tır. Ülkenin milli şairi olarak bilinen Muhammed İkbal bağımsızlık fikrini ortaya atan ilk kişi olması bakımından halk nazarında büyük bir saygıya ve değere sahiptir. 14 Ağustos 1947 tarihinde kurulan Pakistan, İngiliz kolonisi altında yaşayan Hint Müslümanlarının tamamını içerisine alacak şekilde planlanan bir devletti. Bu bağlamda çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu eyaletlerin birleştirilmesi sonucu Pakistan devleti meydana gelmiştir. Pakistan ismi de Hint kıtasındaki çeşitli Müslü­man toplulukların ve eyaletlerin baş harflerinin bir araya getirilmesiyle oluşturul­muştur;

P=Pencap, A=Afganistan (bugünkü Peştun halkı ve Pakistan’da onların çoğunlukta olduğu Hayber Paktunva), K=Keşmir, S=Sind ve Tan= Belucistan.[4]    

   Geride kalan 70 yıllık Pakistan siyasi hayatına genel olarak bakıldığında ülkenin demokrasi ile askeri vesayet arasında sıkışan bir yapısının olduğu göze çarpmaktadır. Kurulan hükümetlerin çoğu görev sürelerini tamamlayamadan sonlanmış, askeri otoritenin baskınlığı hemen hemen her dönemde fazlasıyla hissedilmiştir. Bu bağlamda Pakistan siyasi hayatı ordu-siyaset ilişkisi çerçevesinde şekillenmekte ve ülkenin siyaset mekanizması bu ilişkiden olumsuz yönde etkilenmektedir. Darbelerin ve suikastlerin yaşandığı ülkede siyasi istikrar önemli bir sorun olarak dikkat çekmektedir. Karmaşık siyasal yapı içerisinde toplumsal ve ekonomik ilerleme sağlanmaya çalışılsa da başarı düzeyi alt seviyede kalmaktadır.

Ülkenin önemli sorunlarından biri de Pakistan İslam Cumhuriyeti adının meşruiyetinin sağlanması konusunda kendisini göstermektedir. Zira ülkede yaşayan farklı etnik grupların çatı birleşimi İslam dinine mensup olmaları olarak kabul edilmektedir. Ancak İslam ideolojisiyle sağlanmaya çalışılan bütünlüğe rağmen federal yönetim sistemine sahip ülkede eyaletler arasındaki gelişmişlik farkından kaynaklanan sıkıntılar, etnik farklılık, bölgesel ve dini aidiyetler üzerinden şekillenen bölünmeler bu bütünlüğü tehdit edebilmektedir. Siyasal bölünmüşlük ülkenin temel açmazlarından biri olup asker-sivil dengesinin askeri kanada dönük olması politik düzlemi daraltmaktadır. Ülkenin iç içe geçen ve henüz ulusal düzlemde net olarak tanımlanmayan kompozisyonu bölgesel, dini-mezhepsel ve ekonomik alanda çatışmaların yaşanmasına ortam hazırlamaktadır. Siyasi istikrarsızlığa sebep olan bu durum, askeri bürokrasinin ülke yönetimindeki gücünü ve baskın otoritesini arttırmakta ve sık sık askeri müdahalelerin yaşanmasına yol açmaktadır.

Pakistan İslam Cumhuriyeti federal sisteme dayalı parlamenter yönetim şekliyle idare edilmektedir. Cumhurbaşkanın yetkileri sembolik düzeyde olup klasik parlamenter sistemlerdeki gibi başbakanın yetkileri ülke yönetiminde daha baskındır. Her eyaletin seçimle belirlenen kendi(federe) başbakanı vardır ve ayrıca merkezi idareyi temsil eden valiler de bulunmaktadır. Ülkenin 2018 yılı itibariyle cumhurbaşkanlığı görevini Arif Alvi, başbakanlığını Imran Khan üstlenmektedir.

 

DIŞ POLİTİKA

Pakistan dış politikası, sınır komşuları Afganistan, Çin, İran ve Hindistan olduğu göz önünde bulundurulduğunda stratejik hassasiyetleri yüksek seviyededir. Dış politikanın birincil sorunu Keşmir Meselesi’dir. Keşmir’in nihai statüsü hakkında Hindistan ile yaşanan sürtüşme savaşa kadar ilerlemiştir. Bugün Keşmir Sorunu olarak literatüre giren mesele özü itibariyle Müslüman çoğunluğa sahip Keşmir eyaletinin bir kısmının Hindistan yönetimi altında olmasından kaynaklanmaktadır. 1948 savaşı sonrasında oluşan ve bugüne dek pek değişmeyen ateşkes hattına göre Keşmir bölgesinin üçte birlik kesimi Pakistan kontrolünde, üçte ikilik kesimi ise Hindistan kontrolünde bulunmaktadır.[5] Azad Keşmir Pakistan sınırları içerisinde yer alırken Jammu-Keşmir Hindistan sınırları içerisindedir.

Keşmir Sorunu kapsamında bölge halkı Pakistan ile birleşme veya self-determinasyon hakkını kullanarak bağımsız olma yolunda irade ortaya koymaktadırlar. Hindistan yönetimi ise olası bir Pakistan ile birleşme veya bağımsızlık senaryolarına kesin olarak karşı çıkmakta ve askeri önlemler başta olmak üzere bölge üzerinde sert tedbirler almaktadır. Bu bağlamda Hindistan’a ait bir toprak olduğu vurgusu üzerinde durularak plebisit yapılmasına engel olunmaktadır. Keşmir Sorunu’nu her platformda gündeme taşıyan Pakistan, sorunun kalıcı olarak çözümü için Keşmir üzerindeki Hindistan egemenliğinin sonlandırılmasını şart koşmaktadır. Bu durum sorunun iki taraf içinde kangren haline gelmesine ve ülke siyasetini olumsuz yönde etkilemesine neden olmaktadır.

Pakistan dış politikasının ana karakteristik yapısı Hindistan’ı dengeleme ve mücadele etme üzerine dizayn edilmektedir. Dost-düşman ve müttefik tanımlamaları Hindistan ilişkileri çerçevesinde belirlenmektedir. İç ve dış politik ekseni Hindistan düşmanlığına dayanan Pakistan, Çin ve ABD gibi küresel güçler ile yakın işbirliği geliştirerek elini güçlendirmeye çalışmaktadır. Hindistan ile olan amansız düşmanlık ve rekabet ülkenin enerjisini dış politikada askeri argümanlara dayandırmasına zemin hazırlamaktadır. Dünyanın en büyük ordularından birine sahip olmasının altında yatan sebep de budur. İslam ülkeleri arasında nükleer silahlara sahip tek ülke olarak da Pakistan, dış politikasında caydırıcı bir güce sahiptir.

Dış politikanın diğer ayakları ise güvenlik ve terör bağlamında değerlendirilebilir. Pakistan Taliban’ı ile olan mücadele, Afganistan sınırındaki uyuşturucu ticaretinin geçiş güzargahı üzerinde bulunması dış politikada kritik sorunları oluşturmaktadır. Küresel terörle mücadele Pakistan’ın temel açmazlarından birini oluşturmaktadır. Bu bağlamda ABD başta olmak üzere NATO üyeleriyle koordineli çalışmalar yapılmaktadır. Demokratikleşme ve iç huzurun sağlanması konusu dış politikada Pakistan’a karşı bir baskı aracı olarak kullanılabilmektedir. Uluslararası arenada Pakistan’ın üyesi olduğu başlıca uluslararası örgütler Birleşmiş Milletler, İslam İşbirliği Teşkilatı, İngiliz Uluslar Topluluğu, Uluslararası Para Fonu (IMF), İslâm Kalkınma Bankası olarak sıralanabilir.

 

EKONOMİK YAPI

   Pakistan ekonomisi genel olarak tarım ve hayvancılığa dayalı olup sanayisi de tarımsal niteliktedir. İhracat kalemlerini tarımsal ürünler oluştururken ithal kalemleri genellikle enerji, makine ve cihazlar üzerine yoğunlaşmaktadır. İhracatında ilk üç ülke sırasıyla ABD, Çin ve Afganistan iken ithalatında ilk üç ülke sırasıyla Çin, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’dır. Ülkede gayri safi yurt içi hasılanın yaklaşık %20’sini tarım sektörü oluşturmaktadır.[6] Pakistan ekonomisi ihracat ve ithalat dengesinde yaşadığı bozukluklar nedeniyle bütçe açığı vermektedir.

Pakistan’ın Dış Ticareti (milyon USD)

2010 2011 2012 2013 2014
İhracat 21.413 25.344 24.614 25.121 24.722
İthalat 37.537 43.578 43.813 43.775 47.545
Hacim 58.950 68.922 68.427 68.896 72.267
Denge -16.124 -18.234 -19.199 -18.654 -22.823

Kaynak: Trade Map

   200 milyona dayanan nüfusunun çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu ülkede işsizlik önemli bir ekonomik sorundur. İşsizliğe bağlı olarak yoksulluk ve açlık üst düzeydedir. Çoğu Pakistanlı açlık sınırının altında çalışmaktadır. Ulaşım hizmetlerinin henüz tam manasıyla gelişememesi eyaletler arası ekonomik uçurumun artmasına yol açmaktadır. Yabancı sermaye ve özel yatırım olanakları bakımından gelişme kaydedemeyen Pakistan çoğu hizmeti devlet eliyle gerçekleştirmek zorunda kalmaktadır. Altyapı ve enerji kesintileri sorunlarını fazlasıyla hisseden ülkede bu alanlardaki Çin yatırımlarına can simidi olarak bakılmaktadır.

Siyasi ve ekonomik istikrarsızlık Pakistan ekonomisine zarar vermektedir. Nitekim Pakistan’ın resmi para birimi Rupi bu bağlamda değer kaybetmektedir. İhracat alanının getirisi düşük ve dar sektörlere sıkışmış olması ekonomiyi kırılganlaştırmaktadır. Dış etkilere açık olan ekonomi liberal politikalar ile canlandırılmaya çalışılmaktadır.

Ülkenin Sind bölgesinin Belucistan yerleşiminde doğalgaz yatakları bulunmaktadır. Ayrıca ülkede kömür, tuz, kireçtaşı, demir ve bakır gibi madenlerin çıkarıldığı belirtilmelidir.

 

DİNİ VE SOSYO-KÜLTÜREL YAPI

   Pakistan’ın dini yapısına bakıldığında çoğunluğu Sünni Müslümanların oluşturduğu görülür. %5 civarında Şii Müslüman bulunmaktadır. Ülkede pek çok dini cemaat ve tarikat faaliyet göstermektedir. Bunlardan en büyüğü siyasi yapıya da sahip olan Cemaat-i İslami’dir. 26 Ağustos 1941'de İmam Ebu'l-A'la el-Mevdudi tarafından Pakistan’ın Pencap eyaletinin başkenti Lahor'da kurulan Cemaat-i İslami, günümüzde Pakistan, Keşmir ve Bangladeş’te faaliyetlerini yürütmektedir. Cemaati İslâmiye'nin hedefi Pakistan'da gerçek manada İslami düzeni tesis etmektir. Bu bağlamda eğitim-öğretim faaliyetlerine ağırlık vermektedir. Diğer bir İslami cemaat Tebliğ Cemaati olup Cemaat-i İslami’den farklı olarak siyasi arenadan uzak duran bir görüntü çizmektedir.

Ülke %1-2 arasında değişen oranlarda Hindu, Hristiyan ve Sih nüfusu da barındırmaktadır. Pakistan bir Müslüman devlet temelinde kurulmuş ve mevcut anayasal sistemine göre bir İslam Cumhuriyeti'dir. Ancak değişen yönetimlere ve darbelere bağlı olarak laiklik ile İslam tartışmaları yaşanmış ve iki farklı ideolojik yapı arasında değişen dengeler gözlemlenmiştir.

Sosyo-kültürel hayat modernizm ile gelenekselciliğin iç içe olduğu bir yapıda kendini göstermektedir. Aynı şehir içerisindeki farklı yerleşim alanlarında dahi rahatlıkla tespit edilebilen toplumsal yaşayıştaki ayrım, Pakistan toplumsal yapısının globalleşme(küreselleşme) ile glokalleşme(yerelleşme) arasında gelgit yaşadığını ortaya koymaktadır. Çoğu Pakistanlı geleneksel kıyafetleriyle toplumsal alanda kendisini ifade etmektedir.

Trafik sosyal yaşamın en sıkıntılı sorununu oluşturmakta olup altyapı yetersizliği sorunu katmerleştirmektedir. Öte yandan toplumsal bir deşarj aracı olarak ülkenin milli sporu haline gelen kriketin popülaritesi oldukça yüksektir. Kültürel, mimari ve sanatsal eserler bakımından zengin bir geçmişe sahip olan Pakistan’da turistik mekanların sayısı fazladır. Ancak güvenlik, terör ve yeteri kadar ilgi gösterilmemesi yüzünden turizme dönük olumlu bir geri dönüş yapılamamaktadır. Önemli turistik ve tarihi mekanların başında Padişah Cami, Şalamar Bahçeleri, Minare Pakistan, Faysal Cami, Vezirhan Cami, Margalla Hills, Mazar-E-Quaid gelmektedir.

 

PAKİSTAN-TÜRKİYE İLİŞKİLERİ

   Geçmişten günümüze değin Pakistan-Türkiye ikili ilişkileri ''dost ve kardeş ülke'' mottosu üzerinden ele alınmıştır. İki ülke arasındaki tarihten beslenen dostane ilişkiler, günümüzde de artarak devam etmektedir. Hindistan Müslümanlarının kurduğu Pakistan, Türkiye’ye karşı daima bir sevgi ve muhabbet beslemiştir. Hindistan Müslümanlarının Osmanlılara ilgi duymaları Fatih Sultan Mehmet devrine kadar uzanmaktadır.[7] İslam dünyasının liderliğini üstlenen ve hilafet makamına sahip Osmanlı Devleti’ne karşı derin saygı ve bağlılık devletin yıkılmasına kadar sürmüştür. Özellikle 19. yüzyılda Osmanlı'nın girdiği zorlu savaşların hemen hepsinde Hint Müslümanları ayni ve nakdi yardımlarda bulunmuşlardır. Keza Sultan II. Abdülhamid Han tarafından yaptırılan Hicaz Demiryolu inşaatı için en fazla yardımı Hint Müslümanları göndermiştir. I. Dünya Savaşı sırasında padişah tarafından ilan edilen cihat çağrısına yine en fazla desteği Hint Müslümanları vermiştir. Milli Mücadele döneminin en sıkıntılı süreçlerinde imdada yine Hint Müslümanları yetişmiştir.

Hilafet ve saltanatın kurtarılması adına tüm Hindistan genelinde Hint Hilafet Hareketi kurulmuştur. İslam’ın tek bağımsız devleti olarak Osmanlı Devleti’nin korunması ve varlığının sürdürülmesi amaçlanmıştır. Bu bağlamda dünyadaki Müslümanların başı konumundaki halifeye bağlılık üst düzeydeydi. Ağa Han, Seyyid Emir Ali, Abdülbari, Yusuf Ali, Müşir Hüseyin Kıdwai ve Isfahani gibi Hint Müslüman önderleri Türkleri, Müslümanlık açısından destekleyen isimlerin başında geliyorlardı.[8] I. Dünya Savaşı sonrası Mili Mücadele’nin başlamasıyla sömürgeci güçlere karşı verilen istiklal mücadelesi büyük bir inançla desteklenmiştir. 8 Temmuz 1921’de Karaçi’de toplanan Hilafet Konferansı, Mustafa Kemal Paşa ve TBMM Hükümeti’nin verdikleri mücadelenin yanında olduklarını açıkça ilan etmiştir.[9] TBMM başkanı Mustafa Kemal Paşa da Hint Hilafet Komitesi’ne yazdığı bir mektupta Hindistanlı Müslümanlara yardımları sebebiyle Türkiye Müslümanlarının selamlarını sunmuştur.[10]

Milli Mücadele’nin başarıya ulaşması sonrası hilafet makamının kaldırılması Hint Müslümanları üzerinde derin bir üzüntüye ve hayal kırıklığına sebep olmuştur. Bugün dahi pek çok Pakistanlı Müslüman, Osmanlı dönemindeki hilafet makamının yeniden canlandırılması gerektiği fikrini taşımakta ve bu isteği dillendirmektedir.

Pakistan ile Türkiye arasındaki kuvvetli ilişkilerin mevcut olduğu bilinse de bu ilişkilerin düzeyi soyut düzlemden somut alana yeterince aktarılamamaktadır. Dostluk ve kardeşlik söylemlerine rağmen iki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler düşük seviyededir.

İki ülke arasında yakın benzerlikler de dikkati çekmektedir. Ülke siyasetine damgasını vuran isimler çoğu kez birbirleriyle karşılaştırılmakta veya özdeşleştirilmektedir. İki ülkenin kurucuları Mustafa Kemal Atatürk ile Muhammed Ali Cinnah; idam edilen başbakanlar Zülfikar Ali Butto ile Adnan Menderes; ilk kadın başbakanlar; Tansu Çiller ile Benazir Butto arasında yakınlık ortaya konulmaktadır. Kültürel ve toplumsal ilişkilerde iki ülke halkının birbirlerini karşı gösterdikleri sevgi ve ilgi ileri düzeydedir. Ancak ilişkilerdeki bu mevcut potansiyel yeteri kadar kinetiğe dönüştürülememektedir.

Pakistan ve Türkiye dış politikada özellikle uluslararası platformlarda birbirlerini desteklemekte ve yaşadıkları sorunlara karşı yardım etmektedirler. Türkiye, Pakistan’ı Keşmir Sorunu konusunda desteklerken Pakistan da Kıbrıs’ta kalıcı çözüm için Türkiye’nin arkasında durmaktadır. Yine iki ülkenin mustarip olduğu terör sorununda birbirlerini en çok destekleyen ve terörle mücadelede birbirlerinin yanında duran bir profil çizmektedirler. Askeri işbirliği bu bağlamda yoğundur.

Pakistan ile Türkiye arasındaki yakın samimi dostluk diğer Müslüman ülkelere de örnek teşkil edecek türdendir. İki ülke ilişkilerinin olumlu seyri arttırılabilir ekonomik işbirliği bölgesel ve küresel yönetişime katkı sağlayacağı belirtilmelidir.

 

SONUÇ

   Bulunduğu coğrafyada önemli küresel güçlerin ortasında yer alan ve pek çok ekonomik geçiş kuşağının üzerinde bulunan Pakistan’ın önemi her geçen gün artmaktadır. Hindistan ile olan çekişme ülkenin enerjisini aşağıya çekse de ABD ve Çin ile geliştirilen yakın ilişkiler ülkenin bölgesindeki stratejik değerini korumasını sağlamaktadır. İslam İşbirliği Teşkilatı’nın da en büyük üyelerinden biri olarak Pakistan, İslam dünyasında potansiyeli çok yüksek olan bir ülkedir. Ekonomik kalkınmanın ve siyasi istikrarın sağlanması durumunda ülkenin bölgesel ve küresel meselelerdeki rolü ve işlevi olumlu yönde değişebilecektir. Bu bağlamda ülkeye sermaye akışının sağlanması gerekmektedir.

Ordunun kilit bir unsur olduğu ülkede nükleer silahlar dış politikada caydırıcı güç kartı olarak kullanılmaktadır. Ancak siyaseti domine eden ordu vesayeti ülkenin demokratikleşmesine ket vurmakta, uluslararası alanda saygınlığına zarar vermekte ve imajını olumsuz yönde etkilemektedir. Keşmir Sorunu’nun kaotik yapısı ülkeyi askeri argümanlara zorunlu hale getirmektedir.

Sonuç olarak pek çok alanda gelişim ve ilerleme kaydedebilme potansiyeline ve imkanına sahip olan Pakistan’ın ayağındaki prangalardan kurtulması gerektiği ifade edilmelidir. Başta ordunun siyasetten uzaklaştırılması olmak üzere, Hindistan ile olan ilişkilerin diyaloğa kapatılmaması, Keşmir Sorunu’nda daha fazla uluslararası kamuoyu desteğinin alınması ve ilgisinin çekilmesinin zorunlu olduğu belirtilmelidir.

Abdulkadir AKSÖZ

05.02.2017

DİPNOTLAR

  • [1] İndüs Uygarlığı hakkında ayrıntılı bilgi için; William H. McNeill, Dünya Tarihi, İmge Yayınları, 16.Baskı, 2015
  • *Mohenjo-daro( Urduca: موئن جودڑو) bugün Pakistan’a bağlı Sind eyaleti içerisinde yer alırken **Harappa( Urduca: ہڑپہ )  Pencap eyaleti içerisindeki Lahor’da kurulmuştur.
  • [2] Ahmet Davutoğlu, Medeniyetler ve Şehirler, Küre Yayınları, İstanbul, 2016, s. 132.
  • [3] McNeill, a.g.e
  • [4] Salim Çevik, ‘‘Pakistan Siyasetini Anlama Kılavuzu’’, SETA Yayınları, XXIII, Mayıs 2013
  • [5] Çevik, A.g.e
  • [6] T.C. Ekonomi Bakanlığı, Pakistan, ‘’Genel Ekonomik Durum’’, http://www.ekonomi.gov.tr/portal/faces/home/disIliskiler/ulkeler/ulke-detay/Pakistan
  • [7] Müşir Hüseyin Kıdwai, Osmanlı’nın Son Dostları, DBY Yayınları, Aralık 2015, İstanbul
  • [8] Kıdwai, A.g.e
  • [9] Yusuf Hikmet Bayur, Hindistan Tarihi, c. III, TTK, Ankara 1950, s. 547.
  • [10] ‘’Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri’’, c. IV, Ankara 1964, s. 479-480.

 

KAYNAKÇA

  • BAYUR Yusuf Hikmet , Hindistan Tarihi, c. III, TTK, Ankara 1950,
  • ÇEVİK Salim , ‘‘Pakistan Siyasetini Anlama Kılavuzu’’, SETA Yayınları, XXIII, Mayıs 2013
  • DAVUTOĞLU Ahmet, Medeniyetler ve Şehirler, Küre Yayınları, İstanbul, Haziran 2016
  • KIDWAİ Müşir Hüseyin, Osmanlı’nın Son Dostları, DBY Yayınları, Aralık 2015, İstanbul
  • MCNEILL William H., Dünya Tarihi, İmge Yayınları, 16.Baskı, Ankara, Kasım 2015
  • ÖZEV Muharrem Hilmi, Küresel ve Bölgesel Güçlükler Karsısında Pakistan’ın Demokratiklesme Çabaları, Güvenlik Stratejileri Dergisi, Yıl: 8, Sayı: 16 (ss 147-177)
  • T.C. Ekonomi Bakanlığı, Pakistan, ‘’Genel Ekonomik Durum’’, http://www.ekonomi.gov.tr/portal/faces/home/disIliskiler/ulkeler/ulke-detay/Pakistan

Yorum Yaz